Kadına yönelik şiddet olaylarına işyerinde, sokakta, okulda, gözaltında, savaşta rastlanmaktadır. Ama ne yazık ki kadınlar, en korunduğu yer diye düşünülen "aile içinde" de, hatta daha yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadırlar.
Hakaret, tehdit, dayak, aşağılama, cinsel taciz, tecavüz, yaralama hatta öldürme biçimindeki bu gibi eylemler, genellikle erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik sağlaması amacıyla uyguladıkları güç gösterisidir.
"4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun"
Kadına yönelik şiddet konusu ülkemizde 1980'lerde gündeme girmiştir. Toplumun bu konuda duyarlılığının geliştirilmesi için konferanslar, paneller düzenlenmiş ve yapılan çalışmalar sonucu "kadına yönelik şiddet" görünür kılınmıştır.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de aile içi şiddetten en çok kadınlar etkilenmektedirler. Toplumun yarısını oluşturan kadınların büyük bir bölümünün şiddete uğraması, Anayasamızda toplumun temeli olduğu kabul edilen ailenin dolayısıyla giderek toplum yapısının bozulmasına neden olmaktadır.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun yaptırdığı bir araştırma sonucuna göre ailelerin yüzde 34'ünde fiziksel şiddet, yüzde 53'ünde sözlü şiddetin uygulandığı ve ev içi şiddetin yoğun olarak yaşandığı açıklanmıştır.
Uluslararası hukuk alanda yaşanan gelişmeler ve ailenin korunmasını güvence altına alan Anayasa'nın 41. maddesi de göz önünde tutularak, bu tür olumsuzlukların önüne geçebilmek için iç hukukumuz açısından çok önem taşıyan özel bir yasanın çıkarılması sağlanmıştır.
14 Ocak 1998 tarihinde "4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun" kabul edilerek bu önemli adım atılmıştır.
Yasanın adı her ne kadar "Ailenin Korunması" ise de içeriğinde esas itibariyle kadının şiddetten korunması amaçlanmış olduğu görülmektedir. Bu nedenle de hakimin hükmedeceği tedbirler sayılırken Kanunda görüldüğü gibi, bu tedbirler "kusurlu eş" açısından düzenlenmiştir.
Yasanın getirdiklerine kısaca değinecek olursak;
Aile içi şiddete maruz kalan eşin veya aile bireylerinden birinin ya da olaya tanık olan 3. bir kişinin başvurusu veya Cumhuriyet Savcılığının bildirmesi üzerine, Aile Mahkemesi Hakimi resen (kendiliğinden) olayın niteliklerini göz önünde bulundurarak Kanunda yazılı tedbirlerin birine, birkaçına veya hepsine birden hükmeder. Bu tedbirler:
Kusurlu eşin;
a) şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması,
b) müşterek evden uzaklaştırılması, evin (aile konutunun) şiddete uğrayan eşe ve çocuklarına tahsis edilmesi, şiddet uygulayan eşin eve yaklaşmaması,
c) ev eşyalarına zarar vermemesi,
d) aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi,
e) varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi,
f) alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanmış olarak ortak konuta gelmemesi,
Hakim bu tedbirlere en çok 6 ay süre için hükmedebilir.
Kusurlu eşe, kararda hükmolunan tedbirlere uymazsa tutuklanacağı ve tedbir süresinin hapis cezasına dönüşeceği ihtar edilir.
Hakim, şiddete uğrayanın yaşam düzeyine uygun bir tedbir nafakasına da hükmeder.
Başvurular harca tabi değildir.
Koruma kararının bir örneği Aile Mahkemesince Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Savcılık kararın uygulanmasını zabıta (ve gerektiğinde psikolog, sosyal çalışmacı gibi uzman kişiler) aracılığıyla izler. Kusurlu eşin karara uymaması halinde, zabıta mağdurun şikayetine gerek kalmaksızın evrakı resen Savcılığa iletir.
Savcı da karara uymayan kusurlu eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar.
