Annelik Halleri
Nilüfer Kas
Selis Kitapları
Şubat 2005, 198 sayfa
Çoğu zaman için düşün gerçeğe dönüştüğü bir milat olan anneliğin, çok içten ve samimice kucaklanıp sahiplenilişi Annelik Halleri. Tüm annelerin adeta saklamaya çalıştığı orijinal duyuş ve düşünceleri kadar, sıradan kaygılar bundan daha keyifli anlatılamazdı. Anneliğe olan empatik yaklaşımı adına pek çok psikiyatri dergi ve kitaplarından daha başarılı. Dr. Psk. Erdinç ÖZTÜRK (Çapa Tıp Fak. Psikiyatri Ana Bilim Dalı)
İlk günden itibaren Anneler Kulübü'nü keyifle takip ediyorum. Çocuk sahibi her kadın, yaşadıklarında yalnız olmadığını fark etti. Nilüfer Kas, bir annenin karşılaştığı zorlukların, sıkıntıların, endişelerinin yanı sıra annelik keyfini de tüm doğallığı ve gerçekliğiyle okuyucuya yansıtıyor. Annelik Halleri'ni bu kadar okunur kılan da bu gerçeklik... Dr. Sevinç AKARÇAY (Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı)
Dünyadaki belki de en gerçek sevgi ancak bu kadar sıcak, içten, yalın bir dille anlatılabilir. Anne olmadığım halde yazılarını hiç kaçırmadığım, biraz imrenerek, ancak büyük bir keyifle okuduğum Nilüfer Kas'tan bence anne adayları ve yeni annelerin öğrenecekleri çok şey var. Neval BARLAS (Tempo Dergisi Yazı İşleri Müdürü)
İçimden Geldiği Gibi
İkbal Gürpınar
Şubat 2005, 191 sayfa
Nasılsınız bugün? Kokladınız mı bir çiçeği? Saksınızda hercaî menekşe yoksa bile, küçük bir bebeği; salıncaktan düşen yaramaz bir oğlanı; beyaz saçları, kalın gözlükleriyle hayata sımsıkı sarılan bir nineyi kokladınız mı hiç? Dokundunuz mu, yardım ettiniz mi, "Merhaba!" dediniz mi? Aynaya bakıp kendinize gülümsediniz mi? En son ne zaman bir eli sıkı sıkı tuttunuz?
Hatırlamıyorsanız, uzatın elinizi, bir yolculuğa çıkalım sizinle: İnişli çıkışlı, sevinçli, hüzünlü, heyecanlı, huzurlu... Belki hatırlarsınız, yağmurun altında yürümekten damlaların içinize işlediği o baharı... Belki sokağa atarsınız kendinizi, okuyunca bu satırları; selam durursunuz gökyüzüne, uçan kuşlara, toza toprağa, yeni filizlenmiş yaprağa...
Hazır mısınız?
Kötümserin Tarih Rehberi
Doris-Stuart Flexner
Aykırı Yayınevi
Şubat 2005, 414 sayfa
Eğer gerçek bir kötümser olarak tarihe bakıyorsanız 18 milyar yıl önce meydana geldiği tahmin edilen ve evrenin oluşumunun da başlangıcı olarak kabul edilen Büyük Patlama'yı da iyi bir şey olarak görmeyeceksiniz. Çünkü sonuçta her şey, dünyanın ve hayatın, insanlığın oluşumu ve bütün tarih de bu patlamanını ardından geldi ve her şey, hep daha kötüye gitti! Öyle değil mi? Mükemmel bir kötümser olaya böyle bakar ve dünya tarihini de bir felaketler zinciri olarak görür.
Bugüne bakıp da gördüğünüz kimi kötülükler, felaketler sizi yanıltmasın, zaten tarih esas olarak felaketlerden, bugünkülerden de büyük, bugünkülerden de feci felaketleri merak ediyorsanız aradığınız kitap budur, hiç kuşkunuz olmasın!
Bir tür "kara ansiklopedi" olan bu kitap aslında esprili bir dille kaleme alınmış ve doğrusu hayli eğlendirici, ama siz yine de geceleri yatmadan önce okumayın!
Ne Kadar İlgi O Kadar Sevgi
Nevval Sevindi
Alfa Yayınları
Ocak 2005, 178 sayfa
Toplumda kadın ve erkeğin birlikteliği sıradan bir yan yana duruşu içermez. İki sandalyenin anlamsızca yan yana durma eyleminden daha derin ve farklı bir birliktelik sunar bize. Evlilik, yalnızca aynı evde oturmak değildir. Evlilik, paylaşmak, hayatı birlikte yaşamak olmalıdır.
Mutsuz beraberlikleri sürdürmeye çabalayan çiftler bütün suçu evliliğe yüklemekle doğru mu yaparlar? Kadın erkeği değiştirebilir mi? Ya da erkek kadını? Çözüm değiştirmeye çalışmakta mıdır? Yoksa kadın-erkek birlikteliğine farklı bir yaklaşımda mı?
Sevilmek, varlığımızın onaylanması demek. En büyük güç sevgidir. Korku ise paylaşmayı engeller, mesafe koyar. Buz gibi bir hayat...
Çocukluğumuzda açılan yaralar hiç kapanmaz. Hep bir hayalin, beklentinin peşinde oluruz. Canımızı acıtan, adalet duygumuzu yerle bir eden ilk önce anne ya da babamız olur. En yakınları tarafından sevilmiyor olmak büyük bir hayal kırıklığı yaratır insanda. Hele kızların annelerinde yaşadığı hayal kırıklığı çok derindir. Ömür boyu ondan kurtulmak çabası sürer gider.
Kadınlar artık kaybetme korkusuyla katlanmaktan, tahammül etmekten yoruldular. Onlar artık susarak, hiç yerine konarak ya da aşağılanarak bir yerde durmak istemiyorlar. Onlar var olmak istiyorlar. Orkestraya katılmak için dilinizi tutmayın kadınlar, bunun yaşama, bize ve erkeklere bir katkısı yoktur. Ateşböcekleri sadece erkek değildir, dilimiz parlayan bir ışık olabilir gecenin karanlığında.
Kadınlar kendi güçlerini tanıyınca hayat yasemin nefesli bir kuş olacak avuçlarında.
Yeniden Merhaba Hayata
Suzy Becker
Ocak 2005, 303 sayfa
"Hadi ben beyin ameliyatı oldum ya sizin neyiniz var?"
ABD'li yazar ve çizer Suzy Becker, hayata en bağlı olduğu bir dönemde, beyninde saptanan bir tümörden ötürü beyin ameliyatı olmak zorunda kaldı. Ameliyat öncesi ve sonrasında başından geçenleri yazarak, çizerek, kendi kendine ve sevdikleriyle "sohbet ederek"; bir beyin ameliyatının ciddiyetini hem çok önemseyerek hem de çok hafife alarak bu günce-kitabı yazdı ve hayata bir kez daha "merhaba" dedi. Suzy, böylesine ciddi bir tıbbi süreçten geçmemiş olanlara içtenlikle soruyor: "Hadi ben beyin ameliyatı oldum, ya sizin neyiniz var?"
"Çizgi ve anılardan oluşan, çok özgün ve düşündürücü bir karışım..."
David Sipress, New Yorker dergisi çizeri
Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi
Melisa P.
Şubat 2005, 155 sayfa
Melissa: Genç bir kız... ve günlüğü:
Sevgi, aşk, kendine güven, arkadaşlık, cinselliğin keşfi, duygusal gelgitler, arayışlar ve kayboluşlar... Dürüst, açık, çekici, düşündürücü, insanın içine işleyen ve her şeyden öte cesur itiraflar...
İtalya'da, Susanna Tamaro'nun kitabı kadar satan bu kitap ailelerin çocuklarıyla konuşmadıkları, öğretmedikleri tek konudan söz ediyor: Cinsellik.
"Göz alıcı bir şekilde kendinden emin olan bu lise öğrencisinin itiraflarının yarattığı şok dalgaları hala gündemde." The Times
"Çok büyük bir etkisi olan küçük kitap." New York Times
Yatmadan önce 100 Fırça Darbesi, İtalya'da 1.000.000 adet satıldı. İspanya, Fransa, Almanya, ABD, Kanada, Rusya, Yunanistan ve İngiltere'nin de aralarında bulunduğu 26 ülkede bestseller oldu. Film hakları Francesca Neri tarafından alındı.
Kıvılcımlar Uçuşurken
Dorothy Parker-Walter Swap
Optimist Yayım Dağıtım
Şubat 2005, 252 sayfa
Genellikle, sadece yetenekli bireylerin, "yaratıcı tipler" oldukları hemen anlaşılabilen insanların çığır açıcı yenilikleri gerçekleştirebileceği sanılır. Bu inanç, yöneticiler açısından bir tuzaktan başka bir şey değildir.Buna göre, eğer ekibinizde parlak bir dâhi yoksa başarıyı hiçbir zaman yakalayamayacaksınız, çabalarınızın vasatlığın ötesine geçemeyecek demektir. Yaratıcılığın bir sanat olduğunu, yönetilebilecek ve planlanabilecek bir şey olmadığını ileri sürenler de çoktur. Harvard İşletmecilik Okulu Yayınevi tarafından yayımlanan Kıvılcımlar Uçuşurken adlı bu kitapta profesör Dorothy Leonard ve Walter C. Swap günümüzün en yenilikçi ve karmaşık hizmet ve imalat işlerinde en çarpıcı ürün ve süreçlerin iyi yönetilen grup etkileşimlerinden ortaya çıktığının altını çiziyorlar.
