Zamanlardan, eski zaman. Yerlerden, İstanbul'un Ortaköy'ü.
Anlatılan, sığıntı olduğu kiliseden kaçıp, bir balıkçıya sığınıp, kayığın muşambası altında, gecenin ve boğazın ayazında aç açına uyumaya çalışan, yoksulluğun doruğunda bir gariban, bir çocukçuk.
İstanbul donarken ve elektrikler kesik olduğu için sular akmazken ve kaloriferler yanmazken ve ben battaniyeye sarılmışken ve dışarıda kalan uzuvlarım, örneğin burnumun ucu buza kesmişken, Dikran Vartan anımsattı da sokaktakilerin varlığını...
İnsan böyledir işte. En iyi kavrayabildiği en somut olanı.
Aklımın takıldığı
Mum alevinin alacasında okuduğum kitabın tanımladıklarının çağrıştırdıklarıydı içimi soğutan; sonraki gün elektrikler geldi de televizyonlardan öğrendim kaç kişi donmuş, ayazdan ve aymazlıkdan.
Kayda geçmeyenlerin sayısının daha fazla olduğunu da varsayaraktan... Sosyal adaletsizliğe karşı öfkem bileyleneceğine, aklım başka bir yere takılı kaldı.
Donanların kaçı gerçekten ölmeden gömülüyor acaba?
Böyle saçma bir soruya neden takıldığımı anlamadıysanız, size bir küçük açıklama. Yoğun Bakım doktorlarının zorlandığı konulardan biridir bu.
Kimin ölüp kimin ölmediğine karar vermek bazen çok güç olabilir. İmamlar ceplerinden bir ayna çıkarıp ağzına tutarlarmış ölünün, buğulanmıyorsa öldüğüne karar verirlermiş. Oysa solunum durduğu halde yaşam sürebilir. Bu yüzden yoğun bakım birimlerinde yapay soluma aletleri bulunuyor.
Soluk almasa da, kalbi çarpmasa da
Soluma işlemi devam ettiği halde beyin tümüyle ölmüş olabilir. Gerçek ölüm beynin ölümüdür. Bu durum, biliyorsunuz organ naklinin yapılabildiği bir durumdur. Ama konumuz bu değil.
Demek istediğim, bazen nefes alamayan, kalbi çarpmayan bir kişi ölmemiş olabilir. Aletle kalbi ya da akciğerleri çalıştırılan bir kişi de, tam tersine ölmüş olabilir.
Ne var ki; örneğin donmak, bir iki başka istisna dışında, olağan üstü bir istisnadır. Donan kişi nefes alamaz. Kalbi çarpmaz. Hatta ileri teknoloji ile incelendiği halde hiçbir beyin işlevi olduğu saptanamaz.
.....
Karar çok imzalı
Yoğun Bakım Birimleri'nde, kişinin beyninin ölmüş olduğuna karar verilirken, birden çok hekimin aynı görüşte olması, ölüm kararının altına imza atması istenir.
Ölüm kararı vermek için 72 saat beklenir. Evet 3 gün beklenir. Hiçbir işlev geri dönmezse, öldüğüne karar verilir. Beklenmezse, ölmemiş bir kişi gömülmüş olabilir. Olmaz gibi geldi size değil mi? Oluyor, kişi yeniden canlanabiliyor.
Hiç duymadınız mı kendini dondurarak geleceğe aktarmaya çalışan hayalperest Amerikalıları ya da canlananları?
Bir anda uyansanız!
Ben 10 yıl boyunca, inme geçiren ağır hastaların yatırıldığı bir Yoğun Bakım Birimi'nde çalıştım. Yılda ortalama 350 kişinin tedavi olduğu, yaklaşık 75- 80'inin öldüğü, yani 10 yılda yaklaşık 750-800 kişinin öldüğü bu birimde, gece ve hafta sonu nöbetlerinde ölenleri görmemiş olduğumu varsaysak bile, yine de yüzlerce kişinin ölümüne tanıklık ettim.
Eğer, o gece roman okumaktan başka bir şey yapabilseydim, ikinci kitaba başlamasaydım, bunları size anlatacak değildim. Nedim Hazar'ın yazdığı "Leprom"da "Mansur'un Mezarı" adlı ilk öyküsünde anlatılıyordu, ölmeden gömülen genç bir kadının mezarda çektiklerini.
Beni çok düşündürdü bu öykü, biraz da birlikte düşünelim istediğim için size yazıyorum; mezarın içinde, üzerinde toprak yığılı bir küçük kutunun içinde uyandığınızı düşünün.
"Eğer"ler tutarsa!
Kollarınızı metrelerce bezle sarmışlar, ayaklarınızı ve gövdenizi de. Silkinip kalkmanız olanaksız. Ama ölmemişsiniz işte; çaresi yok, o kutudan çıkmalısınız.
Madem hareket edemiyorsunuz, bağırıp yardım istersiniz.
Eğer yerleşimlerden çok uzağa yerleştirilen mezarlığın yanından biri geçerse, eğer ses duyunca mistik duygularla korkup kaçmazsa... Bir şansınız olabilir ancak, bu "eğer"ler tutarsa, değil mi?
Hayır efendim, olamazmış.Olamazmış. Anlatılan öyküyle hatırladım; Çene öyle bir bağlanıyor ki, ağzı açmak olanaksız. Çene altından geçirilen bez tam tepede sımsıkı düğümleniyor çünkü. Ağız açılmadan nasıl bağırılır?
Merak edip sordum, neden çene bağlanıyor, diye. Dediler ki; Mahşer günü dil lazımmış, kişinin kendisini savunmasına. Çene, börtü böcek dili yiyemesin diye bağlanıyormuş.
Kimse donmasa!
Peki, bu asırda hala, bilinmiyor mu ki; insanın kurdu kendi içinde. Dışını nasıl korursan koru, içinden başlar çürüme. Mahşere kadar çürümeden kalan bir beden olabilir mi?
Beni pek de ilgilendirmez aslında aklı ya da mantığı dinsel işlemlerin. Yine de biri açıklasın bana, "biraz gevşek bağlansa şu çene, ne olur" diye. Böyle bir durumda, ayılan kişi hiç değilse şöyle çenesini bir iki oynatabilse, düşürebilse bezi de bağırabilse fena mı olur?
Daha iyisi donmuş kişilerin ölmemiş olabileceği bütün imamlara öğretilse.
Tabii, daha iyisi, bu yüzyılda hala insanlar donarak ölmese.
Nerden çıktı bu elektrik kesintisi.(NÇ/NM)