"Cesaretli kadın" sloganıyla başlayan etkinlikte, kadınlar ve yeni bağımsızlık anlayışına ilişkin yaklaşımlar ele alındı. Bu arada kadın rejisörlerin filmleri gösterildi, sergiler düzenlendi. 25 yıllık bir geçmişe sahip Hollanda feminist kadın hareketi, bu sloganla son yıllarda çevresini saran sessizliği yıkmaya çalıştı.
20 yıl önce 20 yıl sonra
Kadın konusu hem mesleki hem de kişisel açıdan beni de ilgilendirdiği için, ev halkından o hafta sonu izin isteyip, kızıma da sonraki hafta sonu için bir sürü vaatte bulunarak programa katıldım.
Her ne kadar kadın hakları önemliydiyse de ev yaşamı, partnerim ve kızım her zaman ön planda idi. Benden bir hafta sonu vazgeçmeleri için elbette onların da rızalarını almalıydım.
Standlar, sergiler ve müzikle donanmış binaya girince, karşılaştığım tipler, geçen 25 sene içinde çok şeyin değiştiğine dair bir ipucu verir gibiydi.
20 sene önce katıldığım toplantılarda sadece Hollandalı feministler ve lezbiyenler olurdu ama, bu sefer sahneye yeni figürler de çıkmıştı: Siyah kadınlar ve başörtülüler de bu sefer feminizm sahnesinde yerlerini almışlardı.
Feminist erkekler
Bu kadar değişime acaba katlanabilir miyim sorusunu kendime sorarken, gözüm bir çalışma grubuna ilişti. Daha sonra alırım diyerek broşür ve avanta dergi toplamadan, hemen daldım.
"Feminist salon" adı altında organize edilen çalışma grubunun konusu, kendini feminist diye adlandıran erkeklerdi.
Feminizmin sadece kadınların tekelinde olmasının doğru olmadığını savunan erkekler; kadın hakları ve özgürlüğü konusunda kendilerinin de söyleyecek sözleri olduğunu dile getirdiler.
Doktora tezini erkeklik üzerine yapmış bir erkek psikolog, kadınların özgürleşme süreci içinde erkeğin rolünün de kaçınılmaz olarak değiştiğini; aile içinde pozisyonu değişen her ferdin, bu değişim doğrultusunda tüm aile sistemini de değiştirdiğini anlattı.
Erkeğin rolü kadının ekonomik bağımsızlığıyla sarsıldı
Kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmasıyla, asırlardır gelen bir gelenek olan erkeğin ekonomik alandaki yerinin sarsıldığını; dolayısıyla karısının kendisine olan bağımlılığını artık sorgulamaya başladığını söyledi.
Geleneksel rolü sarsılan her erkeğin bundan ister bilinçli ister bilinçaltında derin bir korku duyduğunu; karısının bu korkuyu anlarsa kendisini yarı yolda bırakacağı güdüsüyle korkusunu bastırdığını dürüstçe açıkladı.
"Ben karımın özgürleşme sürecinden son derece korktum. Üniversite bitirmiş bir aydın olarak, karımın kendi benliğiyle davranması ve kendi bağımsızlığını destekledim ama, için için de 'ya artık bana ihtiyaç duymazsa' diye ödüm koptu" dedi.
Erkek benliği feminizme minnettar
Bu süreçte kendi erkek benliğini araştırmaya itildiğini ve bu süreci yaşama şansını verdiği içinde feminizme duyduğu minnettarlığı anlattı. Bu korkuyu yenmek içinde erkeklerinde bir feminist sürece ihtiyacı olduğunu vurguladı.
Zamanımızda feminist süreçlerin artık cins farkı tanımadığını, kendisiyle hesaplaşmaya hazır herkesin meselesi olduğunu söyleyerek sözünü fiyonkladı.