Yazarlar yaratıcılığa ilişkin geleneksel anlayışı insan davranışı araştırmalarına dayalı kanıtlarla çürütüyorlar ve yöneticilerin yaratıcı sonuçları desteklemek için grup süreçlerini nasıl biçimlendirebileceklerini gösteriyorlar. Yaratıcı düşünmenin temelinde yatan grup dinamiklerini açığa çıkarıyorlar. Yaratıcı sürecin adımlarını ayrıntılı olarak analiz ederek yaratıcı ekiplerin yönetimde yararlanılacak ipuçları ve özel teknikler öneriyorlar.
Kod Adı Ceyda
Müzeyyen Yılmaz
Birharf Yayınları
Şubat 2005, 292 sayfa
Ceyda genç ve başarılı bir komiserdir. Polislik mesleğine hayatını adamış, görev aşkıyla hayata tutunmaktadır.
Bir gün uyuşturucu şebekesinin çökertilmesi için yürütülen bir operasyonda genç ve yakışıklı bir komiser ile beraber çalışmak zorunda kalır, ama Ceyda yalnız çalışmayı sevmektedir. Bundan sonra Ceyda için hem tatsız hem de ilginç olaylar yaşanmaya başlayacaktır. Genç komiser Kemal onun ortağı olarak hayatının her noktasında yer almaya başlar, Ceyda'nın asi ruhu yaşadıklarını kabul edememektedir.
Müzeyyen Yılmaz, polisiye öyküsünün ilk serisi Kod Adı C.E.Y.D.A. ile macera dolu sürükleyici bir kurguyla karşımıza çıkıyor.
Çakır Keyif Düşlerde Aymak
Zeliha Özata
Nokta Kitap
Şubat 2005, 136 sayfa
sevgiye atıf / seni görmek istedi gözlerim / kaybedilmiş yılların uzunluğunda / seni tutmak istedi ellerim / ellerinin dingin sıcaklığında / usulca aldım seni hayalime / öyle sıkı tuttum ki / seni ufalttım / neyi kaybettiğimi / bilmeden!
Sevgiliye
Rüyhan Duralı
Kar Yayınları
Şubat 2005, 328 sayfa
Büyük bir aşka ve sevgiliye ithafen yazılmış gerçek bir aşk öyküsü... / Her şeyin başlangıcı aşk, / Sen bana, ben sana aşık olduk sonunu düşünmeden!!! / Aşk da bu değil mi zaten? / Aşk merakı; merak, özlemi getirdi... / Özlemin ne kadar acı verebileceğini ne sen ne de ben düşünebildik... / Özlem acıyı; acı, ihaneti... / İhanet, hırsı; hırs, ayrılmayı... / Ayrılık alışkanlığı getirdi. / Sevmek de nereden geldi?
Bir yanda mesleğine âşık, hayatta tutunmaya çalışan bir gazetecinin, Rüyhan Duralı'nın, bir yanda ise ailesi ve çevresine rağmen ölümüne seven dünyalar güzeli bir kızın, Sevgili'nin, yaşadığı hayatınıza damgasını vuracak bir aşk hikâyesi... Bu kitapta yaşanmış mucizelere tanık olacaksınız... SEVGİLİYE ile bir aşkın her anına; sevince, sevgiye, hasrete, ölüme, aldatmaya, aldatılmaya, çaresizliğe ortak olacaksınız...
Menopoz Gerçeği
Christiane Northrup
Ocak 2005, 559 sayfa
Menopoz her kadının uyanışıdır... bedenlerimizi, beyinlerimizi ve ruhlarımızı tedavi etmek için çok büyük vaatler veren bir aşamadır."
Menopoz Gerçeği kadın sağlığının en fazla yanlış algılanan konusunda yepyeni bir bakış açısıyla geleneklere meydn okuyor. Dr. Northrup bu "değişimin" yalnızca "düzeltilmesi" gereken bir dizi fiziksel semptom olmadığını, ergenlik çağından bu yana gelişme konusunda en büyük fırsatı yaratan bir beyin / beden devrimi olduğunu iddia ediyor. Bir kadının bu aşamada, ilişkilerinin kalitesinden, beslenme alışkanlıklarının kalitesine kadar karşısına çıkan seçenekler, yaşamının geri kalanında sağlığını garantileyecektir. Kişisel ve çok şaşırtıcı klinik öykülerle Dr. Northrup bazı noktalara açıklık getiriyor:
Dr. Northrup'un klasikler arasında yerini alacak olan kitabında kadınların menopoz aşamasını bireysel güç ve pozitif enerji kazanma dönemine çevirip öncesine oranla nasıl daha akıllı, daha sağlıklı, beyin ve beden açısından nasıl daha kuvvetli olabilecekleri gösteriliyor.
Özel İsimler Sözlüğü
Amélie Nothomb
Ocak 2005, 85 sayfa
Bir isim, bir insanın yazgısını etkiler mi? Farklı bir isme sahip olmak, özel bir kişiliğe sahip olmak demek midir? Romanımızın kahramanı Plectrude'ün kaderi tüm bu soruları sorduruyor bize. Annesi hamileyken babasını öldürmüş, sonra da kendini asmıştır. Plectrude teyzesi ve eniştesi tarafından, onların çocuklarını kendi kardeşi bilerek büyür. Ailenin en ilgi çekici çocuğudur o. Annesi, yani teyzesi, kızına tapmaktadır. Özel biridir Plectrude. Güzel ve etkili biri... Annesine göre dansçı olacaktır. Gerçekten de zamanla dans tek yücelik olur onun için. Ta ki eğitimini aldığı bu sanatı kemiklerindeki hastalık yüzünden artık icra edemeyeceğini öğrendiği güne kadar. İşte o gün Plectrude'ün hayatı bir kez daha değişir.
Amélie Nothomb kısa ama etkili romanlar yazma konusunda uzman biri. Kara mizah yanı ağır basan romanların yazarı o. "Özel İsimler Sözlüğü" de bu kuralın dışına çıkmıyor. Okuyucusunu sarıp sarmalıyor ve hedefini on ikiden vurmayı başarıyor. Nothomb, bu romanında ailelerin çocuk yetiştirirken gösterdiği bencillikten, sıradan insanların aptalca kaderciliğinden, çılgın bir dünyadan söz ediyor. Sıradışı bir ailenin hayatını anlatıyor, ama sıradan insanların davranışlarından dem vuruyor. Olağanüstü kurgusu, çarpıcı sonuyla bir peri masalını andırıyor "Özel İsimler Sözlüğü". Edebiyatseverlerin keyfini yerine getirecek bir roman...
Kadının Macerası
Berfin Karabağ
Peri Yayınları
Ocak 2005, 95 sayfa
Kadın sorunu ile ilgili azımsanmayacak konular ele alındı, yazıldı; farklı bakışlar tartışıldı. Sorun tartışıldıkça, üzerindeki sis perdeleri de aralandı. Asil sahipleri, sorunu kendi yörüngelerine çekmeye çabaladı. Tabular yıkıldıkça, tabucular sorunu çarpıtmaya çırpındı, fanatikliklerine `haklı kılıf aramanın telaşına girdiler. Oysa tekniğin, telekomü-nikasyonun, basın ile iletişim ağı ve araçlarının insanlığa sunduğu bu müthiş gelişim karşısında, hiçbir şey tarihin karanlıklarında kalamazdı.
Söylenenler, koyulan kurallar, itirazlar, açıkça ortada!
Benimkisi, tarihin garip kavşaklarında, erkek egemen sistem tarafından kaybedilen kadının manevi hazinesine ulaşmaya çalışmaktı. Bu bir bilmek, bilinçlenmek, araştırmak işiydi. Zaten zorunlu günlük işlerimden arta kalan zamanım daha çok böyle geçiyordu.
Bir dönem sonra sohbet ettiğim kimi insanlar, bu arayıştaki çabalarım sadece bende, beynimde kalmaması gerektiğini, bunu somutlaştırmamın, insanlarla paylaşmamın şart olduğunu söylediler. Doğrusu bir kitap çalışmasına girişmeye pek cesaretim yoktu, ama insanın bildiklerini kendisiyle mezara götürmesinin pek bir şeyi ifade edemeyeceğini de kavramıştım. Sonra adeta bu insanların beni cesaretlendiren sesleri, kulağımda şu söylemi yankılatır oldu:
'Haklı olduğuna inandığın çabanı bağır herkes duysun!..'
'Evet, bağırmalıydım ve duymalıydılar beni!..'
İşte bu çalışmanın oluşum serüveni özce böyledir. Şimdi sizinle birlikte konuşabiliriz!.. Tartışabiliriz!.. Ve şimdi bunun mutluluğunu yaşıyorum! Sevgili okurlar!..
