Demokrasiyle bağdaşmayan yüksek seçim barajları nedeniyle toplumun yüzde yetmişine yakın bir bölümünü temsil etmeyen bir hükümetle yönetilen Türkiye'de, yurttaşların günlük hayatını doğrudan etkileyen yerel kararların alındığı belediyelerde de, toplumun tamamı temsil edilebilecek mi?
Bu soruya olumlu bir yanıt alınmasını sağlamak amacıyla, her seçim öncesinde olduğu gibi, kadın kuruluşları çoktan çalışmalarını başlattılar. TBMM ve yerel yönetimler gibi karar mercilerinde kadınların etkin temsilini sağlamayı hedefleyen Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA.DER), 28 Mart 2004 seçimlerinde, kadınlara aday olma, seçmenlere de kadın adayları destekleme çağrısını yaygınlaştırıyor.
KA.DER Ankara Şubesi, yerel seçim çalışmaları kapsamında bastırdığı broşürlerde Türkiye'deki tabloyu sayılarla veriyor. Tabloya göre 1999'da, 3216 belediye başkanlığından sadece 20 belediyeye kadın başkan seçilmiş.
Yani kadın başkanların genel belediye başkanlarının arasındaki oranı yüzde 0.6. İl genel meclisi üyeliğinde ise 3122 erkek üyeye karşı kadınlar yüzde 1.4 gibi bir oranla 44 üyelik almış. Belediye meclisi üyeliğine gelince; 34 084 erkek üyeye karşı 541 kadın seçilmiş (yüzde 1.6).
Bütün bu oranlar da yerel yönetimlerimizde kadın temsil oranının ancak yüzde bir civarında olduğunu gösteriyor.
TBMM deki kadın temsil oranı da, 1934 yılından bu yana yüzde 4.6'yı bir türlü aşamadı. Dünya parlamentolarında kadın temsil oranlarına göre yapılan Birleşmiş Milletler sıralamasında Türkiye 150 ülke arasında, 110. sırada yer alıyor...
Kararlar neden kadınlarla birlikte alınmalı?
Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA) raporlarında, yerel yönetimlerde kadınların erkeklerle eşit oranda temsil edilmelerinin sürdürülebilir kalkınma açısından gerekliliği vurgulanıyor. IULA ayrıca uluslararası topluluğu, yerel yönetimlerin "toplumsal cinsiyet eşitliği" hedeflerine ulaşmakta yurttaşlara en yakın yönetim birimi olarak kritik bir role sahip olduğunu vurgulayarak, alınan kararlarda kadın bakış açısını gözetmeye çağırıyor.
Türkiye, eşit temsil bir yana, henüz kritik eşik denilen yani kadın bakış açısının yansıtılabileceği --- yüzde 33 oranına ulaşamadı.
Kararlar alınırken, yasalar yapılırken kadınların o mercilerde bulunmamaları yüzünden Türkiye, başta adalet olmak üzere eğitim, sağlık gibi hayati önem taşıyan konularda bir türlü ilerleyemiyor.
Kadına yönelik fiziki ve sözel şiddetin, töre cinayetlerinin artarak sürmesi de büyük ölçüde kadın sığınma evlerini "fuhuş yuvası" olarak gören ve göstermek isteyen zihniyete sahip siyasilerin, belediye başkanlarının seçilebilmiş olmaları -ve hatta yeniden aday olmaya kalkmaları.
Bugün 10 milyonu aşmış nüfusuyla İstanbul'da sadece iki belediyede sığınak bulunuyor. 1990'larda belediyelerce açılmış olan Kadın Danışma Merkezleri de bugün yok.. Bütün bunlar kadınların yerel yönetimlerde temsil edilmiyor olmalarının doğal sonuçları.
Çalışmalar kadınları güçlendiriyor...
Partilerin genel merkezlerinin çoğunluğu da erkeklerden oluşuyor. Siyaset yapabilmek için gerekli maddi kaynaklar da erkeklerin elinde. İstatistikler Türkiye'de mülkün yüzde 84'ünün erkeklerin, ancak yüzde 8'inin kadınların elinde olduğunu gösteriyor.
Hâlâ yüzde 27 kadın okur yazar değil, ve bu oran kırsal kesimlerde yüzde 50'ye kadar yükseliyor. İstatistiklere göre Türkiye'de 10 milyondan fazla kadın, baba, koca, ağabey veya başka bir erkek tarafından dayak yiyor.
Tecavüze uğrayanların yüzde 50'si 18 yaşın altında ve bu oranın yüzde 90'ı kız. Çalışan kadınların sadece yüzde 1'i işveren konumunda. Özel sektörde, üniversite ve üstü eğitim görmüş kadınların aylık kazançları kendi düzeyindeki erkeklerden yüzde 32 daha düşük. Kamuda çalışan eğitimli kadınlar ise aynı düzeydeki erkeklerden yüzde 24 daha az.
Bu olumsuzluklara rağmen kadın kuruluşlarındaki çalışmalar kadınların güçlenmesi, özgüven kazanmaları ve cesaret toplamalarına ciddi katkı sağlıyor. Bunun ötesinde, eksik temsil durumunu eşit temsile çevirebilmek için erkeklerin de gerçek anlamda eğitilmeye ihtiyaçları var...
Eksik temsil ve erkekler...
Türkiye'de kadınlar 69 yıl önce ve batıdaki bazı ileri ülkelerden önce seçme ve seçilme haklarına kavuştular. Ancak bugüne kadar hiçbir ilerleme kaydedilemedi. Bu geri kalmışlığın nedenini hiçbir şekilde kendilerinde aramayan erkeklerin- dünya görüşleri, siyasi tavırları ne olursa olsun-konuyla ilgili tepkileri ortak. Onlara göre bunun sorumlusu kadınlar, çünkü yeterli ölçüde çalışmadılar, istekli olmadılar ve mücadele ederek haklarına sahip çıkmadılar.
Bu "suç yıkma" eylemi, Türkiye 'de bütün erkeklerde görülüyor. Kadını eksik gören, çarşafa ya da eve kapatan, Kuran kurslarıyla oyalamaya çalışan zihniyetle, kadını zevk aracı gibi görüp çıplak fotoğraflar yayımlayan zihniyet arasında pek de bir fark bulunmuyor.
Hiçbir konuda anlaşamayan - çağdaş, laik, milliyetçi, ulusalcı, dinci, gerici, sağcı, solcu, devrimci, karşı devrimci- erkekler arasında, kadınlara karşı duruş konusunda müthiş bir dayanışma var.
Maalesef çağdaşlığı kendi tekellerinde sanan erkek köşe yazarlarımız da her 5 Aralık günü kadınlara tepeden bakan tavırlarıyla, "Biz sizlere haklarınızı verdik işte. Daha çok çalışın, TBMM'ye girin de biz de görelim," diyorlar. Atatürk'ün çağdaşlaşma reformlarını sanki kendileri yapmış gibi böbürleniyorlar...
Sonuç olarak, kadınlar lehine özel önlemler, bir başka deyişle "olumlu ayrımcılık" yapılmadığı sürece, Türkiye'de kadınları eşit saymama zihniyetinin önünü almak imkânsız. (SE/NM)