Türkiye'de muhafazakarlığın artıp artmadığı son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri.
Prof. Dr. Hakan Yılmaz, Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi desteğiyle yaptığı kamuoyu araştırmasında bu soruyu yanıtlamaya çalışıyor.
1200 kişiyle görüşerek yapılan araştırmada 2006'dan bu yana Türkiye'de muhafazakarlık yapısındaki ve algısındaki dönüşümler ele alınıyor.
Yılmaz'la Boğaziçi Üniversitesi'nde buluşup, "Türkiye'de Muhafazakarlık: Aile, Cinsellik, Din" araştırmasını konuştuk.
* Bu araştırmada örnekleminizi nasıl oluşturdunuz? Türkiye'yi temsil ediyor mu?
Katmanlı rastsal örneklem seçme yöntemine göre örneklemimizi oluşturduk. TÜİK'in sosyo-ekonomik kriterlere göre saptadığı bölgeler var; o bölgeleri esas alarak, her bölgenin özelliklerini en iyi temsil eden illere odaklanıp, örneklemi bu illere nüfustaki paylarına göre dağıtıyoruz ve kadın-erkek eşitlemesi yapılıyoruz. Bizim örneklemimiz 1200 kişiden oluşuyor. Türkiye hakkında genel konuşmak açısından temsil gücü yeterli bir örneklem. İstatistiğin kurallarına göre, ana nüfusta nasıl bir dağılım varsa, rastsal seçilmiş, yeterli büyüklükte bir örneklemin bunu yansıtması gerekir. Nüfusta mevcudiyeti az olan alt grupları dar bir örneklemde bulmak, bulsak da haklarında konuşmak tabii ki mümkün olmayabilir. Zaten bizim de her alt grubun sesini duyurduk gibi bir iddiamız yok. Ama rastsal seçimde nüfusun ana eğilimleriyle, örneklemin ana eğilimleri paraleldir.
* Peki 2006'da konuştuğunuz kişilerle mi konuştunuz son araştırmada?
Hayır. 2012 örneklemimiz 2006'dan farklı, dolayısıyla bu araştırma kaç kişinin veya kimlerin fikir değiştirdiğini anlamamıza izin vermiyor. Eğer iki araştırmada aynı örneklemi kullansaydık, sadece bu örneklemdeki değişimleri açıklardık, ancak 2012 Türkiye'sindeki durumu açıkladık iddiasında bulunamazdık. Çünkü, 2006'da geneli temsil eden bir örneklemin, 2012'de de aynı temsil niteliğini koruduğunu söyleyemeyiz.
"Ekonomik büyümeye karşı duyulan salt, niceliksel bir aşk var"
* İçeriğe ilişkin konuşmaya başlamadan önce muhafazakarlığın tanımını yapabilir miyiz?
Muhafazakarlığı belli boyutlar üzerinde yapılmış belli tercihler gibi görebiliriz.
Yenilik yerine geleneği, süreklilik ve değişim ikileminde sürekliliği tercih eden; geçmişle bugün arasında kaldığında, geçmişi daha değerli bulan; psikolojik düzlemde insanın zayıf ve yoldan çıkabilir bir varlık olduğuna, dolayısıyla başında onu yerinde tutabilecek bir otorite olması gerektiğine inanan; birey yerine topluluğun disipline edici, cezalandırıcı yanını öne çıkartan bir anlayış vardır muhafazakarlıkta.
İdealize edilenle hatırlananın, hafızayla kurgunun birbirine karıştığı bir tabloda, her şeyin yerli yerinde ve iyi olduğu bir çocukluk düşü, oraya dönme, oradan çıkmama, biraz da bütün toplumu böyle görme isteğidir.
Ayrıca Türkiye'deki ve dünyadaki muhafazakarlıkta, patriarşinin sürekliliği söz konusudur. Muhafazakarlık kendini daha çok sağda ve dindarlıkta gösterse de, solda ve liberal kesimde de bunu çok rahat bulabiliriz.