Berfin Karabağ
Evlilik Cennetinden Kaçış
Constance Beresford Howe
Gendaş Yayınları
224 sayfa, Ocak 2005
Eva Carroll bir gün, kırk yıllık kocasını terk eder, bu hareketi önceden planlamamış, olay kendiliğinden gelişmiştir. Ancak, Eva bu konuda ne suçluluk ne de pişmanlık duyar. Bunun yerine tekrar gençleştiğini ve özgürleştiğini duyumsar. Bir pansiyonda kendisine yeni bir yaşam kurarken, mutluluğu, bağımsızlığı ve hiç ummadığı bir anda da aşkı keşfeder.
Constance Beresford- Howe'un, evlilikten kaçışın hem keyifli hem de bedeline çok insani bir bakış sunan, sevilen romanı; mayoş, eğlenceli ve anlayışlı...
Evlilik ve Ahlak
Bertrand Russel
Kaknüs Yayınları
17 Sayfa, Ocak 2005
Gençsin ve evlenmek istiyorsun. Ama de bana, sen kendini kurmuş bir adam mısın? Yoksa bu isteminde dile gelen içsel sıkıntıların, giderilmemiş arzuların, yalnızlığn mı var. Eğer böyle ise süslü bir yalan, senin evlilik dediğin. Tolstoy'un akibetine uğrayacaksın böyle yaparsan. Evlilik bir okyanus olacak senin için; ne içebilecek ne de geçebileceksin onu. Sokrat'ın 'karın iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursun' söylemini şiar edineceksin. Eşin, kendisini seçmenden ötürü hiçbir zaman affetmeyecek seni. Belki de evliliği yadsıyacak ve şöyle diyeceksin: "insanların birbirini tanımadan evlenmesi çok doğal. Eğer tanımış olsalardı evlenmezdi."
Sevgili okuyucu! Evliliği, Tanrı'nın insanlara verdiği en büyük ceza olarak görmek istemiyorsan kendini görmeye bak. Evlilik yardımcın olsun.
Erkekler Kadınlardan Neden Korkar
288 Sayfa, Ocak 2005
1984'te Psikanaliz Maurice Bouvet Ödülü'nü alan Paris Psikanaliz Derneği'nin asil üyesi olan Cournut, 2003'teki ölümünden önce aynı derneğin başkanlığını da üstlendi. Öteki yapıtlarından bazıları şunlardır: L'ordinaire de la passion, PUF, "Le fil rouge", 1991; Psychanalyse et sexualité, Dunod, "Inconsient et culture", 1996; Épître aux dipiens, PUF, "Épîtres", 1997; Le mal-être, P. Israël, A. Jeanneau, J. Schaeffer ile birlikte, PUF, "Débats de psychanalyse", 1997; Pratiques de la psychanalyse, J. Schaeffer ile birlikte, PUF, "Débats de psychanalyse", 2000.
Aşkı Seven 5 Kadın
Ihara Saikaku
Truva Yayınları
128 sayfa, Ocak 2005
İhara Saikaku tarafından kaleme alınan "Aşkı Seven Beş Kadın" doğunun güneşi Japonya'dan derlenen ilginç bir öykü koleksiyonu. Beşer bölümden meydana gelen beş ayrı öykü,bir zamanların Japonya'sında baş yapıt olarak kabul edilen bir çalışma.
İşsiz tabakanın, lekelenmiş kadınların ve tüccar kesimin şehvetlerine, arzularına, maddi ve manevi zevklerine o yüzyılın bakış açısıyla bakan, ama modern dünyamıza aşkın kutsallığına dair değerli öğütler veren bir Uzakdoğu klasiği.
Öyle ki, bu öykülerde modern zamanların teknikleri, modern zamanların güzellikleri ve modern zamanların aşkları yok. Bu öykülerde kirlenmiş aşkların kirli çamaşırları da yok!
Kadın Dervişler
İbrahim Bahadır
Su Yayınları
272 sayfa, Ocak 2005
Günümüzden bin yıl önce, çok geri olarak tanımlanan bir dönemde kadının yüklendiği misyon, feministleri bile kıskandıracak düzeydeydi. Bugün örneklerini göremeyeceğimiz görüntülerin bin sene önce tekkelerde yaşanması oldukça ilginçtir.
Bu tekkelerde yalnızca erkek dervişler değil, kadın dervişler de bulunmaktaydı. Tekkelerde kadınların mürşit ve şeyh konumuna kadar geldikleri, hatta çevrelerinde çok sayıda erkek müritlere sahip oldukları bilinmektedir.
Kitap, cahiliyeden günümüze kadın dervişleri ve dervişan geleneğini incelerken, Türkiye özgülünde de il il, isim isim, kadın dervişleri araştırıp; onların zaman içinde evliya / eren / ana / bacıya nasıl dönüştüğünü, adlarına yapılan türbeleri ve adreslerini içermektedir.
Marta Veneranda'nın Yasak Hikayeleri
Sonia Rivera Valdes
Agora Kitaplığı Yayınları
215 sayfa, Ocak 2005
Marta Veneranda, tez hazırlayan bir doktora öğrencisidir. Seçtiği tez konusu ise, insanların hayatlarındaki en 'utanç verici', en 'yasak' hikayeler. İnsan ruhundaki hiçbir sınır tanımayan cinsel haritanın en dipsiz, en kuytu köşeleri. Okuru, suçlu ya da suçsuz olmanın önemini yitirdiği, en insani hezeyanların cirit attığı bu yasak bölgede, eşcinsel dürtülerin beklenmedik baskınıyla, öldürme hissinin doğallığıyla karşılaştıran yönlerimiz.
Yazarın, Anais Nin'i hatırlatan pervasız, cüretkar ve iğneleyici diliyle, Anglo ve Latin kültürlerinin karşılaşmasını, buradan doğan çatışma ve imkanları ve Amerika'da göçmen olmanın sarsıntılı boyutlarını gözler önüne serdiği, bizi yer yer güldüren, yer yer kışkırtan, en çok da kendi ruhumuzun derinliklerinde biriktirdiğimiz gizli arzulardan dolayı şaşkınlığa sürükleyen hikayeleri... Marta Veneranda'nın yasak hikayeleri...
Aldanış
217 sayfa, Ocak 2005
Ölüm ayırdı Gönül ile Yavuz'u... Ama aslında çoktan ayrı düşmüşlerdi onlar. "Doğru" bir evlilikti görünüşte. Gönül doğru bir kadın, Yavuz doğru bir erkek... Ama sırlar vardı bu evliliğin temelinde... Yavuz'un ölümüne kadar gizli kalan sırlar... "Aldanış", işte tam bu noktada başlıyor. Bir kadının kocasının ölümünden sonra evliliğini, kocasını ve kendini keşfetmesine tanık ediyor bizi. "Gerçek nedir?" diye bir soru takılıyor kafamıza. "Birini gerçekten tanımak mümkün müdür?" En yakınımızda olanları bile es geçmek... Hepsinden önemlisi insanın kendini, kendi kişiliğini es geçmesi mümkün müdür?
İnci Asena ilk romanında bir kadının ağzından hayata dair önemli sorular soruyor. Ama bunu yaparken, okuyucusunu kavramayı da ihmal etmiyor. Romanın kahramanı Gönül okuyucunun bir parçası oluyor ister istemez. Okuyucu ile Gönül bir oluyor. Bir kadını ya da kendinizi ya da insanı keşfetmek için okunması gereken kitaplardan biri "Aldanış".
Fahişe
Nelly Arcan
Ayrıntı Yayınları
154 sayfa, Ocak 2005
Bu yarı otobiyografik romanda romantik bir hikaye anlatılmıyor. Öyle maddi imkânsızlıklar yüzünden kötü yola düşen, çileli bir hayat sürdükten sonra filmlerdeki gibi trajik bir ölümle hayata veda eden "altın kalpli" bir fahişe beklemeyin sakın. Bir yandan yakasını bırakmayan baştan çıkarma arzusu, bir yandan da hayatının kendisini ölümün kıyısına getiren bir seyir izlemesi yüzünden fahişeliğe sürüklenen genç bir kadınla; klişelere sığmayacak kadar gerçek, ete kemiğe bürünmüş bir fahişeyle karşı karşıyayız. Bu en eski mesleği icra ederken ölmüş kız kardeşinin adını kullanan, kendi yarattığı cehennemden bir çıkış yolu ararken ailesini, arzularını, seçimlerini sorgulayan...
Nüvesini masum bir günlük oluşturmuş bu romanın. Nelly Arcan yirmili yaşlarının başında Montreal'de fahişelik yaptığı sıralarda yaşadığı duygusal çalkantıları; kendi geçmişi, kişisel tarihi ve kadınlığı üzerine düşüncelerini yazarken, günlüğünün sayfalarından yükselen umarsızlık ve öfke dolu çığlığın günün birinde kendisine edebiyat dünyasının kapılarını açacağından habersizdi elbette. İçinde hem arkaik hem de rahatsız edici bir şeyler barındıran bir hazzın ve mahremiyetiyle utanç veren bir yıkımın çığlığıydı bu.