Yasanın Uygulanması
Kanun yürürlüğe girdikten sonra, şiddete uğrayan bir kadının İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu'na başvurması üzerine, kendisine yardımcı olunmuş ve bir üyemiz aracılığıyla bu Kanun çerçevesinde ilk davayı açılmıştır.
Yasanın uygulanmasında karşılaşılan ilk zorluk, hakimin tedbir kararını derhal vermesini sağlamak konusunda olmuştur. "Tedbir Kararının Derhal Verilmesi" gerekir, bu husus Yasanın Gerekçesinde de önemle vurgulanmıştır:
"Aile Mahkemesi, mağdurun tekrar şiddete uğrama ihtimalini göz önüne alarak, başvurunun hemen ardından tanık ya da karşı tarafın dinlenmesine gerek olmadan bu kararı verebilecektir" denilmiştir.
Uygulamada tedbir başvurusu üzerine mahkemenin acilen karar vermemesi, duruşma günü vererek tedbir kararını bir süre sonra vermesi gibi aksaklıklar söz konusu olmaktadır, ancak bu durum Yasanın gerekçesine ve amacına aykırıdır. Zira şiddete uğrayanın mahkemeye başvurusu da yeni bir şiddet sebebi olabilecektir.
Uygulamadaki bu gibi yanlışlardan dönülerek, usulüne uygun başvurusu ve özellikle doktor raporu bulunan olaylarda hakim derhal tedbiri vermelidir.
Ayrıca, uygulamada en çok şikayet edilen diğer bir konu, şiddete uğrayan kadınların başvuru sırasında karşılaştıkları zorluklardır.
İlk başvurusunu genellikle karakola yapan kadın, polisin göstereceği olumsuz ve ters davranış karşısında, adeta ikinci kez şiddete uğramış olacaktır. Bu nedenle, özellikle semt karakollarındaki polislerin yasa konusunda bilgilendirilmesi ve bu konuda hizmet içi eğitim verilmesi önem taşımaktadır.
Almanya'da şiddetin önlenmesi konusunda çıkarılmış olan benzer bir yasanın etkili bir şekilde uygulanabilmesi için; ilkin pilot bölgeler oluşturulmuş ve "şiddet türleri" ve "fiziksel şiddetin kişileri ruhsal açıdan ağır biçimde zedelediği ve giderek bu durumun toplumsal açıdan da olumsuz etkisi olacağı " konularında polis merkezlerinde çalışanlar bilgilendirilmiştir.
"Bize Güvenin - Şiddete Son Verelim" projesiyle polislerin şiddete uğrayanlara duyarlı davranmalarının sağlanmasına çalışılan bu bölgelerde (Polizeipraesidium Niederbayern) beş yıl sonra yapılan araştırmada aile içi şiddet olaylarının yüzde 30 oranında azalmış olduğu görülmüştür.
Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un, ilk başvuru yeri olan polis karakolunda ve daha sonra mahkemede Yasanın çıkarılış amacına uygun şekilde uygulanması, zaman içinde kuşkusuz kadına yönelik şiddet eylemlerini önleyici, caydırıcı rol oynayacaktır.
Kanunun çıkarılmasının birinci yılında (1.10.1999 - 1.12.1999) iki ay içinde Türkiye genelinde 1727 dava açılmış olması dikkate değerdir. Bu davaların 564'ü Ege Bölgesinde, bunun 476'sı İzmir'de açılmıştır. İstanbul'da 256, Eskişehir'de 149, Elazığ'da 31, Diyarbakır'da ise 28 dava açılmıştır.
İstanbul mahkemelerinde yapılan bir araştırmada 4320 sayılı Kanuna dayanarak açılan davaların yüzde 92'sinde DERHAL tedbir kararı verildiği görülmüştür.
9 Ocak 2003 tarihinde Aile Mahkemelerinin kurulması ile birlikte, 4320 kapsamındaki olayların Aile Mahkemesinde görülecek olması "şiddetin önlenmesi açısından" olumlu bir katkı sağlayacaktır.
Aslında aile içi şiddet, rakamlara yansıyanlardan çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Şiddete uğrayanların ancak yaklaşık yüzde 20'si resmi makamlara başvurmaktadır. yüzde 88 olayda şiddet erkek tarafından uygulanmıştır.