Örneğin Avrupa'da cinsel ve dinsel öğeler barındırmayan, ırkçılıkla bezenmiş, göçmen ve İslam karşıtlığı temelinde şekillenen, göçmenlerle ve kozmopolit kültürle "kirlenmemiş" geçmişteki "saf" Avrupa'yı özleyen kültürel bir muhafazakarlık söz konusu.
* Araştırmaya göre mevcut muhafazakarlık eğilimi nedir?
Muhafazakarlık arttı ya da azaldı gibi ifadelerden çok, muhafazakarlığın geometrisinin değiştiğini vurgulamak gerekiyor.
İçeriksel olarak baktığımızda, biraz daha ben-benci ve bireyci, bu anlamda özgürlüğe önem veren, otoriteye daha az itaat etmek isteyen bir toplum haline gelmişiz. Bu anlamda muhafazakarlık katılıktan ılımlılığa doğru geçmiş.
Örneğin cinsellik görüntülerinden, cinsel yaşantı biçimlerinden daha az rahatsız olunması, muhafazakarlıkta bir doz azalmasına işaret ediyor. Ama şunu anlamak lazım: bu söylenenler biz birden liberal bir toplum olduk anlamına gelmiyor. Zaten muhafazakarlığın 2006'daki başlangıç değeri çok yüksek, buradan bir miktar aşağı doğru iniş eğilimi var. Araştırmayı çok zorlayarak okumamak lazım. Nereye doğru gidecek bunu bilemeyiz, ama bu düşüş eğilimi önemlidir.
* Araştırmanızın sonuçlarına göre insanlar kendilerini altı sene önceye göre daha az muhafazakar hissediyor. Sizce insanların kendini daha az ya da orta derecede muhafazakar hissetmesini sağlayan şey ne?
Türkiye Özal döneminden beri, özellikle son 10 yılda hızlanan naif, çocuksu bir ekonomik çağdan geçiyor. Bunun bir göstergesi de, araştırmada en çok değişmesi istenen alanın ekonomi olması ve siyasal ve toplumsal değişim taleplerinin cılız kalması. Bu ekonomik çağ dine, milliyetçiliğe, kadın-erkek ilişkilerine, her şeye damgasını vuruyor.
Naif bir "büyüyelim, gelişelim, zenginleşelim, arabamız, evimiz, çift yönlü yollarımız, metrolarımız, gökdelenlerimiz olsun" anlayışı var. İşin çevresel maliyetlerini, sömürü kısmını düşünmeksizin, büyümeye karşı duyulan salt, niceliksel bir aşk var.
Oraya nasıl gideceğimiz değil, oraya gitmek önemli çünkü bu tatlı hayatın içine atılan bir adım. Materyalist bir aşamadan geçiyoruz ve bu öyle kuvvetli bir rüzgar ki, AK Parti de bunu arkasına almış gidiyor, bunun sözlerini veriyor topluma. Ekonomist bir atmosfer hayata hakim olduğu sürece, bu paradigmanın dışında, yeni bir sözün, yeni bir beklentinin ortaya çıkması çok zor. Bütün ideolojiler gibi muhafazakarlık da kendini bu ana anlatının içinde yeniden tanımlıyor.
Mesela dindarlık seviyesi altı senede aynı kalmış ama buna karşılık dindarlık pratiklerinde bir esneme, kuralsızlaşma var. Çok mu? Değil. Ama insanlar artık geleneği ihlal ettiğinde başından aşağı kaynar sular dökülmüyor; bunun yerine, "Allahım beni affet" deyip, bunu bir şekilde telafi edeceğini düşünüyor. Bu psikolojik dönüşüm nasıl yaşanıyor, başka bir araştırmanın konusu. Ama dönüşümün yaşandığını gözlüyoruz. Muhafazakarlıkta ılımlılaşma bu.
Artık daha tatlı hayat, daha fazla zenginlik ve bunun içinde bir dindarlık isteniyor. Siyasi, sosyal değişim talebi çok az; ancak ekonominin içinden konuştuğunuzda bir şey söylemiş oluyorsunuz; çünkü, kulaklar sadece onu duyacak frekansta şu an. Böyle bir çağdan geçiyoruz ve muhafazakarlığa bütün rengini, argümanlarını veren bu.