Arcan'ın hayata uyanışının evrelerini, yıllara yayılan bir "cehenneme iniş" sürecini bir monolog, bir iç dökme şeklinde anlattığı Fahişe, Fransa'da yayımlandığında o bildik, yavan "edebiyat mı, değil mi, özyaşam ne denli edebiyat olabilir" tartışmasını bir kez daha gündeme getirdi. Öyle ya, yaşanmış deneyim, edebiyat olabilir miydi? Öyleyse herkesin hayat romandı.
Fahişe her ne kadar gerçekçi bir roman, bir otobiyografi, itiraf, tanıklık olarak sunulsa da, Nelly Arcan "edebi bir tarafgirliğin ve nefretin estetiğinin" kendisini zaman zaman gerçeklikten uzaklaştırdığını söylüyor. Zira o, ne katışıksız kurmacaya ne de katışıksız otobiyografiye inanıyor.
21. yüzyılın başmda kadın erkek ilişkilerine dair radikal bir kitap.
Stanley Pean, Librairie Pantoute
Sütü Küstürmek: Almanya'daki Anadolu Kadınları
Metin Gür
Günizi Kitaplığı Yayınları
319 sayfa, Ocak 2005
Almanya'da serpilip gelişen Türkiye kökenlilerin ilk ataları epey yazıldı ama, analarına çok az değinildi. "Almanya'ya giden işçi" denildi mi akla hep güçlü kuvvetli, taşı sıksa suyunu çıkarır yirmi dört, yirmi beş yaşlarında askerliğini yapmış delikanlılar gelirdi. Gelenek ve törelerin daha çok geçerli olduğu Anadolu'dan on beşine, on altısına yeni girmiş kızların yaşlarını büyüterek, on sekiz yaşında olduklarını resmi belgeyle kanıtlayıp Almanya'ya işçi olarak gidişleri genel olarak dikkati çekmiyordu.
1965'te Almanya'daki işçileri görmeye giden Bülent Ecevit, gördüklerinden, duyduklarından o kadar etkilenir ki dönüşünde şu şiiri yazar:
"Her sabah yabanda uyanır
Her gece yurdunda uyurdu
Öylesine yakın yurduna
Öylesine uzakta yurdu!..
Uzakta bir ocaktır
Yanar yüreğinde memleketi
Ellere verir çaresiz
Ellerindeki bereketi!..
Yurda mı yabancı
Yabanda mı bilemez
O bir konuk her yerde
O bir özlem bir acı..."
Bu yapıt, kadınlarımızın bitmek bilmeyen bu uzun yolculuğunun belgesel bir öyküsü. Acılı Ekmek'in peşinde bir ömür tüketenlerin kendi dillerinden özlemlerini, duygularını, dirençlerini, sevgilerini, el kapılarında yaşanan sıkıntılarını yansıtıyor.
Hayata Merhaba
Filiz Akın
Epsilon Yayınevi, Ocak 2005
160 sayfa
Kanser nedeniyle kemoterapi tedavisi gören sinema sanatçısı Filiz Akın kitabı için şunları söylüyor:
"Ben bu kitabı, sağlığı yerinde olup tek derdi can sıkıntısı olanların sağlıklarının kıymetini bilmeleri için, hasta yakınlarına sevgi ve şefkat göstermeleri ve hasta olanlara moralin gücünü anlatmak için yazdım. Can çiçekleri gibi inançla, inatla hayata tutunanların iyileşmeleri, hatta imkansızı başarmaları bile mümkün. Şimdi de bu kitapla size ve hayata merhaba demek istedim."
Kadın Başımıza
Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER)
2003-2004 dönemi Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsili Kampanyası'nı anlatan "Kadın Başımıza", KA-DER Ankara'nın girişimiyle piyasaya çıktı.
Kitap, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Danimarka Büyükelçiliği tarafından desteklenen "Kadın Başımıza" kampanyasıyla aynı adı taşıyor. Kitapta, kampanya kapsamında kadınların siyasete etkin katılımı için gerçekleştirilen faaliyetler çok boyutlu bir şekilde ele alıyor. Kitapta kadınların siyasal yaşamda varlıklarını artırmaya yönelik çabaları, "Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsilci Eğitici Eğitimi", "Yerel Yönetimler ve Kadın Panelleri", "Yerel Eğitimden Notlar" gibi bölümlerde aktarılıyor.
Bukalemun Erkek
Ayşe Saraçgil
İletişim Yayınları, Ocak 2005
445 sayfa
Ataerkillik, gerek bilimsel dilde gerekse günlük dilde 'uluorta' kullanıldığı için anlam kaybına uğramış bir kavram. Kimi zaman fazla geniş kullanılıyor, kimi zaman fazla dar. Kimi zaman -"maçoluk" eşliğinde- küçümseyici, aşağılayıcı bir ifade olarak kullanılıyor, kimi zaman da 'teknik' bir terim olarak uzmanlık jargonuna sıkışıyor. Bu eserde Ayşe Saraçgil, ataerkillik kavramına açıklık ve genişlik kazandırıyor. Ataerkilliği, aile yapısı modeli olmanın ötesinde; toplumların dünyayı algılama biçimlerini, toplumsal deneyimin birikimini ve iktidar mekanizmalarını belirleyen yapıların bütününü ifade eden kilit bir kavram olarak ele alıyor.
Bu çözümlemeyi, Osmanlı İmparatorluğu'ndan modern Türkiye'ye uzanan modernleşme sürecine bakarak yapıyor yazar. "Resmen" ve yukarıdan aşağıya bir yöntemle başlatılan kurumsal modernleşme sürecinin ataerkil yapılarla girdiği etkileşim, bu süreci kavramanın temel önemde bir boyutu. Zira geleneksel ile modernin, birey ile cemaatin, çocuğa ve kadına ayrılmış 'iç' ile toplumsal hayatın cereyan ettiği 'dış' arasındaki zaman zaman çatışmaya yol açan gerilimin odağında, ataerkil yapılarla modernizm arasındaki 'pazarlıklı' ilişki var.
Ayşe Saraçgil, tüm bu yapıların, çatışmaların, değişimlerin ve değişmeyenlerin edebiyattaki yansımalarını, yüz elli yıllık değişim sürecinin sınır ve sonuçlarını inceliyor.
Kedilere Dair
Doris Lessing
Metis Kitap, Aralık 2004
144 sayfa
Kedilere yakın yaşayan herkesin bildiği gibi onlar hakkında genelleme yapılamaz. Her biri apayrı karaktere sahip yaratıklardır kediler, basbayağı "birey"dirler. Has bir yazar olan Lessing de bunun gayet farkında olduğu için kedi ırkına bir güzelleme yazmak yerine, hayatına girmiş kedilerin hikâyelerini, hiçbir süslemeye başvurmadan anlatmayı tercih ediyor. Ama bazı kedilerin güzelliğiyle büyülenmekten de kendini alamıyor:
"Bej renkli, ... ön ayakların bitiminde gümüşe çalan patiler. Kenarları beyazla çerçevelenmiş olduğu için simli gibi duran kulaklar dikilip, öne arkaya oynardı; dinleyerek, algılayarak. ... Kuyruğu, ucu sanki diğer organlarının alamadığı mesajları alıyormuş gibi, bir başka boyutta oynardı. Hava kadar hafif, pür dikkat oturur, tüyleriyle, bıyıklarıyla, kulaklarıyla, bütün varlığıyla, bakar, işitir, hisseder, koklar, içine çekerdi. Eğer balık sudaki hareketin somutlaşmış, şekillenmiş haliyse, endamına bakılırsa kedi de hissedilmeyen havanın çizgiye dökülmüş ve biçimlenmiş hali.
Ah kedi; derdim, daha doğrusu tapınırdım: Güzeeeel kedi! Nefis kedi! Zarif kedi! İpek kedi! Tüylü baykuş gibi yumuşacık kedi, kelebek patili kedi, süslü kedi, inanılmaz kedi! Kedi, kedi, kedi, kedi."
Aldanış
İnci Asena
Doğan Kitap, Ocak 2005
217 sayfa
Ölüm ayırdı Gönül ile Yavuz'u... Ama aslında çoktan ayrı düşmüşlerdi onlar. "Doğru" bir evlilikti görünüşte. Gönül doğru bir kadın, Yavuz doğru bir erkek... Ama sırlar vardı bu evliliğin temelinde... Yavuz'un ölümüne kadar gizli kalan sırlar... "Aldanış", işte tam bu noktada başlıyor. Bir kadının kocasının ölümünden sonra evliliğini, kocasını ve kendini keşfetmesine tanık ediyor bizi. "Gerçek nedir?" diye bir soru takılıyor kafamıza. "Birini gerçekten tanımak mümkün müdür?" En yakınımızda olanları bile es geçmek... Hepsinden önemlisi insanın kendini, kendi kişiliğini es geçmesi mümkün müdür?
İnci Asena ilk romanında bir kadının ağzından hayata dair önemli sorular soruyor. Ama bunu yaparken, okuyucusunu kavramayı da ihmal etmiyor. Romanın kahramanı Gönül okuyucunun bir parçası oluyor ister istemez. Okuyucu ile Gönül bir oluyor. Bir kadını ya da kendinizi ya da insanı keşfetmek için okunması gereken kitaplardan biri "Aldanış".
