Ahmet Şık, bianet'e gönderdiği mektupta bir haftadır tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'ndeki fiziki koşulları ve gündeme dair yorumlarını aktardı. Ahmet Şık, mektubunda Alper Görmüş'ün "zor yazı"sı ile ilgili yorumlarını da paylaşıyor.
Neden orada olduğunu çok iyi bildiğini söyleyen Şık, kendisini hayata bağlayan en önemli aracın televizyon olduğunu söylüyor ve bu "aptal kutusu" aracılığı ile "Azılı katillerin ve darbecilerin örgütü Ergenekon'un iflah olmaz mensubu olarak ne herzeler yemişim; bunları bilmek telaşındayım" diyor.
"Tutuklu ve hükümlülerin dikkatine..."
"Hoparlörden mekanik bir ses yükseliyor önce: 'Tutuklu ve hükümlülerin dikkatine...' Gün içinde defalarca, böyle başlayan anonslar duyuluyor.
İlki sabah 7'de. Sayım yapılacağını ve hazır olmamız gerektiğini bildiriyor. Kısa süre sonra da, sayıları 10'dan az olmamak üzere, gardiyanlar doluyor hücreye.
Bu arada belirtmek gerek: eskiler değil ama genç olanlar, kendilerine 'infaz memuru' dememizi istiyorlar.
Neyse, geldiklerini ağır demir kapının çıkardığı gürültüyle anlıyoruz. İçeride olduğumuzu gözleriyle gördükten sonra çıkıp gidiyorlar; 'Allah kurtarsın' demeyi hiç ihmal etmiyorlar. Haklarını yemeyeyim, hemen hepsi çok güler yüzlü ve özenli bize karşı. Umarım her tutsak için geçerlidir bu durum.
"Hakkımızda olumlu yazanlar komşumuz olabilir"
Sonra rutin başlıyor; el yüz yıkama, diş fırçalama, kahvaltı, vs. Ama bunlar başlamadan önce yapılan ilk şey televizyonu açmak oluyor. Lüks içinde yaşadığımız sanılmasın ama evet, cezaevinde televizyon izleme olanağımız var.
Aslında gözaltına alınıp sonra da tutuklanmamızla devam eden sürecin ilk haftasında neredeyse hiçbir iletişim aracına sahip olamadığımız düşünülürse televizyon izleyebilmek gerçekten lüks.
Hemen belirtmem gerekir ki, hayatımın hiçbir döneminde bu aptal kutusunun karşısında bu kadar zaman geçirmemiştim. Şimdi ise kanaldan kanala geçip tüm haber bültenlerini ve tartışma programlarını izliyorum. Zaten dışarıyla bağımızı kuran en önemli araç da televizyon. Acaba neler oluyor? Hakkımızda neler söyleniyor? Azılı katillerin ve darbecilerin örgütü Ergenekon'un iflah olmaz mensupları olarak ne herzeler yemişim? Bunları bilmek telaşındayım.
Saat 9'u biraz geçe gazetelerimiz de geliyor. Bu kez de TV ekranlarından izlediklerimizi bir de yazılı halde öğreniyoruz.
Genel olarak hakkımızdaki yorumlar iyi. Elbette mensup oldukları teşkilatın emir-komuta zinciri içinde bir takım ipe sapa gelmez laflar edenler de mevcut.
Ancak beni endişelendiren bu yazı ve yorumları yapanlar değil. Tutuklanma nedenimi düşününce, yakında, olumlu yazılar kaleme alıp, söyleyenlerin de koğuş komşumuz olabileceği ihtimali hiç uzak gelmiyor.
Ahmet Şık, Nedim Şener ve Doğan Yurdakul ile birlikte
Kaldığım "koğuş"tan da bahsedeyim. üç hücre, bir salon, açılabilir pencere kanatlarından tahminen 60 metrekare gökyüzü gören bir yer. Adeta bir labirenti andıran ve hemen her yerinde bulunan demir parmaklıklı kapılardan geçerek ulaşılabiliyor koğuşumuza.
Kapıdan girince sağ yanda 3 hücre bulunuyor. Onların da demir kapısı var. İsterseniz, kapattığınızda komşularla temasınızı kesebiliyorsunuz. Hücrede, kişiye özel banyo-tuvalet, bir yatak ve küçük bir elbise dolabı mevcut. Gökyüzünü görebilmek için de kare kare demirlerle örülü bir pencere bulunuyor. Hücreler sanırım 10 metrekare falan.
Diğer iki hücrede Nedim ve Doğan ağabey (Yurdakul) kalıyor. Ortak kullanım alanımızın tavanının bir köşesinde 24 saat çalışan ve sürekli kayıt yaptığı söylenen bir kamera var. Cezaevinin dışarıya benzeyen tek yönü de bu zaten; burada da izleniyorum.
