2006’da Ankara’da trans kadınlara saldıran çeteden dört kişinin yargılandığı davanın dokuzuncu duruşması bugün (22 Şubat) görüldü. On yıldan uzun süredir Yargıtay ve mahkemeler arasında mekik dokuyan dava; saldırganların aldığı cezayı Yargıtay’ın bozması üzerine yeniden görüldü.
Kaos GL’den Yıldız Tar’ın haberine göre, Ankara 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşma, trans kadınların avukatlarının isteği üzerine büyük salonda yapıldı. Duruşmayı, Pembe Hayat Derneği’nin çağrısıyla LGBTİ+ hak savunucularının yanı sıra; 17 Mayıs Derneği, Kaos GL, Kırmızı Şemsiye, ÜniKuir, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Danimarka Büyükelçiliği, SPoD, Toplumsal Hukuk, ve Ankara Barosu LGBTİ+ Hakları Merkezi takip etti.
İzleyiciye geçici engel, avukata sözlü şiddet
Yarım saat geç başlayan duruşma öncesinde izleyicilerin alınmayacağı söylendi. İtirazlar üzerine izleyiciler de duruşmaya katılabildi. Duruşma sırasında mahkeme heyeti, telefonundan not alan Avukat Seher Duygu Çildoğan’a telefonunu kaldırmasını söyledi. Avukat Çildoğan’ın “Kayıt almıyorum, kayıt alınmayacağını biliyorum elbette” demesi üzerine mübaşir, Av. Çildoğan’ın üzerine yürüyerek, “Uzatma işte” dedi. Diğer avukatlar, meslektaşlarına sözlü şiddete tepki gösterdi.
Duruşmanın başında Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi, davaya katılma talebi sundu. Merkez adına Avukat İrem Esra Kömürcü Altun, “Anayasa, Türk Ceza Kanunu, İstanbul Sözleşmesi, CEDAW’dan aldığımız yetkiyle buradayız” derken hakim sözünü keserek, “İstanbul Sözleşmesi yok” dedi. Bunun üzerine Avukat. Altun, “İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına dair hukuki süreç sonuçlanmış değildir. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç var ortada. Suçtan zarar gören ile suçun mağduru kavramları saydığım yasa ve sözleşmelerde birlikte düzenlenmiştir. Bu sebeple katılım talebimizi sunuyoruz” dedi.
Bir önceki duruşmada Diyarbakır Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu'nun katılma talebini reddeden Mahkeme, Kadın Hakları Merkezi'nin talebini de reddetti.
Trans kadınların Avukatı Senem Doğanoğlu, bilirkişi raporunda eksiklik görmediklerini belirtti, “Rapor, hem yağma suçu yönünden gerçeği yansıtmakta hem de çete olduklarını ortaya koymaktadır. Çete üyesi oldukları yönünden de yeterlilik vardır” dedi. Sanık avukatları ise, çete olmadığını, hiyerarşik bir yapı bulunmadığını öne sürdü.
Ara karar
Savcı, bilirkişi raporuna dair ara mütalaa sunarak; raporda sadece bir kişinin GSM numarası üzerinden işlem yapıldığını söyleyerek; geçersiz sayılmasını talep etti. Savcı ayrıca, Mahkeme tarafından ilgili kurumlara yazılan yazıların Yargıtay bozma ilamındaki hususları karşılamadığını söyledi, tekrar yazı yazılmasını talep etti.
Savcı'nın ara mütalaasının ardından Mahkeme heyeti ara vererek talepleri değerlendirdi. Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi'nin katılma talebi reddedildi.
Savcı'nın yeniden bilirkişi raporu düzenlenmesi talebini kabul eden Mahkeme; yağmalanın cep telefonlarının suç tarihinden sonra kullanılıp kullanılmadığı konusunda da rapor düzenlenmesine karar verdi. Son iki duruşmadır olduğu gibi Savcı, esas hakkındaki mütalaayı hazırlamadığı için dava 25 Mayıs saat 14.00'a bırakıldı.
Davada ne olmuştu?
2006 yılının Nisan ayında Ankara Eryaman’da bir çete trans kadınlara saldırdı. Birçok trans kadın yaşadıkları Eryaman’ı terk etmek zorunda kaldı. Bir kısmı şehir değiştirdi, bir kısmı Esat’a taşındı. Saldırılar Esat’ta da devam etti.
Pembe Hayat Derneği’nin kuruluşu da tam bu saldırılara karşı örgütlenmeyle oldu. Saldırıya uğrayan trans kadınlar suç duyurusunda bulundu, dava açıldı. Avukatlar Senem Doğanoğlu ve Hakan Yıldırım’ın takip ettiği dava 2008’de sonuçlandı. Sanıklardan Şammas Taşdemir, trans kadınların gittikleri kuaföre yönelik baskında silahla yaralamadan 45 ay; diğer sanıklar Harun Çardak ve Ahmet Günay 40’ar ay, Kurtuluş bölgesindeki trans kadınlara yönelik silahla yaralama eylemlerinden dolayı Ahmet Günay'ın 34 ay cezalandırılmalarına karar verildi.