Ateşböceklerinin Mevsimi
Maeve Binchy
Doğan Kitap , Ocak 2005
620 sayfa
Maeve Binchy'yle İrlanda'ya yolculuklarımız sürüyor. Bu yolculuklarda İrlanda'nın köy ve kasabalarında insana dair ne varsa çıkıyor karşımıza. Sevgiler, aşklar, ümitler, hayal kırıklıkları, korkular, yalnızlıklar ve kalabalıklar... Binchy, her zamanki gibi insanı anlatıyor. Sade ve akıcı bir dille... Birçok insanın hikâyesine aynı mesafeyle yaklaşarak, okuyucusunu derinden etkilemeyi başarıyor.
Bu kez 1962 yazına dönüyoruz onunla birlikte. Küçük bir İrlanda köyüne. Amerikalı bir milyonerin gelişiyle birlikte hayatı değişiyor bu köyde yaşayanların. Köy yaşamının sükûnetine çalkantılar katıyor yazarımız. Dantel perdelerin gerisinde kalan sırları kurcalıyor, bizi bir genç kızın dudağına kondurulan ilk öpücüğe, çocukların yaz oyunlarına, beklenmedik hamileliklere, ani ölümlere tanık ediyor. "Ateşböceklerinin Mevsimi" bir yerlere, birilerine ait olma isteğiyle yanıp tutuşan, bunun eksikliğini çeken kahramanların romanı. Tanıdığımız, bildiğimiz, yakınımızda duyumsadığımız insanların... Her Binchy romanı gibi "Ateşböceklerinin Mevsimi" de huzur bulduğunuz bir yuva olacak. Onu da diğerleri gibi son sayfasına kadar elinizden bırakamayacak, bu sıcaklıktan vazgeçemeyeceksiniz.
Adını Kader Koyduk, Kadın Açık Cezaevinden Notlar
İlkay Savcı
Phoenix Yay., Aralık 2004
271 sayfa,
"Elişimizi alırız, hemen güneş doğmuşsa bahçeye çıkarız. Toprağa basıyoruz, yeşillik ağaçları görüyoruz, yani bu sene meyveleri gördüm, demek ki üç sene görmemiştim meyveleri... Bu sene gördüm. Yani aynı bir şey (ama) insan unutuyor... Yani çiçeğe ota da eli değse, yani toprağa elim(iz) değse yetiyor bize."
Bir hükümlünün şiirsel üslupla dile getirdiği duygularını defterimizin bir köşesine not almışız. Şöyle diyor: "Sırtımı ağaca dayar, gözlerimi göğe çeviririm ve içimden şöyle derim: İşte yaşamak bu! Ağaca dokunmak duvardan atlayıp gelen kediyle yarenlik etmek, bizim açık cezaevimiz bu! Özgürlük elimin altındaki yaprakta, dokunduğum toprakta..."
"Mahkum gece yaşar... Neden? Başımızı yastığa koyduk mu gecler uzar kabus başlar, o nedenle en iyisi uyumamak, bir şeylerle meşgul olmaktır. Hele kapalılarda yüzde doksan hayat geceleri yaşanır..." "Biz topluma ayak uydururuz, ya onlar bize ayak uydurabilir mi?"
"Cezaevinde sigorta edilmek insan yerine konduğum için, bir yere kaydedildiğim için önemli..."
"Hükümlünün mektubu, görüşçüsü, parası, bunun üçü olduktan sonra cezaevinde kalabilirsin..."
Bir Yalnız Diva, Suna Korat
Deniz Banoğlu
194 sayfa, Aralık 2004
"Bir Yalnız Diva", iki yıl önce yitirdiğimiz opera sanatçısı Suna Korat'ın yaşamöyküsünü anlatıyor. Sanat, müzik, sahne, opera ve müzikle geçen bir yaşamöyküsüdür bu... Ankara'dan İstanbul'a, Türkiye'den Avrupa, Amerika, Rusya ve Afrika'ya uzanan sanat köprüsünde, salt mutluluklarla, alkışlarla, başarılarla değil, üzüntülerle, yılgınlıklarla, hayal kırıklıklarıyla, umutsuzluklarla sarmalanan bir ömür, beklenmedik bir anda, ama belki yine kendisinin istediği biçimde son buluyor...
Gazeteci yazar Deniz Banoğlu'nun yazmış olduğu "Bir Yalnız Diva, Suna Korat", okuru sesiyle dünyayı büyüleyen bir sanatçının iç dünyasıyla tanıştırıyor. Ayrıca çok önemli bir görevi de yerine getiriyor. Yeni yetişen opera sanatçılarına, aslında daha da geniş düşünürsek tüm sanatçı adaylarına, geride kalmış sanat günlerini sunuyor. Sanatçı olsun olmasın okuyan herkesin alacağı dersler var bu yaşamdan. Ve tabii tutkuyla yaşanmış bir hayata tanık olmanın sonsuz keyfi...
Taş ve Ten
İnci Aral
Epsilon Yayıncılık
231 sayfa, Ocak 2005
Ulya, bir heykel sergisi açmak üzere Almanya'ya giderken yıllardır birlikte yaşadığı erkekle yol ayrımına varmış olduklarının farkındadır. Bu beraberlikle aşktan korunmuş ama yüreğini çoraklaştırmıştır. Öte yandan teninde ve ruhunda ilk gençliğinde yaşadığı ve unutmak için çaba harcadığı büyük bir aşkın ve yıkımın izleri vardır.
Ulya'nın geçmişini geri çağıran, susamış ruhunu canlandırıp uykudaki bedenini uyandıran, Hamburg'da, onu evinde konuk eden Sina olacaktır. Bu çocuksu genç adam, yirmi yıl önceyle şimdinin garip bir biçimde örtüştüğü bir yanılsamaya, büyük bir altüst oluşa sürükler dingin, durmuş oturmuş Ulya'yı.
Eski aşkı, çocuğunun babası 'B'nin imgesi ile Sina'nın varlığı birbirine karışır zihninde. Her şey bir tekrara dönüşmüş gibidir. Yalnızca dört gün sürse de geniş mekân ve zamanlarda gezinen bu serüven, olgun bir kadınla ondan daha genç bir erkek arasında, acıya tanıdık, birbirine yabancı ve aykırı olmanın baştan çıkarıcı duygu ortamında yaşanır. Öyle içten ve yoğundur ki, sessizlik olmazlıkla şiddetlenen bir tutkuya dönüşür.
Taş ve Ten; bir aşkın yeniden tasarımı, gecikmiş bir sıçrama anıdır. İki insanın ölümcül acılar, düş yıkımları ve korkularla yazılmış kişisel tarihlerini ve yüreklerini birbirlerine açarken kaybetmeye yaktıkları ağıttır. Bölüşerek suskunluğu aşma duygusu, arzuların ve ruhun dünyasına özgürleştirici bir yolculuktur.
Gidersen Ölmem
Tülay Ferah
Epsilon Yayıncılık
255 sayfa, Kasım 2004
Terk edilme üzerine yazılmış bir ağıt!.. Başak yirmi altı yaşında, yalnız yaşayan bir genç kız.
Hani bahar mevsimi geldiğinde, erkeklerin aşık olmayı istediği kızlardan, ama o beyaz atlı prensin gelip kendisini kurtarmayacağını biliyor. Kurtarılmayı da istemiyor. Düşünüyor, sorguluyor, kolay kabul etmiyor, içinde kopan fırtınalar yüzünden küfrediyor, gizli dramlarıyla baş etmeye çabalıyor. Her insan gibi onun da korkuları var: Terk edilmekten korkuyor. İşinden atılmaktan korkuyor. Geçmişindeki kırılmalar ve kent yaşamının ağır baskısı onu her türden ilişkisini yeniden düzenlemeye zorladığından gençliğini istediği gibi yaşayamıyor. Ve bu ruh hali içinde evli bir erkekle ilişkiye giriyor...
Terapi
Levent Mete
152 sayfa, Kasım 2004
"Sen benim annemsin işte. Ne var bu kadar ince sorgulamalara girişecek? Seni annem yerine koyuyorum, izin verirsen. İzin ver lütfen, çünkü buna karar verdim ve ihtiyacım var," diye bağırmak, üzerine atlayıp bu soğuk ve mesafeli tavırları yırtıp parçalamak, altındaki gerçek insana sarılıp "Beni kurtar ne olur," diye yalvarmak istiyordum.
Geçtiğimiz yıl "Büyücüler" adlı romanıyla ilgi toplayan yazar Levent Mete, "Terapi"de insan ruhunun şaşırtıcı serüvenlerini anlatıyor. Acılar içinde yaşanmış bir çocukluk; genç karısını sürekli döven sarhoş bir baba, kocasından başka herkesle birlikte olan bir anne ve kendine yeni bir aile arayan genç bir kız... "Terapi"nin anlatıcısı, bir genç kadın; yalnız başına yaşamak zorunda ve yolu hayat kadınlığına uzanmış. Yaşadığı bunalımlar onu terapist bir çiftin kapısına sürüklüyor. Terapist çift iki ayrı muayenehanede çalışıyor ve hasta da onların yanında iki ayrı kişilik sergiliyor. Ancak bu meydan okuma, bu kişilik parçalanması, ona bir sürpriz hazırlıyor.