"Cezaevinde de kapitalizmden kaçış yok"
Salonun bir köşesinde lavabo ve küçük bir dolaptan oluşan mutfak bulunuyor. Hemen yan tarafında da iki pencere, yine havalandırmaya ve 60 metrekare gökyüzüne bakıyor.
Orta yerde plastik bir masa ve üç sandalye var. Hemen karşısında da iki gözden oluşan ahşap bir dolabın üstünde duran televizyon...
Anlayacağınız tüm 'mobilyalarımız' saydıklarımdan ibaret. Mutfak eşyalarımız ise birkaç plastik tabak, çatal ve kaşıklar, çay ve su bardağından ibaret.
Daha fazlasına da sahip olabilmek mümkün elbette. Nasıl mı? Parasını ödedikten sonra cezaevi kantininden her şeyi alabiliyorsunuz. Cezaevinde olmaması gerekenler ve özgürlük hariç.
İşin kötüsü, kantinde satılanların dışarıdan getirilmesi yasak. İç çamaşırı, çorap gibi kişisel eşyalardan bahsediyorum. Kurallar garip garip şekillendirilebiliyor anladığım kadarıyla. 'Bu ne saçmalık' demeyin. Cezaevinde de olsanız, kapitalizmden kaçış yok. Cezaevi de kendi neoliberal ekonomisini yaratmış durumda.
Kantine haftada bir gün izin var
Her tutuklunun haftalık 200 TL harcama limiti bulunuyor. Bunu aşmak yasak. Biz yeni olduğumuz için hiçbir şey bilmiyoruz tabi. Bilmediklerimizin arasında kantin alışverişinin haftada bir gün olduğu kuralı da vardı.
Gardiyan arkadaşları, acil durum zilleri ile zırt pırt çağırıp sürekli sipariş verince, ortaya çıkan görüntü pek hoş olmadı elbet. İlk üç gün idare ettiler sağ olsunlar. En sonunda haftada bir gün alışveriş yapabileceğimizi söylediler. Böylece isteklerimizden kurtuldular. Zaten biz de temel ihtiyaçlarımızı karşılamış olduk bu bilgisizliğimizle.
"Avukatlarım her gün gelip hal hatır soruyor"
Akşam sayımları 8'de yine anonsla duyuruluyor. Görevliler, öğlen ve akşam yemek getiriyorlar. Akşam yemeği ile birlikte sabah nevalesi de bırakılıyor.
Bunlar dışında kapımız sadece haftada bir gün olan görüş günlerinde açılacak artık.
Rutini bozan tek şey avukat görüşleri oluyor. Doğrusunu söylemek gerekirse hepimize iyi geliyor. Bir nevi posta güvercini çünkü avukatlarımız.
Ancak gardiyan arkadaşlar bu kadar sık avukat gelmesinden pek hoşnut değiller sanırım. Neredeyse her gün avukat görüşüne çıkıyorum. Avukatlarımın hepsi arkadaşlarım. Ziyaret edip, hal hatır sormaya geliyorlar.
Hatta tanımadığım bir avukat dahi geldi. Tuncay Kılıç adı. Görüş yerine gittiğimde oturuyordu. 'Lanet olsun hafızama, kimdi bu?' diye soruyordum ki, kendisi açıkladı: "Ahmet ağabey, sen beni tanımazsın. Üniversitede öğrenciyken haberlerimizi yapmaya gelirdin. Elinde kameranla seni gördüğümüzde 'derdimizi aktaracak bir gazeteci gelmiş' derdik. Bizim üzerimizde çok emeğin var. Arkadaşlarla konuştuk, davana müdahil olmak istiyoruz" dedi.
"Niye içerideyim biliyorum"
Niye içerideyim, çok iyi biliyorum. Tutuklanmamın siyasi olduğunun bilincindeyim. Dokunanın yandığını, yanmayanınsa itibarsızlaştırılmaya, linç edilmeye çalışıldığını görecek kadar keskin gözlerim.
Analitik düşünen ve hiçbir yere ve kimseye angajmanı bulunmayan bir aklım var. Bu ülkeye demokrasinin ne islamofaşist zihniyete sahip AKP'nin sahte özgürlük maskesiyle ne de bulduğu her fırsatta darbe ordunun siyasi uzantısı gibi çalışan CHP'yle gelmeyeceğini biliyorum. MHP ve türevlerini anmaya gerek bile yok.