Mahkeme, saldırganların çete olduğuna hükmetti ancak hükmü alt sınırdan kurdu. Yağma iddiasından ceza vermedi. Karar temyiz edildi.
2008’den günümüzde kadar ise yargı süreci adeta yılan hikayesine döndü. Yargıtay, 2011 yılında kararı bozdu. O sırada davaya bakan mahkemeler değişti. Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki değişiklikler ile dava bir mahkemeden diğerine gitti, geldi. Nihayetinde 2018 yılında dava yeniden Yargıtay’a gitti. Yargıtay, 21 Eylül 2020’de aldığı kararla yerel mahkemenin saldırganlara verdiği cezayı bozdu.
Yargıtay bozma kararında saldırganların “çete olduğuna ilişkin” araştırma yapılması gerektiğini söyleyerek o dönemki telefon kayıtlarının incelenmesini talep etti. 30. Ağır Ceza Mahkemesi de Yargıtay’ın bu kararına uyarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan saldırganların birbiriyle haberleşip haberleşmediğine dair bilgi istedi.
Eryaman ve Esat’ta ne olmuştu?
Avukat Senem Doğanoğlu o dönem trans kadınlara dönük saldırıları ve göçe zorlanmalarını ise şöyle anlatıyor:
“Eryaman denmesinin sebebi Eryaman’da olması ama aslında bizim şu anda bahsettiğimiz dava Esat olayları bir yandan. Eryaman’da inşaat sektörü canlanması vardı ve orada yaşayan trans kadınlara dönük organize çete saldırıları yaşanmaya başladı. Zamanla hem polis işbirliği içerisinde hem de bu inşaat firmalarının tuttuğu adamlar bir çete olarak trans kadınlara saldırıları arttırdı. Bir zaman sonra ‘haraç vereceksiniz bize’ denmeye başlandı paramiliter güç tarafından. Ancak temel amaç sürgündü. Evlere doğru saldırı başlayınca kızların birçoğu Mersin’e kaçtı. Bir grup da Esat’a yerleşti.
“Eryaman’da da bir dava açtırabildik Şammas Taşdemir hakkında. 2008 yılında öldürülen Dilek İnce de şikayetçiler arasındaydı. Şammas Taşdemir’in mala zarar vermekten yargılandığı bir davayı da takip ettik. Oradan da Şammas ceza aldı ama para cezasına çevrildi. Ödedi. Karar kesinleşti ve bitti. Adli cezadan hükme bağlanmış oldu ve saldırganların motivasyonları araştırılmadı.
“Eşzamanlı olarak Esat olayları başlayınca çok uzunca bir süre bir şey yapmadı emniyet. Artık her gece birilerinin yaralandığı, malına zarar verildiği, telefondan da tehdidin başladığı bir sürece döndü ve o zaman işte kefenli eylem dönemi başladı. ‘Artık bu şiddet önlenmiyorsa biz açlık grevine yatıyoruz’ dendi. Her gece mumlu eylemler yapılmaya başlandı. Kefenlerle eylemler yapıldı. LGBTİ+ örgütlerinin ve kadın örgütlerinin katıldığı, sessiz protestolar başladı ve bir süre sonra Çankaya emniyeti bizi aradı. Kısacası toplumsal baskının çok etkili olduğu bir süreçti, toplumsal baskı olmasaydı Çankaya emniyetine kimse o talimatı vermeyecekti.
“Yaralamalar oluyordu. Kuaföre zarar veriyordu. Yine araçlara zarar çok yaygındı. Geceleri sallama satırla kendi araçlarından inip kızların üzerine yürüdükleri ve bir kısmını yaraladıkları vukuatlar çok fazlaydı. Hepsini bir araya getirdik. Şikayetler teker teker alındı. Ardından faillerin hepsi toplandı. Tutuklandılar ve dava süreci başladı.
“Dava önce genel mahkemede açıldı. Yağma iddiası olduğu için ardından Ağır Ceza’ya geçti. İlk celsede kızların çoğu geldi ve şikayetlerini bildirdi. Ayrıntılı olayları anlattılar. Biz ilk celsede, bunun örgütlü bir suç olduğunu ve çete olduklarını anlattık. O dönem adliyenin çehresini de değiştirdik. Orada özneyi görmek, hakkını arayan bir özneyi görmek, meşru olanı görmek açısından önemliydi.”
(EMK)