Zekice yapılmış kurgusu, canlı, yaşayan karakterleri ve insan ruhu üzerine giriştiği cesur yolculuğuyla Terapi, edebiyatımızda benzerine kolay kolay rastlayamayacağımız, unutulmaz bir roman.
Tek Bacaklı Kızıl Balerin
Tuna Serim
Nokta Yayınları
372 sayfa, Kasım 2004
Gerçek bir kadının yaşam öyküsü... Hep uçlarda dolaşan bir kadının; yaşamla ölüm, aşkla nefret, zirveyle uçurum, korkuyla cesaret, fedakârlıkla intikam, geçmişle gelecek, gazete manşetleriyle polis bültenleri... İnce, yüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde dans ederek yürüyen, önüne gelen her şeyi ezip geçen bir kadın...
Ardında bir savaş alanı bırakıyor, yakılmış, yıkılmış tam bir enkaz. Filiz Kansu bir anarşist olarak başlamış yaşama; gemiler kaçırmış, yürüyüşlerde öldürülen arkadaşlarının hesabını sormuş... Sonra sosyetenin zirvelerinde koşmuş, koşmuş ve bir gün kendini aşağılara bırakıvermiş. Düşerken pek çok parçası kayalara takılıp kopsa da o yürümeye devam etmiş... Özünde geçmişten geleceğe binlerce kadını barındırarak ve bir şövalyenin korkusuz yüreğini taşıyarak... Ölümle yüzleştikten sonra yapması gerekenleri tamamlamak için geri dönmüş, her gün yanıp, kendini küllerinden yeniden yaratarak... Ve aşk onu biçimlendirmiş, kendi de aşkı biçimlendirerek, beynindeki erkeği karşısına çıkanlara yamayarak...
Korkunun Irmağında
Suzan Samancı
152 sayfa, Kasım 2004
"Korkunun Irmağında", şimdiye kadar dört öykü kitabı yayımlanan Suzan Samancı'nın ilk romanı.
"Susuyorduk. Susturuluyorduk... Islak yataklarımızda ancak geceleri konuşabiliyorduk. Nemli karanlıkta sözcükler ıslığa dönüşürken, biçim değiştiren yaşlı çatılara bakıyorduk; sağır ve dilsiz gibiydiler.
Gündüz yataklarımızı ıslatan, kalaslarla saldıran haki renkli adamları kalın enselerinden tanıyorduk; yüzleri yoktu, sesleri de... Ay ışığı yataklarımızın üstünde solarken, kol kola giriyorduk. Ellerimizi yumruk yapmaktan yorulmuyorduk; yorgunluğumuz yedi canlı kediydi, diriliveriyorduk. Sesimiz karanlıkta uzayıp giderken ant içiyorduk..."
"Hep aynı düşle uyanıyorum. Bu tatlı düşü kimseciklerle paylaşamam... Tatlı bir haleyle kuşatılıyorum; o kuşatılmışlığın rehavetiyle irkilince, hüzün yüklü bakışlar hiç peşimi bırakmıyor. Yürümek istediğimde korkularım dolanıyor ayaklarıma. İşte park! Usta bir ressamın tuvalinden fırlamışçasına rengârenk çiçeklerin arasında dem çeken mülteciler... Uçuşan kuş sürüsü... Bazen kuş oluyorum yöremin gökyüzünde... Bir an uzayıp giden yaralı bir ses... Kentin sessizliği iliklerime dek işlerken, yabancılığımı elle tutacağım neredeyse...
Odanın içinde dolanıp dururken, yakınlaşan gökyüzüne bakıyorum; her şey boş bakışlı insanlara dönüşüyor. "Yüreğim ve aklım!" diyorum. Sivri kuleli bakımlı çatılar, aynı boy ağaçlar, tertemiz caddeler yöremin yoksulluğunu ne çok anımsatıyor. Zaman kuşu çarmıha gerilmiş inliyor. Gözlerim yabancılığa, yorgunluğa direniyor. Hızla akan trenler, kilisenin çanları uzayıp gidiyor. Bilincimde uçsuz bucaksız çöller, ovalar canlanırken, dağlar, tepeler yarılıyor, akan ırmağın derinliğinde."
Bir Akdeniz Kedisinin Hatıraları
Şükran Yiğit
159 sayfa, Aralık 2004
Doli bir delikanlı. Doli Akdeniz'li. Doli bir kedi. Hayrettin Amca, Dolores, Gizem, Paçavra, Çikin, Güzel Romedyos, Lale, Viyan, Adsız, Kılark ve diğer kedilerle ve biraz da insanlarla birlikte hayatın küçük, ama büyük sırlarını çözmeye çalışıyor. Elimizde Doli'nin günlüğü, arkamızda Kaş güneşi, önümüzde Akdeniz mavisi hayat detektifliğine doğru sessiz, sıcak ve mavi bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta hareket var, aşk var, hüzün var, huzur var, arkadaşlık var, dostluk var, yalnızlık var, kıskançlık var, merak var. Kısaca, hayatın kendisi var.
Mutlu Yıllar Büyükanne
Valerie Saubade
Nokta Kitap
224 sayfa, Aralık 2004
"Dün öğleden sonra, kızımı öldürmeye karar verdim. Seksen yaşında bu pek de kolay olmayacaktır. Hele bir de tekerlekli sandalyeye bağlanmışken..."
Zor görünse de bizim felçli seksenlik, amacına ulaşmayı kafasına koymuştur. Çünkü anne ve kız arasındaki nefret karşılıklıdır ve kolay kolay yok olacak cinsten de değildir.
Erkeklerin etrafında fırdöndüğü, katı prensiplere sahip, ünlü bir piyanist olan Büyükanne, seksen yaşında ve bütün vücudu felçli de olsa hayat doludur. Kızı Elisabeth ise hırçın ve can sıkıcı biridir ve sabırsızlık içinde annesinden kalacak mirası beklemektedir. Annesinin bakımı konusundaysa, oldukça kişisel sebeplerden dolayı iğrençleşebilen bir kadındır.
Elisabeth dışında, Büyükanne'nin etrafında; bakıcıları, kendine bile hayrı olmayan bir damat, zarafet yoksunu bir kız olan torunu, çılgın bir noter, hayat dolu ve hayalci bir son sevgili var...
Büyükanne'nin yaşamındaki tüm bu tiksindirici ya da ruhu okşayan kişilikler, oldukça hoş ve isabetli bir şekilde harmanlanmış. Fransa'da yayınlandığında, hem edebiyat çevreleri hem de okuyuculardan büyük bir ilgi gören "Mutlu Yıllar Büyükanne", haşin olduğu kadar eğlenceli de bir yapıt.
Sütü Küstürmek, Almanya'da Anadolu Kadınları
Metin Gür
Günizi Yayıncılık
320 sayfa, Ocak 2005
Almanya' da serpilip gelişen Türkiye kökenlilerin ilk ataları epey yazıldı ama, analarına çok az değinildi. "Almanya' ya giden işçi" denildi mi akla hep güçlü kuvvetli, taşı sıksa suyunu çıkarır yirmi dört, yirmi beş yaşlarında askerliğini yapmış delikanlılar gelirdi.
Gelenek ve törelerin daha çok geçerli olduğu Anadolu'dan on beşine, on altısına yeni girmiş kızların yaşlarını büyüterek, on sekiz yaşında olduklarını resmi belgeyle kanıtlayıp Almanya'ya işçi olarak gidişleri genel olarak dikkati çekmiyordu. "Sütü Küstürmek", kadınlarımızın bitmek bilmeyen bu uzun yolculuğunun belgesel bir öyküsü. 'Acılı ekmek'in peşindebir ömür tüketenlerin kendi dillerinden özlemlerini, duygularını, dirençlerini, sevgilerini, el kapılarında yaşanan sıkıntılarını yansıtıyor.
Sonra Bana Kuş Dediler
Betül Akdoğan
104 sayfa, Aralık 2004
Deniz var, toprak var, yıldız var. Ve ben bir deniz akıntısı, bir toprak parçası ve hiç sönmeyen bir yıldız. Böcek var, çiçek var, güneş var. Ve ben içlerinden uğurböceği, papatyanın yaprakları ve dokunduğunda alev saçan güneş turuncusuyum. Ağaç var, su var, taş var. Ve ben yeşilden kızıla bürünen, yüzüme serptiğimde önümdeki ışığı gören ve bir yakut taşıyım. Işık var, bulut var, ateş var. Ve ben şu hayatta top top ateş olup uçuyorum.
'Şiir bedesteni oldum ben' diyen Betül Akdoğan, henüz on dokuz yaşında. Sonra Bana Kuş Dediler ise yazdığı ilk kitap. Okuyunca göreceksiniz: bu küçük kitap yepyeni bir yazarı müjdeliyor. Sonra Bana Kuş Dediler'in kahramanı, anlatıcısı, geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle hastaneye yatırılmış bir çocuk. Onun yazdığı mektuplardan oluşan bu anlatı, okudukça derinleşiyor. Hastane odasının duvarlarını hayalleriyle boyamaya kalkışan bir çocuk niçin ağaç kabuklarına saklanır? Sahte dediğimiz şey nedir? Bir kuş mu, yoksa bir ev mi? Bu mektuplar annesiz büyümek istemeyenlere yazılmış sanki. Karanlık gökyüzüne inat kuş olmak isteyenlere.