"Aileye verilen değer artmış"
* Araştırmaya göre değişim istemeyenler çoğalmış. Bu da muhafazakarlaşma değil mi?
Bir yandan ılımlılaşmış diyoruz, bir yandan değişim isteyenler azalmış. Bu nasıl olmuş? Demek ki bu ekonomik çağın içinde bir şeyler elde edilmiş. Sadece maddi anlamda değil, onun üzerine bir takım manevi kurumlar da eklenmiş. Eş, çocuklar, ev, okullar, camiler, AVM'ler... Yani bir hayat biçimi tesis edilmiş. Bu çok kuvvetli bir hayat biçimi olmayabilir ama bir hayal oluşturuyor insanlar için ve o hayal devam etsin isteniyor. Bu anlamda değişime karşı çıkma, çok erken de olsa, başlamış bir projeye sahip çıkma göstergesidir diye düşünüyorum.
* 2006-2012 arası çok kritik bir zaman dilimi. Bunu hükümetin projeleri ve vaatlerinden memnuniyet olarak yorumlayabilir miyiz?
Hükümetten öncesine, Özal dönemine dek giden bu ekonomik havanın pekişmesiyle "yahu bunlar iyi şeyler, ben de bundan sebepleneyim, bir araba da ben alayım", dolayısıyla "dur bakalım, değişmesin ortam" demenin bir ürünü. Hükümet bu gemiyi iyi götürdü. Ama başka bir hükümet de bunu yapabilirdi. Örneğin Japonya'da Liberal Demokrat Parti tam da böyle bir egemenlik sağladı ve insanlar korkularından 40 yıl boyunca başka bir partiye oy vermedi. Onlar da bu ekonomik dönemden geçti. İsveç'te de Sosyal Demokrat Parti buna öncülük etti vs. AK Parti de bunu yeniden restore etti ve toplumun gündemine çok güçlü bir şekilde koydu. Toplum da bunu satın aldı.
* Muhafaza edilmesi gerektiği düşünülen değerler nasıl değişim göstermiş?
Muhafazakarlığın temel kurumları devlet, din, millet, aile. Türkiye'de bu iş ailede başlıyor, ailede bitiyor. Devlete olan destek düşmüş, din ve millet hiç değişmemiş. Aile ise muhafazakarlığın odak kurumu olarak değerini arttırmış. Bir güvence mekanizması olarak aile hep ön plana çıkıyor.
* "Geleneklerimiz hayatın hangi alanlarında etkili" sorusuna en çok verilen cevap aile olsa da, "devlet düzeninde ve siyasal alanda" cevabı verenlerde kayda değer bir artış olmuş. Bunu nasıl açıklarız?
Bu konuda ancak spekülasyon yapabilirim, çünkü verilerden bunun cevabı çıkmıyor. Devlet 2006'dan bu yana tek parti iktidarıyla bir süreklilik kazandı. Kurumlar da süreklilik kazanmaya başladı. Yani devlet sanki daha görünür, etkili, düzenli, istikrarlı bir kurum olarak görünüyor olabilir. Bir geleneksellik kazanmış gibi bir algı yaratmış olabilir.
"Sendikal haklar talebinde yükseliş var"
* "Haklarımız kısıtlanabilir mi" sorusunun cevaplarında hafif bir demokratikleşme görüyoruz. Ama ifade özgürlüğüyle ilgili konularda "bu hak gerektiğinde kısıtlanabilir" cevabının yüzde 20-25'lere ulaştığını görüyoruz.
Siyasal haklar alanında sadece "toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma" ve "sendika kurma" haklarının kısıtlanamayacağını düşünenler kayda değer oranda artmış. Biz burada bir tanesini seçmelerini istedik, onlar da en tehdit altında gördüklerini seçmiş olabilirler. Belki insanlar, polisin göstericilere müdahalesini, işçilerin işsiz kalmasını gördüğü için artmış olabilir.
* Ekonomik değişim isteyenlerin artmış olmasıyla, sendikal hakların kısıtlanamayacağını söyleyenlerin artması bağlantılı olabilir mi?
Sendika siyasi bir taleptir.
* Türkiye'de engellendiği için siyasi bir talebe dönüşse de, dünya örneklerinde sendikalar işçilerin ekonomik haklarını korur.