Bu "hesaplaşmaya hazır" oluş süreci hakkında yoğun ve hararetli bir tartışma başladı. Tartışmacıların bir bölümü, herkesin bu süreci tanımadığını; eğitim ve yetiştirilme tarzından ötürü kendisiyle hesaplaşmanın onlara son derece tehdit edici bir şey olarak geldiğini savundu.
Erkek genetiği ve değişim tartışması
Kadınların genetik programlanışlarının değişime daha açık olduğunu ve erkeklerin bu konuda daha uzunca bir yol katetmeleri gerektiğini savunan kesim ise, salondaki erkeklerin şimşeklerini üzerine çekti.
Feministlerin, yıllardır sadece kadınların değişime açık olduğunu savunmalarından ötürü kopukluk yaşandığına dikkat çeken erkekler, bu ön yargılarından ötürü feminist geçinen kadınların egoist olduğunu; erkeklerden destek görmemelerinin sorumlusunun da kendileri olduğunu söylediler.
Bu kadar "sorumluluk" yüklü bir çalışma grubu fazla gelmeye başlamıştı. "Evet-hayır oyunu"na döneceğinden korkarak, salonu usulca terk ettim. Belki de feminizmi genelleştirmek ve cinsler üstü bir platforma taşımak için daha zaman çok erkendi.
Figüranlar değişse de
Figüranlar değişse de bazı oyunlar, belki de daha farklısı bizi sarsacağı için, hep aynı kalmaya mahkumdu. Ama ev halkından izin isteyerek ve de hafta sonumu feda ederek geldiğim bu etkinlikte bunu sorgulayacak hiç halim yoktu.
Farklı oyunlar var mı diyerekten, önce kendime bir kahve ısmarlayıp yumuşak beyaz koltuklara yayıldıktan sonra, etrafıma bakınmaya başladım.
Kahvem bitmek üzereyken karşıdan bir kamera ekibinin, ellerinde plastik çantalar ile dolaşan ve hepsi başörtülü bir grup genç kızı takip ettiğini gördüm.
Hollandalıların yeni özgürlük resmi: Başörtüsü
Kızların ağzından çıkan her lafı eğilerek dinleyen kamera yönetmeni, sanki hiç bir hareketlerini kaçırmak istemiyordu. Her türlü farklılığa hoşgörü göstermeyi dini bir sadakatle yerine getiren Hollandalılar sanki, "Bakın yeni özgürlüğün resmi artık bu. Biz başörtülülere bile hoşgörü gösteriyoruz" der gibiydiler.
Farklı konularda sık sık tanık olduğum bu davranış bana hiç yabancı değildi. Hoşgörü için hoşgörülü olmanın gerektiği bu ülkede, kime hoşgörü gösterildiği artık önemli değildi.
Olayların tarihsel sembolleri, insanların süreçleri ve en önemlisi insan gelişimi için bazı şeylere tolerans gösterilmemesi gerektiği, hiç mi hiç önemli değildi.
"Ben doğru taraftayım hakim bey!" Toplumsal olaylara hesaplı yaklaşım, bu ülkenin ikinci dünya savaşından kalma bir iç hesaplaşma ve suçluluk duygusuydu. Gördüğüm fotoğraf, bu düşüncemi bir kez daha kanıtlanmıştı.
Kahvemi bitiremeden yayıldığım koltuktan kalktım, acaba şimdi ne yapmalıydım?
"Kadınlar da güzel olabilir"
Kadın ve iş konulu çalışma grubu beni hiç açmazdı. 27 yıldır iş hayatının tam içindeydim ve bu konuda bana yeni bir şey anlatmaları imkansızdı. Hatta çalışan bir anneydim, iş hayatı ve anneliğin birleşmesinin getirdiği her türlü rezillikten payımı almıştım.
Lezbiyenler grubu ise doluydu, hem de tıklım tıklım... Zaten tipime bakıp, senin bizlerle ne işin var diyen bakışları beni oradan hemen uzaklaştırdı. Değişik renklere de açık olduğumu anlatacak zamanı bana vermedikleri için, uzaklaşmadan önce, onlara iyi çalışmalar diledim ve kapıdan duran kısa saçlı, gözlüklü, iri yarı tipe bir öpücük gönderdim elimle.