Kimilerinin bir STK gibi gördüğü malum cemaatin ise pragmatik bir çıkar ilişkisi kurduğu AKP eliyle gerçekleştirdiği bürokratik örgütlenmenin bu ülkeye bir başka vesayet getirdiğini görmek istemeyenlerle tartışmaya girmek dahi istemiyorum. Kendilerine gösterilenle, gerçeğin ne olduğunu görebilmek için önce üzerlerindeki üniformayı çıkarmalarını salık verebilirim o kadar.
Şimdi ben bunları söyledim diye, yazmaya çalıştığım kitapta bunları anlatmak istediğim için cezaevindeyim. Kimsenin kuşkusu olmasın. Velev ki, yanılıyorum. Kuşkularım yersiz, tespitlerim haksız ve yanlış. O zaman 'Ergenekoncu' diye suçlanmam mı gerekiyor?
Kitabımın çok iyi olduğunu iddia etmiyorum. Yazdıklarım ve yaptıklarımı her zaman karşımdakilerin değerlendirmesine önem verecek denli alçakgönüllü birisi olduğum düşünülürdü.
Dedim ya, kitapta öyle 'bomba', 'şok' 'az sonra' gibi nidalarla anlatılacak bir şey yok belki de. Çıkınca göreceksiniz. İyi bir derleme, yerinde bir hafıza tazeleme ve en önemlisi kimi yeni unsurlarıyla 'Ergenekon ve ilintili davalar sürecini bir de bu gözle okuyun' diyebileceğimiz bir kaynak olabilirdi.
"Safım her zaman nettir: Ezilenin yanı"
Adları Ergenekon'la anılan kimi polis müdürlerinin neden hedef olduğuna ilişkin iddia, tespit ve olaylar anlatılıyordu. Yaşananların polis teşkilatını belli bir zihniyetin ele geçirmeye çalışması olarak yorumlanabilecek kimi olguları sıralıyordum.
En büyük kaynağım ise bizzat Ergenekon dosyalarının delil klasörleriydi. Gazetecilik yapmak, kitap yazmak isteyenler için adeta bir maden olabilecek zenginlikte hem de...
Ben de bunu yaptım. Hata mı yaptım? Benim yanıtım, hayır. Neden mi? Çünkü tutuklandım. Tekrar yapar mıyım? Kesinlikle evet ve yapacağım da.
Mahkeme ifademde de söyledim. Ahmet Şık'ın gazetecilik felsefesinin tek temeli vardır: Görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşamayanın sesi olmak. Hem de bunu taraflı yapar. Ezen ve ezilenin olduğu yerde safım her zaman nettir: Ezilenin yanı. Hem de sıfatına bakmadan.
"Gazetecilik yaptığım için tutukluyum"
İktidarı sevmem. Hiçbir güç odağıyla yan yana durmam. İktidarın, güç odaklarının mağdur ettiklerinin yanıdır tarafım. Tam da bu nedenle tutuklandığımı biliyorum. Çünkü gazeteciyim, gazetecilik yaptım.
Esas şimdi görelim gerçekleri. Gün, gerçekleri herkesin anlamasını sağlamaya çalışma günüdür; yazarak, söyleyerek, yeri geldiğinde eylem yaparak...
Bilin ki, ben birileri gibi gazeteci olduğu halde gazetecilik yapmadıkları için değil, gazetecilik yaptığım için tutukluyum.
Alper Ağabeye:
Elbette seni tanıyan biri olarak, kullandığın 'tuhaf' sözcüğünün ne anlama geldiğini biliyorum. Ancak, kamusal alandan hitap ettiğin okurların seni benim kadar yakından tanımıyorlar.
Tam da bu yüzden mahcup bir savunma yaptığını söyledim. Hele ki, siyasetin tedrisatından geçmiş bir medya eleştirmeni olduğunu da düşünürsek, 'Darbe Günlükleri' mevzusunun malum medyada nasıl kullanılabileceğini de tahmin etmiş olmalıydın die düşünüyorum.
Malumu ilan etmeseydin demiyorum. Tam aksine, çok da memnun kaldım, ki bu rahatsızlığımı daha gözaltındayken avukatlarıma dile getirmiştim.
Ama böylesine akıl körü olmuş, saplantıları zihnini çürütmüş yazar, çizer, medyatör takımının olduğu bir ülkede tutuklanmamla ilgili haksızlığı böyle mi dile getirmeliydin diye de düşünmüyor değilim.
Yazdığını bile doğru anlamayan 'alçı kafalı' yazarlar var bu ülkede. Unutun Ahmet Şık'ın Nokta Dergisi'nde çalıştığını. Sadece Ahmet Şık'ın Nokta Dergisi'nin kadrosunda olmasına ihtiyaç hissedilen haberlerine bakın. Meslek namusumun, incitilen onurumun karnesi orada duruyor. Yeter mi?
Kalın sağlıcakla, görüşeceğiz." (EKN)