Doğru. "Ekonomik çağın içerisinde bir miktar örgütlenme, biraz sendika hakkımız da olsun ki, bu çağdan daha çok faydalanabilelim" algısı da olabilir. Neden olmasın? Bu ekonomik çağın mantığı içinde bir talep.
* Dinsel inançların kişisel kararlardaki etkisinde değişiklikler olmuş mu?
Bu sorunun yanıtı beni şaşırttı. Dinsel inançların hangi kararlarda dikkate alındığını sorduk ve eş/dost/parti lideri seçerken karşı tarafın dinsel inançlarını dikkate alırım diyenlerin arasında, parti lideri diyenlerin oranında ciddi bir artış var. Partiye verilen oy tamamen buna mı dayandırılıyor, liderin dinsel inancı oy verirken ne ölçüde dikkate alınıyor, bunu bilmiyoruz. Ama önemli ve enteresan bir bulgu. Muhafazakarlığın da arttığının göstergesi.
Tabii iktidarda dini inançlarını vurgulayan bir parti var. Ana muhalefet de hem seküler olduğunu vurguluyor, hem de Alevilerin teveccüh ettiği bir parti. Dolayısıyla mezhepler bazında bölünmüş iktidar ve ana muhalefet partileri var Türkiye'de. Bu görüntü insanlarda siyasi partilerin dini inançlara göre şekillendiği, dolayısıyla oy verirken bunu dikkate almaları gerektiği algısını oluşturmuş olabilir. Bu bence oldukça tehlikeli bir bulgu.
* Dindarlık oranı artmış mı?
Toplumun zaten yüzde 90'ı kendini orta ya da yüksek derecede dindar görüyor. 2006'dan 2012'ye de bir değişim olmamış.
Türkiye toplumu dindar bir toplum mu? Evet.
Dindarlaşma artmış mı? Hayır.
Oruç, namaz gibi dindarlık pratiklerinde bir azalma olmuş mu? Evet.
"Ailenin kapısını açınca, eşitlik olmadığını görüyoruz"
* Araştırmada kürtajın kabul edilme şartları da sorulmuş.
Bu soruyu bu sene ilk defa sorduk, bundan sonra da akla gelecek bir mesele olmayacağını düşünüyorum, çünkü toplumun yarısı şartsız olarak onay veriyor. Bir de üzerine ana-çocuk sağlığı, tecavüz gibi şartlar eklendiğinde yüzde 70-80 onay veriliyor. Kürtaj meselesi bu noktadan sonra kapanmıştır, çünkü yasaklanması veya kısıtlanması veya zorlaştırılması gibi toplumsal bir talep yok Türkiye'de.
* Yasaklanırsa tepki görür mü sizce?
Görür. Okumuş kadınlar sokağa çıkıp gösteri yaptı. Bunu yapamayacak durumda olan kadınlar ise istemediği çocuğu doğurduğunda daha sessiz, pasif-agresif tepkiler verebilir. Oy vermez, evde maraza çıkarır, içine kapanır... Politik olarak görülemeyecek ama toplumsal yapıyı derinden etkileyecek tepkiler mutlaka ortaya çıkar.
Toplumdan genel onay almış ve kimseye zararı olmayan meselelerle, ahlaki kaygılara dayanarak uğraşmamak lazım diye düşünüyorum. Bunu ortaya atanlar da kendi yaptıkları araştırmalarda bunu gördüler ve artık konuşulan bir konu değil kürtaj.
* "Hangi cinsel yaşantı biçimlerinden rahatsız oluyorsunuz" sorusuna nasıl cevaplar geldi?
En çok rahatsız olunan konular evli olmadan birlikte yaşayan çiftler, eşcinseller, ailesinin sözünü dinlemeyen gençler ve flört eden gençler.
* Aile bağlantılı konular çıkıyor karşımıza.
Evet. Aile ve erkeklik yapısını ilgilendiren konularda muhafazakarlık sürüyor. Temel aile kurumunu bozacağı düşünülen konulardan rahatsızlık aynı oranda kalmış. Diğer konular da ise rahatsız olma oranında hafif bir azalma var.