"Kadınlar da güzel olabilir" çalışma grubu da son derece kalabalıktı. Güzel giyinmenin, makyaj yapmanın feminizme karşı olmadığını savunan kırmızı saçlı bir hanım tarafından yönetilen bu çalışma grubu, manifesto sonunda en çok ziyaret edilen çalışma grubu olarak nitelendirildi.
Karnım acıkmaya başlamıştı, diyetime uygun bir yiyecek aramaya başlarken, tam o sırada "Yeni Feminizm" hakkında bir konuşma yapılacağı anonsu yapıldı.
Yeni feminizm
Etkinliği organize eden hareketin başkanı bizi yeni feminizm hakkında bilgilendirecekti. Bunu kaçırmamam lazımdı, hemen ön sıraya koşup yerimi aldım ve dinlemeye başladım.
"Eski feminizm öldü artık" diye sözlerine başlayan başkan büyük bir alkışla karşılandı.
"Genelde kadın denilince karşımıza bir tek tip kadın çıkmamalıdır" dedi başkan. "Kadınlar artık bireysel yaratıklar olarak kendilerini tanımlıyorlar. Kadın derken kadınların da kendi aralarında ne kadar farklı olduğunu göz ardı etmemek lazım. Kadınlar adına konuşmak artık eskidi. Kadınsal bir öz artık yok.
"Sadece kendi seçimleri olan ve kendi yolunda gitmek isteyen bireyler var artık. Kadın kimliği değil de, etnik kimliğini daha önemli bulan bir kesim de var artık.
"Bu yeni bir düşünce tarzı ve eski feminizm ile artık örtüşmüyor. Erkeklerle iyi ilişkileri olan kadına eskiden feminist gözü ile bakılmazdı. Şimdi artık aramızda erkekler de var.
"Yeni feminizm daha pragmatik, günlük olaylara artık yer veriyor ve olayları bireysel açıdan ele alabiliyor.
"Her kadının, başörtülü olsun olmasın, erkekten hoşlanır olur olmasın, bu harekette yeri olmalı."
Başkan sözlerine devam ederken, son zamanlarda piyasaya fırlayan pazarlama şirketlerinden birinden akıl aldığını düşündüm. Nabza göre şerbet felsefesi ve pazar kazanma mantığı ile hareket eden bu pazarlama şirketleri feminizme'de el attı anlaşılan diye düşündüm.
Sıkılmıştım. Başkan da konuşmasını bitirmek üzereydi. Kalabalığa takılmadan yerimden usulca kalktım ve kapıya doğru yöneldim.
Carry Ann
Zaman zaman ev işlerinde bana gereken desteği göstermemekle suçlanan, sık sık beni anlamadığını ve anlamak için de çaba harcamadığını düşündüğüm sevgilim geldi aklıma. İçimden ona küçük bir hediye alarak sürpriz yapmak istedim.
Beni mutlu eden bu düşünce ile kapıya yönelirken tekerlekli sandalyede zenci bir kadın gördüm. Bana hiç yabancı gelmiyordu.
Gayri ihtiyarı yanına sokuldum ve elimi saçlarına soktum, Carry Ann sen misin dedim? Kocaman gözlerini bana dikerek güldü, Jale dedi. Seni görmeyeli ne kadar oluyor?
Evet Carry Ann'ı görmeyeli sekiz sene olmuştu. 23 yaşında, annemin son günlerinde yanında olabilmek için okuldan ayrılmıştım.Carry Ann beni diplomasız işe alma cesaretini göstermiş ve hem çalışıp, hem de okumamı sağlamıştı. Onun bana duyduğu güvenle, artık bittiğine inandığım kariyerim son derece başarılı bir başlama fişeği ile beni günlere getirmişti.