30 Şubat
Şebnem Şenyener
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
250 sayfa, Aralık 2004
Önce birkaç, sonra bir sürü güvercin ölür. Bu, kenti saran lanetin ilk habercisidir. Ardından gelen korkunç salgın şehri tam bir deliliğe sürükler: Gülme, katıla katıla, kıvrıla büküle, nefessiz kalacak kadar, göğsü tıkanacak kadar, uykulardan olacak kadar gülme salgını. Karantinaya alınan şehir bir başına kalırken, şehir sakinleri dertlerine çare bulmak, ölümleri engellemek için bin bir türlü "çare" üretmeye koyulurlar...
30 Şubat, bu şehirde yaşanan 30 günün hikâyesini anlatıyor işte. "Huri Hanım böylesine, Rodoslu ağzıyla 'Çek bir 30 Şubat' derdi, 'senin de bir imkânsızın olsun, dileğin yerine gelsin!' Yani zor dileklerin, imkânsız arzuların hakikat olacağı gün anlamına."
Şebnem Şenyener yeni romanında "gerçek" bildiğimizi, "imkânsız" bulduğumuzu, "olamaz" dediğimizi sorguluyor. Bizi, rüyaların gerçekte olanlardan daha önemli, hatta gerçeği onarmanın ilacı olduğu bir dünyaya taşıyor. "Kazandığında parlayan yıldızından çok, kaybettiğinde duyduğu özgürlük hissi"ne duyduğu tutkuyla kumara ve kumar masalarına sarılan Afsane, dilsiz ama diliyle değil ruhuyla yürek çelen Elan, gölgesiz ve rüyasız küçük Elif Lâle... hepsi de bu "kurgu" dünyanın ilginç kahramanları.
Çok Uzak Fazla Yakın
Adalet Ağaoğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
122 sayfa, Kasım 2004
Türk edebiyatının çok türde eser vermiş üretken isimlerinden Adalet Ağaoğlu, 1992 yılında İş Bankası Büyük Ödülü'ne layık görülen Çok Uzak Fazla Yakın adlı oyununu Yıldız Kenter'e ithaf etmiş. 1989'da yazılan ve iki sene sonra yayımlanan oyun 1993'te de Kent Oyuncuları tarafından, bu topluluğa göre yapılmış bir dramaturji çalışmasıyla sahnelenmiş.
Çok Uzak Fazla Yakın, beş çocuklu Tura ailesinin her ferdinin bireysel hikâyeleri etrafında dolanırken, Türkiye'nin toplumsal değişimlerine, siyasal çalkantılarına ve tüm bunların birey ölçeğinde sonuçlarına işaret eden bir oyun. Karakterlerden öne çıkan ikiz Meltem ve Aydın'ın kişiliklerinde 1980 sonrası sanatçının, aydının bocalaması ve bir yol ayrımı çıkıyor karşımıza. Benzer heyecanlarla tiyatroya sevdalanan ikiz kardeşlerin yıllar sonra birbirlerini tanımazdan gelmelerine yol açan bir yol ayrımı bu. Sanata sanat için bağlanan, ama zaman içinde idealizmi egoizme dönüşen Aydın ve onun kabiliyeti gölgesinde yıllarca çırpındıktan sonra pırıltılı popüler dünyayı seçen, televizyon kameraları karşısında kendinin bile tanımadığı Meltemler çizen, ama "güçlü"yü oynarken başka bir biçimde güçlenen Meltem...
Anne ve babaları ile amcaları arasındaki miladı yıllar öncesine, gölgesi ailenin tüm tarihine yayılmış bir aşk hikâyesi; baba ile amcayı birbirlerini tanımaz hale getirecek, bir tarafa yanaşmanın olanaksız olduğu buruk öykü... Yirmisine gelmeden sessizce çekip giden, bir motosiklet kazasında ölüm haberi gelen bir kardeş; bir caz grubundan diğerine dünyayı dolaşan, ama hak ettiği hayatı bir türlü yaşayamayan bir diğeri... Başka idealler uğruna savaşırken vurulan, kırmızı karanfillerle gömülen bir kardeş daha... Yeni ölüm haberleri, eski hesaplaşmalar...
Bir reklam ve film şirketi sahibi olan başarılı iş kadını Meltem bir televizyon röportajında anlatıyor, iki ödül almış "Uzak ve Yakın" adlı oyununu senaryolaştırarak filme çekmenin hayattaki en büyük tutkusu olduğunu. Bu oyunun en başı. İlerledikçe "uzak" ve "yakın" geçmişe yapılan geri dönüşler, geçmişin hem uzak, hem de çok yakın yara izlerini çıkartacak spotların ışığına.
Kadından Don Quijote Olmaz
Neslihan Acu
Aralık 2004
Neslihan Acu, Kaybedengiller'den Seher Yelken'in İstanbul'da geçirdiği trajikomik bir haftayı, bu ülkenin son otuz yılına dair çok çarpıcı görüntüler eşliğinde anlatıyor okura. Küçük mavi bir adada basit bir hayat düşlerken kendisini olmadık mücadelelerin içinde bulan Seher, mecburen donkişotluğun sınırlarını zorluyor. Erkeklerin dünyasında kadın değil, insan olarak var olmaya çalışırken; geçmişini, anneliğini, çekirdek aileyi ve toplumun bizzat kendisini sorguluyor.
Televizyondan önce hayat var mıydı? Yoksulluk bu toplumun kaderi miydi? Paylaşmayı seven, halden anlayan o eski güzel insanlar, o beyaz gemiler, siyah beyaz filmler ve o masum yaşama heveslerimiz nereye gitti?
Ne zaman kaşarlandık böyle, ruhumuz bile duymadan? sorularına cevaplar arıyor.
Kadından Donkişot Olmaz, insanlığın hallerine dair bir roman.
Hem komik, hem acıklı.
Gülüşün Gelincik Tarlası
Meliha Akay-
152 sayfa, Aralık 2004
Uzun kış gecelerinin getirdiği yalnızlığı, yalnızlığın içinde yalpalaya yalpalaya öğrenmiştik yatılı okulda; içimizde büyüyüp duran korkunun öteki adının 'boşluk' olduğunu bilmeden hem de... Hafta sonlarını, bayram tatillerini, dönem tatillerini iple çeker, tatil hayaliyle uyurduk...
Yaşam ne denli büyütmüş olsa da, içimizdeki çocuk hâlâ aynı yerde saklı duruyordu. Başı sonu belli olmayan masallar anlatıp zamanı kucağımızda salladığımız; bizi tekil şahıs topraklarından alıp 'biz' ülkesine taşıyan, içimizi dolduran, çoğaltan, en hüzünlü, en şefkatli, en masum olduğumuz günlerdeki çocuk, biraz yara bere almış ve yaraları kabuk bağlamıştı o kadar...
Seni Seviyorum
Gülriz Sururi
212 sayfa, Aralık 2004
Her şeye "kârlı ya da kârlı değil" diye bakılan bir ortamda, seyircisi giderek azalan ve ayakta kalmaya çalışan bir özel tiyatro... Ve bu tiyatronun sahibi, tiyatro dünyasının yıldız oyuncusu Sahra... Hem tiyatrosunun sorunlarıyla, hem de özel yaşamının çıkmazlarıyla tek başına mücadele etmek zorunda kalan bir kadın...
Sahra tiyatrosunu içine düştüğü durumdan kurtarmak için Fransa'dan genç, başarılı bir yönetmeni davet eder. Bu genç yönetmen Sahra'nın hayatına heyecan getirecek, ancak sorunlarının da artmasına neden olacaktır. Ahmet Akın, Sahra'ya gençliğinden beri âşıktır. Sahra da ona karşı duyarsız kalamaz. Ancak o evli bir kadındır ve aralarında önemli bir yaş farkı vardır.
Gülriz Sururi, anılarıyla başladığı yazarlık serüvenine geçen yıl yayımlanan öykülerden sonra bu kez de romanla devam ediyor. Çok iyi bildiği bir dünyayı yansıttığı "Seni Seviyorum" bir aşk hikâyesini anlatıyor. Ama bu aşk hikâyesi elbette bir tiyatro sahnesinde yaşanıyor. "Seni Seviyorum", tiyatroya, tiyatro tutkusuna, bu tutkuyu iştahla yaşayan insanlara içeriden bir bakış... Tiyatrocuların dünyasında bir gezinti... İnişler, çıkışlar, hayal kırıklıkları, zaferler... Alkışlar... Ve dekorun, kostümlerin, boyaların ardındaki hayat, aşk... Ve tabiî ki, ille de, hep... Perde...
Anneannem
Fethiye Çetin
Aralık 2004
Bu coğrafyada yaşayan herkesin şu ya da bu şekilde bildiği ama üzerinde konuşmamayı tercih ettiği saklı yaşamlar. Ermeni ve Hıristiyan iken Türk ve Müslüman olmuş binlerce çocuktan biri: Heranuş ya da diğer adıyla Seher.
Torunu Avukat Fethiye Çetin anneannesi hakkındaki gerçeği yıllar sonra öğrendi. Anneannesinin akrabaları Gadaryanlara ise onun ölümünün ardından ulaşabildi. Konuşacak çok şey, sorulacak çok soru vardı.