* Kadınların konumuyla ilgili soruda kadının erkekle eşit olduğu ve her işi aynı başarıyla yapabileceği kabulünün yanı sıra, kadının namuslu olması ve geleneksel rolleri yerine getirmesi isteniyor. Kadın namuslu olduğu ve rolünü yerine getirdiği oranda mı eşittir?
"Bir kadının namuslu olması başka her özelliğinden daha önemlidir" ve "bir erkeğin şerefi karısının namusuna bağlıdır" ifadelerine yüzde 70 oranında destek var. Yani Mars'a da gitse, Higgs parçacığını da bulsa, "namuslu" değilse kadının değeri kalmıyor, erkeğin "şerefi" kalmıyor. Bu algı, hem kadının, hem erkeğin varoluşunu birbirine bağlı, aynı ölçüde kırılgan ve feodal biçimde tanımlıyor. Kadını ve erkeği ayrı yaşantıları, tercihleri olan ayrı bireyler olarak değil, bir birimin iki parçası olarak görüyor. Bu da her an bunun dağılmasından, buna halel gelmesinden korkan, enerjisini hayırlı işlere harcayacağına buna harcayan, kafası sürekli aldatma-aldatılma meselelerinde olan tuhaf insanlar yaratıyor. Hepimiz de bundan payımızı alıyoruz. Aile, kadın, erkek, sadakat, ihanet çok kuvvetli bir üst anlatı Türkiye'de.
Kamusal alanda kadının eşitliği Türkiye'de kabul edilmiş, medeni kanuna girmiş, toplumsal olarak alıştığımız bir şey. Ama özel hayata ilişkin haklar söz konusu olduğunda, yani ailenin kapısını açıp, içeri girdiğimizde çok da eşitlik olmadığını görüyoruz. Türkiye'de ailenin merkezi konumuyla çelişen işler söz konusu olduğunda, her zaman bu işlerden vazgeçilip, ailenin tercih edildiği bir toplum var. Muhafazakarlığın merkezinde aile, ailenin merkezinde de "eşit, hamarat, namuslu" şeklinde idealize edilmiş bir kadın var. Bu algı altı yılda değişmemiş, hatta daha da pekişmiş gibi görünüyor. (ÇT)
Hakan Yılmaz kimdir?
Prof. Dr. Hakan Yılmaz, Galatasaray Lisesi'nden ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden mezun oldu. Master ve doktora derecelerini A.B.D.'de Columbia Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nden aldı. Halen Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi ve aynı üniversitenin Avrupa Çalışmaları Merkezi'nin direktörlüğünü yapıyor.
Yılmaz, yakın dönem Türk siyasal hayatı; Türkiye'de siyasal ve popüler kültür; Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin ve Avrupa bütünleşmesinin kültür ve kimlik boyutları; demokratikleşme sürecinin dış dinamikleri üzerinde çalışıyor.
Yılmaz'ın son dönemde yürüttüğü araştırma projeleri: Türkiye'de Avrupa Şüpheciliği (2004 ve 2012); Türkiye'de Muhafazakarlık (2006 ve 2012), ve Türkiye'de Orta Sınıf (2007 ve 2012). Beş AB üyesi ülkede (Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya, Polonya) Türkiye'nin bilinirliğini, görünürlüğünü, ve AB üyeliğine karşı tutumları irdeleyen bir projeyi Aralık 2009'da; Türkiye'de ötekileştirme ve ayrımcılık süreçlerini irdeleyen bir araştırmayı 2010'da tamamladı.
Akademik kariyerinin yanısıra Ezginin Günlüğü'nün kurucularından olan Hakan Yılmaz, grubun üç albümüne vokalistlik yaptı. Sabah Türküsü, Alagözlü Yar, ve Doğu Türküleri. Halen, akademik çalışmalarının yanısıra, aktif olarak müzik, şarkı sözü yazarlığı ve şiir çalışmalarına devam ediyor. Yakın zamanda kişisel bir müzik albümü çıkarmayı planlıyor.
* Türkiye'de Muhafazakarlık: Aile, Cinsellik, Din araştırması için tıklayın.