Ve yıllar sonra bu etkinlikte karşılaşmıştık. Carry Ann geçirdiği beyin kanamasından sonra felç geçirmiş ve tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu. Ama gözleri halen fıldır fıldır dönüyordu ve halen bir genç kız gibiydi.
İnanır mısınız, Carry Ann ı öyle görmek beni üzmedi, çünkü bana verdiği ışıkta umut ve yaşam vardı.
"Ben 3 kitap yazdım" dedi! "Sen de git ve al hemen".
Felç olduktan sonra ölüm olan yerde yaşam da vardır diyerek kendisini yazmaya vermiş. Doğduğu ülke olan Surinam'da 60 çocuk için bir yurt açmış.
Senenin 2 ayını Surinam ormanlarında geçiriyormuş, yolum düşerse mutlaka uğramalıymışım. Hemen adres ve telefonumu aldı. "Sen ne olur olmaz unutursun, ben seni arayacağım" dedi.
Öpüştük, koklaştık ve birbirimizin gözlerine bakarak ayrıldık. "En kısa zamanda kızını da alıp geliyorsun sana anlatacağım çok şey var" diye de arkamdan bağırarak.
Bu 2 günün hediyesi Carry Ann olmuştu. Ne iyi etmiş de gelmiştim! Hemen kitapçıya giderek 3 kitabını da aldım.
Kitaplar çantamda kendimi dışarı attım ve beni bekleyen sevgilimle göz göze geldim. O da sürpriz olsun diye kapıda beni bekliyordu.
Carry Ann ın bir şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum.
İzzeti Nefis
Ben kimdim?
Ben bir kızılderiliydim
Asırlar boyu ormanda şifalı otlar arayan
Dans ederek günü ve güneşi selamlayan
Hızlı ve onurlu ırmaklarda yüzen
Ülkemi içime çekerek
Ben bir Afrikalıydım
Bir gemiye zincirlenen
Çömelip toprakta çalışan
Elleri dikenli tahtalardan parçalanan
Başı dimdik eğilmeyen
Ben özgür bir zenciyim
Kendini ormanlarından kovulan
Kıvırcık saçlarımda sakladığım tohumlar
Kentte yaşadığım evin gölgesine düşen
Onurlu ağaçlardan
Ben bir Çinliydim
Badem gözlerimle baştan çıkartan
İpek kimonom ile
Aybaşlarında ejderhayı selamlayan
Ben bir Portekizliydim
Onurla tarlalarımı idare eden
Gizlice kadınlara hayranlık duyan
Onlara bahşedilen onuru
İçimde duyarak
Ben kimim?
Olgun ve akıllı Kızılderili
Çalışkan Afrikalı
Namuslu Çinli
Onurlu Portekizli
Ben özgür zenci
Ben her kadınım
Bir den daha fazla
Sen kimsin?
Beni benden daha iyi tanıdığını iddia eden
Ben benden de daha fazlayım
Ya sen?
Carry Ann Tjong. Ayong
Hepinize selam ve sevgiler, bir başka macerada buluşmak üzere,
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Benim Tarot kartı baktığımı bilenler ve bu tecrübeyi yaşamak isteyenlere güzel bir haber.
Carry Ann'ın kitaplarını aldığım kitapçıdan güzel bir oyun aldım. "Çocuklar ve felsefe" denen bir oyun.
Çocuğunuzla oynayabilirsiniz ama, bence yetişkinlerle daha da güzel olabilir. Oyun şöyle, kocaman bir desteden bir kart seçiyorsunuz, kartta bir soru var: "Mesela, bu gün anneniz size uzun süredir arzuladığınız bir oyuncak aldı. Ve o anda en iyi arkadaşınız eve geldi ve hemen oyuncağınızı sizden ödünç almak istedi. Ne yaparsınız?"
Tabii bu konu açılınca sonu nereye varacak ve bir ebeveyn olarak sizleri ne tür derslerle karşı karşıya bırakacak... Şartların elverdiği en kısa zamanda bu oyunu hep birlikte oynama ve nice Tarotlar dileği ile.(J/EK/AD)