"Yaşamı boyunca akla hayale gelmeyecek zorluklara göğüs germiş, çocuklarının ve yakınlarının karşısına çıkan engellerle baş etmiş bu kadın, gerçek kimliği söz konusu olduğunda neden kendini bu kadar çaresiz hissediyordu? Neden ailesini ve kimliğini savunamıyor, isteklerinin arkasında duramıyordu?"
Anneannenin her acı hatırayı anlatıp bitirirken tekrarladığı cümlede gizli belki de bu soruların cevabı: O günler gitsin, bir daha geri gelmesin...
Avrupa Tarihinde Kadınlar
Gisela Bock
Aralık 2004
Avrupa Tarihinde Kadınlar, bir yandan Avrupalı kadınların Ortaçağ'dan günümüze karşılaştıkları toplumsal, kültürel, yasal ve politik koşulları irdelerken, diğer yandan kadınların fikirlerini ve ideallerini, cinsiyetler arası ilişkileri kavrayışlarını ve medeni, politik ve sosyal haklar için verdikleri mücadeleleri anlatıyor.
Bu kitap Avrupa'da uzun süredir tartışılmakta olan toplumsal cinsiyet ilişkileri, toplumda cinsiyetlerin rolleri konularını ele alıyor ve son tahlilde 'İnsanlık nedir? ' sorusuna yanıt arıyor. Gisela Bock, bu kitabı yazarken sonsuzluk ve kategorilerle vedalaşıyor; şöyle ki, kitabın odak noktasında 'kadınlar' ve 'erkekler' değil, Avrupa tarihine damgasını vurmuş bir olgu var: Querelle des femmes (kadınların kavgası) yada querelle des sexes (cinsiyetlerin kavgası) ; kadınların, erkeklerin, cinsiyetlerin, aslında insanların ne olduğunun tartışması bu.
Kadınlar üzerine bu çalışmada, birçok şeyin yanında, yüzyıllar içinde evlilik kurumundaki değişimler, Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi'nde kadınların rolü, Avrupa refah devletlerinde, Avrupa diktatörlüklerinde ve Nazi ırkçı diktatörlüklerinde toplumsal cinsiyet ilişkileri, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda kadın hareketi üzerine tespitler bulacak ve geçen iki yüzyıl içinde kadınların tarihinin nasıl yazılmaya başlandığı konusunda fikir sahibi olacaksınız.
Kadın Dövmenin Faydaları
Hamdi Kalyoncu
Popüler Kitaplar
Aralık 2004
Psikiyatrist Doktor Hamdi Kalyoncu'nun yirmi yıllık araştırma ve gözlemleriyle
Erkekten Kadına Yansıyan Şiddet ve Dayak Psikolojisi
Kadın Dövmenin Hayret Veren Faydaları
Kadın dövmenin aileye, çocuklara, topluma ve döven kişiye kazandırdıklarının ne kadar çok, ne kadar büyük ve ne kadar geniş boyutlarda olduğunu bütünüyle kimse tahmin edemez!
Kadına dayak atılmasından öyle kesimler ve kimseler yararlanır ki, işin üzerine biraz ciddi olarak eğilenlerin buna şaşırmaması mümkün değil! Mesela kadının dövülmesi kadını, erkekten nefret ettirmekle kalmaz, evlendiğine de evleneceğine de hatta dünyaya geldiğine de pişman ettirir, hayatına bile son verdirebilir.
Uyuşturucuya, şiddet ortamında yetişen çocuklardan daha müsait kimse bulunamaz. Sigara hariç, dünyada sadece uyuşturucu madde pazarının yılda 500 milyar dolar olmasına, eşine dayak atan, yuvasını dağıtan bir babanın katkısını kim inkâr edebilir!
Dayak atan babasından nefret etmeden, bir çocuğun, bir gencin Tanrı'ya sitem etmesine hatta Tanrı'yı inkâr etmesine imkan bulmak zordur. Dayağın olmadığı, sevgi üzerine kurulan toplumlarda ateizm nasıl güç kazanır!
Hamdi Kalyoncu "Erkekten Kadına Yansıyan Şiddet"in hangi psişik mekanizmalarla ortaya çıktığını, erkeğin neden dayak attığını, kadının neden dayağa tahammül ettiğini, inanç ve kültürlerde kadına dayak atmanın nasıl yer ettiğini ve dayağın sonuçlarını; şiddet uygulayan erkeğe, şiddete maruz kalan kadınlara ve şiddet ortamında yetişen çocuklara dayağın yansımalarını, hastalarından verdiği örneklerle açıklıyor.
Korkma Bu Akşam Gelip Çalmam Kapını
Perihan Mağden
144 sayfa, Kasım 2004
Radikal gazetesindeki yazılarına devam eden Perihan Mağden, bu yazılarını derlediği kitabında "İnsana iyi gelen o küçük, tatlı, zırva şeyler" listesini anlatıyor.
1.5 milyon liradan satılan ve 100 bin adet basılan kitapta Mağden, yayımlanmış 35 yazısının yanı sıra kitap için özel bir yazı da yazdı.
"Ajda'dan 'Kapı Açık/Arkanı Dön ve Çık"ı dinlemek, Tarkan'dan 'Yak bütün fotoğrafları'nı Altan'ın çalması, sosisli sandviç ve portakal suyu, altı kocaman siyah botlar, kış güneşli günler, İstanbul'da bahar, kızımı şarkı söylerken görmek, kapıyı açınca köpeğimizin beni karşılaması, sokakta kokina satan kadınlar, yürümeyi yeni öğrenen bebekler (uzayyaratığı kıvamında oluyorlar), yeni bir Ann Rule kitabı, kadın arkadaşlarımla çay içmek, yemek yemek, komiklikler yapmak, kalkan mevsiminde yavru kalkan, evde Fatoş'un kurabiyelerinin kokusu -daha çooook uzatabilirim listemi."
Topaç
Gülayşe Koçak
292 sayfa, Kasım 2004
Koçak, Çifte Kapıların Ötesi (Birinci baskı: Oğlak Yayıncılık, 1994; İkinci baskı: İletişim Yayınları, 2003) ve Gözlerindeki Şu Hüznü Gidermek İçin Ne Yapmalı? (Oğlak Yayıncılık, 1997) adlı romanlarından sonra; son romanında farkında olmadan daldığı uykudan uyandırılmaya çalışılan bir toplumun yaşadığı kâbusu anlatıyor.
Yayınevine göre Topaç, içinde uzay gemilerinin, korkunç yaratıkların olmadığı bir bilimkurgu. Gülmenin mümkün olmadığı bir mizah romanı. Kimsenin pek düşlemek istemeyeceği türden bir fantezi.
Yorgun Anılar Zamanı
Ayşe Sarısayın
2004 Yunus Nadi Öykü Ödülü sahibi Ayşe Sarısayın, yeni öykülerini topladığı kitabı Yorgun Anılar Zamanı'nda yine kadın kahramanların arasında geziniyor. Masallar arasında büyüyen bir kız çocuğu, gördüğü mutlu evliliklerin bozulup dağıldığına tanık olmuş bir genç kız, kendi hüzünlü geçmişinden torununu sakınan bir anneanne ve evliliğini sürdürememiş kadınlar... Ayşe Sarısayın, değerlerin sarsılmaya yüz tuttuğu toplumumuzda kadının ne olursa olsun ayakta kaldığını, kalabileceğini gösteriyor bize.
Türkiye'nin Çıplak Tarihi
368 sayfa, Ekim 2004
53 yazar 8 fotoğrafçı, ressam ve sanatçı, "İçimizin Tarihi'ni" anlatıyorlar.
"... Yıllar geçerken bizim de içinde olduğumuz bir tarih yazılmaktaydı. Ama yıllar öylesine akıp gitmiyordu. Bizim üzerimizden geçiyor, içimize giriyor, bazen bizi -biz istemeden- içine alıyordu. Tarih oluşurken bizi de önünde yuvarlıyor, bazen etimizi kemiğimizi ruhumuzu kemiriyordu. Bu kez çok da nesnel olmayalım istemiştik. Madem ki olan bitenin nesnesi bizdik o halde öznel yaşantılarımız da bulaşmalıydı işin içine. Şöyle kanı akan, âşık olan, parasız kalan, hapse giren, hasta olan, çocuğu doğan, soyunan, sevişen bir tarih kitabı olamaz mıydı? ..."
(Cem Mumcu)
Oktay Akbal, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Erhan Bener, Arif Damar, Peride Celal, Nezihe Meriç, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner, Giovanni Scognamillo, Ahmet Necdet, Leylâ Erbil, Ece Ayhan, Tahsin Yücel, Uğur Kökden, Hilmi Yavuz, Ferit Edgü, Doğan Hızlan, Önay Sözer, Fikret Demirağ, Ataol Behramoğlu, Pınar Kür, İnci Aral, Erdal Öz, Süreyya Berfe, Ahmet İnam, Necati Tosuner, Hulki Aktunç, Selim İleri, Sina Akyol, Hüseyin Peker, Cemil Kavukçu, Tuğrul Tanyol, Feridun Andaç, Yıldırım B. Doğan, Buket Uzuner, Haydar Ergülen, Tur