Şiddete maruz kalan kadının neden başvuruda bulunmadığına bakıldığında, ekonomik bakımdan güçsüz olması, bir işte çalışmaması dolayısıyla cesareti olmaması veya iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusunu taşıması ya da saldırganın cezalandırılmayacağı ve şiddetin tekrarlanacağı endişesi içinde olduğu görülmektedir.
Şiddete uğrayan sessizlik çemberini kırıp, Kanunen kendisine tanınan hakkını kullanmak istediğinde, karakoldan başlayarak mahkemede ve tedbirlerin uygulanması safhasında 4320 sayılı Kanunun getiriliş amacı her zaman göz önünde tutulmalı ve amaca uygun şekilde uygulanmalıdır.
Bazı eksikliklerine rağmen bu Yasanın çıkarılmış olması büyük kazançtır.
Kadına yönelik şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi için, önlemlerin hukuk alanıyla sınırlı kalması, yasal düzenlemelerin yapılması tabii ki yeterli değildir.
Kanun konusunda bilgilendirme toplantıları yapmada Barolara, bu bilgilerin yaygınlaştırılmasında görsel ve yazılı medyaya, kanunun uygulanmasında adli tıptan, sosyal hizmetlere; polis teşkilatından yargı mekanizmasına kadar herkese görev düşmektedir.
İş Kanunu da "taciz"i önleyecek şekilde değiştirildi
AB'ye uyum açısından İş Kanunu'nda yapılan değişiklikle, 20 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilen İş K. 24. maddesinde "iş yerinde cinsel tacizin" işçinin iş sözleşmesini derhal fesih edebilmesi için haklı neden oluşturduğu kabul edilmiştir. Bu maddeye göre:
İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı
MADDE 24.- Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmazsa.
Uluslararası hukuk alanında kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla yapılan çalışmalar
Aslında kadına yönelik şiddet yeni bir olgu olmamasına rağmen, bir sorun olarak nitelenmesi ile şiddetin önlenmesi, mağdurun korunması ve şiddet uygulayanın cezalandırılması için yapılan çalışmalar ancak 1970'li yıllardan sonra gündeme gelebilmiştir.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve üye ülkelerin onayına sunulan Uluslararası Sözleşmeler, başta Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Ek İhtiyari Protokol olmak üzere ve daha sonra özellikle"kadına yönelik şiddet" konusunda kabul edilen BM Bildirgesi, devletlerin iç hukuklarında da bu yolda düzenlemeler yapılması açısından yol gösterici olmuştur. Bölgesel Sözleşmeler de bu açıdan önem taşımaktadır.
"Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge"
Uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ilk önemli belge, 20 Aralık 1993 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen "Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge"dir.
Bütün dünya ülkeleri bu Bildirge'nin kabul edilmesi için, "Kadın Haklarını Çiğnemek İnsan Haklarını Çiğnemektir" sloganıyla yürütülen bir imza kampanyasına destek vermişlerdir.
Dünyanın her yerinde kadınlara karşı uygulanan şiddet konusunda acilen önlem alınması talebiyle açılan bu imza kampanyasında Türkiye koordinasyonunu İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi üstlenmiş ve NGO'larla işbirliği içinde imzaların toplanmasına destek vermiştir.
Kampanyaya katılan ülkeler arasında Türkiye 30 binden fazla imza toplayarak birinci sırayı almıştır.
* "Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge"de, şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda Devletlere düşen sorumluluklar ve görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
* Bildirge'de, devletlerin iç hukuklarında ceza, medeni, idare ve iş hukuku ile ilgili kanunlarında "şiddet uygulayanın cezalandırılması ve kadınların sahip oldukları haklar konusunda bilgilendirilmeleri ve bu konuda NGO'larla işbirliği yapılması" öngörülmüştür.
* Ayrıca, özellikle şiddete uğrayanların güvenliği ve fiziksel ve psikolojik rehabilitasyonu için Hükümet bütçesinde yeterli ödenek ayrılması hususu da önemle vurgulanmıştır. Birleşmiş Milletler uzman kuruluşlarının rolüne de değinilen Bildirge'de kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda bilginin yaygınlaştırılmasına ayrıntılı olarak yer verilmiştir.
Bildirge, hukuki bağlayıcılığa sahip olmadığı halde, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi açısından içerdiği ilke ve kurallar, tüm devletlerce dikkate alınmakta ve yapılan iç hukuk düzenlemelerine dayanak oluşturmaktadır.
Kadınlara Karşı Şiddeti Önleme, Cezalandırma ve Ortadan Kaldırmaya İlişkin İnter Amerikan Sözleşmesi
Bölgesel bir Sözleşme niteliğinde olan "Kadınlara Karşı Şiddeti Önleme, Cezalandırma ve Ortadan Kaldırmaya İlişkin İnter Amerikan Sözleşme"sinde ise şiddet fiziksel, ruhsal ve cinsel şiddet biçiminde ve üç ayrı kategoride ele alınmıştır.
*Aile içi şiddet:dayak, hakaret, cinsel istismar, evlilik içi tecavüz vb.
*Toplum tarafından uygulanan şiddet: işyerinde, eğitim kurumlarında, sokakta, cinsel taciz, sindirme, kadın ticareti, fahişeliğe zorlama vb.
*Devlet kaynaklı/ devletin işlediği ya da göz yumduğu şiddet: işkence, göz altında ve silahlı çatışmalarda tecavüz vb.
Hem BM Bildirgesinde hem de İnter Amerikan Sözleşmesinde, özel
ya da kamusal alanda uygulanan kadına yönelik şiddeti önleme, soruşturma ve cezalandırmada, Devletlerin etkin ve kararlı bir politika izlemeleri ve bu yolda gereken özeni göstermeleri konusundaki yükümlülükleri önemle vurgulanmıştır.
Bunun yanında "Devletin veri toplama ve istatistiklere dayalı araştırma yapma görevi" olduğu da belirtilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Avrupa düzeyinde, İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi'nde (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde) ve Avrupa Konseyi çerçevesindeki diğer insan hakları belgelerinde "kadının şiddete karşı korunması" bakımından özel bir düzenleme mevcut değildir.
Ancak, kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik özel bir düzenleme olmamakla beraber, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan "işkence yasağı, insanlık dışı ve kötü muamele yasağı ve zorla çalıştırma yasağı" gibi kurallardan hareketle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin "BM Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine İlişkin Bildirge"deki ilkelerle ve kurallarla örtüşen kararları olduğunu görüyoruz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları yanında, ayrıca Avrupa Birliği'nde işyerinde cinsel tacizin önlenmesine ilişkin Avrupa Komisyonu Tavsiye kararları ve Daphne Programı'nın kurulması kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda atılmış somut adımlardır.
Başlangıçta Ekonomik Topluluk kurmak amacıyla oluşan günümüzdeki adıyla Avrupa Birliğinde; Avrupa Komisyonu Tavsiye Kararlarında görüldüğü gibi, kadına yönelik şiddet konusu iş yerinde cinsel tacizin önlenmesi çerçevesinde, diğer bir ifadeyle çalışma yaşamı çerçevesinde ele alınmaktadır.
Avrupa Komisyonu'nun "İşyerinde Kadın ve Erkeklerin Onurunun Korunması Hakkında 27.11.1991 tarihli Tavsiye Kararı"nda: 'İşyerinde cinsel nitelikli istenmeyen davranışın üstün veya astın yapmış olması, cinsel tacizin varlığı bakımından bir farklılık yaratmaz' denilerek cinsel tacizin önlenmesi ve mağdurun korunmasında izlenmesi gereken ilke ve yöntemlere yer verilmiştir. Ayrıca cinsel tacizin fiziksel veya sözlü ya da sözsüz şekilde gerçekleşebileceğine de dikkat çekilmiştir.
Avrupa Parlamentosu 1997 yılında aldığı "Avrupa Çapında Kadınlara Karşı Şiddete Sıfır Hoşgörü" başlıklı kararıyla "1999 yılının Avrupa Kadınlara Karşı Şiddete Hayır Yılı" ilan edilmesini ve bu çerçevede bir kampanyanın başlatılmasını önermiştir.
Bu kararda, üye devletlerin iç hukuklarında özel düzenlemeler yapılması, böylece cinsiyete dayalı şiddete uğramış kişilerin korunması ve cinsel tacizin önlenmesi öngörülmüştür.
Avrupa Parlamentosunun önerisi doğrultusunda yapılan izleme toplantıları sonunda hazırlanan Rapor'da; Avusturya'da aile içi şiddete ilişkin federal bir yasanın çıkarıldığı, İspanya ve Finlandiya'da Ceza Kanunlarına şiddeti cezalandıran kurallar konulduğu, diğer üye ülkelerde de bu yolda çalışmaların sürdüğü belirtilmiştir.
Ayrıca, 1999 yılında kurulan Avrupa Birliği Kadın Hukukçuları Derneği (EWLA) üyeleri ve Avrupa Kadın Lobisi (EWL), Avrupa Antlaşmalarında herhangi bir yasal dayanağı bulunmayan "kadına yönelik şiddet" konusuna, hazırlanmakta olan Avrupa Konvansiyonunda (Convention for the Future of Europa) yer verilmesi için etkinliklerini sürdürüyorlar.
24 Ocak 2000 tarihinde Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından Daphne Programının kabulü, Avrupa düzeyinde kadına yönelik şiddeti önleme konusunda atılmış olan somut bir adımdır.
Daphne Programı kapsamında "şiddet" en geniş anlamıyla yorumlanmıştır. Buna göre; cinsel taciz, tecavüz, aile içi şiddet, ticari sömürü, kadın ticareti, işyerinde, eğitim kurumlarında tehdit ve sindirme amaçlı konuşmalar, baskılar ve bu gibi davranışlar "cinsiyete dayalı şiddet" olarak kabul edilmiştir.
Avrupa Komisyonunun önerisi üzerine dört yıllık bir Topluluk Programı haline dönüştürülen (1.1.2000 - 31.12.2003) Daphne programına ayrılan bütçe 20 Milyon Euro'dur. Daphne aday ülkelerin projelerine de açılmıştır.
Ancak, Türkiye henüz katılım payını yatırmadığı için bu programdan yararlanamamaktadır. Ama diğer AB ülkelerinin projelerine partner olarak katılabilmesi mümkündür.
Avrupa Birliği'nde çıkarılan son Yönerge'de, Avrupa Birliği Hukuku çerçevesinde ilk kez "cinsel taciz" kavramına yer verildiği görülmektedir. Üye ülkeleri bağlayıcı nitelikte olan Yönerge, 23 Eylül 2002 tarihinde kabul edilerek 5 Ekim 2002'de AB Resmi Gazetesinde yayınlanmıştır. Söz konusu Yönergede:
"İşyerinde cinsel tacizin 'erkek ve kadına eşit davranma ilkesine' aykırı düştüğü ve bu nedenle önlenmesi gerektiği ve bu gibi ayrımcılığın engellenmesi için özellikle işe alınma ve hizmet içi eğitim aşamalarında özen gösterilmesi gerektiği" kabul edilmiştir.
Yeni Yönergede yer alan kuralların üye ülkelerce en geç 5 Ekim 2005 tarihine kadar iç hukuklarına yansıtılması, bu yolda düzenleme yapılması gerekmektedir. Ayrıca, ülkelerin bu konuda idari önlemleri de alması gerektiği belirtilmiştir. (Official Journal L 269, 5/10/2002; No.73; P. 0015-0020).
İç hukuk
AB'ye uyum açısından İş Kanunu'nda yapılan değişiklikle, 20 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilen İş K. 24. maddesinde "iş yerinde cinsel tacizin" işçinin iş sözleşmesini derhal fesih edebilmesi için haklı neden oluşturduğu kabul edilmiştir. Bu maddeye göre:
İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı
MADDE 24.- Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmazsa. (NM/EK)