Bir karga tünedi hastane odamın balkonuna. Dikti gözlerini bana. Balkonun kapısı açık…
Kuzguni, parlak tüylerini düzeltiyordu, sivri, keskin gagasıyla.
Bir süre bakıştık, öylecesine, şimdiden ölümcül düşmanlar gibi. Sonra bana sırtını döndü, kocaman kanatlarını açarak havalandı, gözden kayboldu.
Yalnız kalmıştım yine hastane odamda. Ne oda ama!
Hele tam karşımda duran o suluboya tablo… Kim bilir hangi yeteneksiz çiziktirmişse. Renkleri badanayla uyumlu.
Nankörlük edecek değilim gerçi. Oda özel oda. Hastane odası ne kadar özel olursa… Paldır küldür dalıyor hemşireler gecenin bir yarısı, tam güç bela sızmışken. Ne o? Kan alacaklarmış… Oysa ne kan kaldı ne de kan alınacak damar. İşlerini yapıyorlar elbette… Ama şöyle bir deliksiz uykuyu öyle özledim ki…
Doktorlarımı seviyorum. Hele o iyimser olanı. Beni kurtarayım derken kendi gidecek heyecandan… Delifişek dostum. Oysa hastalığımdan kurtuluş yok. Biliyorum. Her şeyin farkındayım.
Az sonra, acımı dindirmek için kolumdaki seruma kattıkları ilacın etkisiyle sızıp kalıyorum.
Gözümü aştığımda odama doluşmuş doktorları görüyorum başucumda. Hoca ve peşinde asistanları, gayretli intörnler… Güzel kızlar da var aralarında. İçim açılıyor, açılabildiği kadar.
Derken, hocanın omzuna tünemiş kargayı ayrımsıyorum o kalabalığın içinde. Beyaz önlükler arasında kuzguni tüyleriyle nasıl da ayrıksı… Balkondaki karga bu, dik bakışlı olanı. Nasıl da çıkmışsa hocanın omzuna. Benden başka kimse fark etmiyor sanki onu. Ya da oralı olmuyorlar. Kanıksamışlardır ola ki.
Yine gözlerini dikmiş kötü kötü bakıyor bana. Tam o sırada, hoca cebinden stetoskobunu çıkarıp, göğsümü dinlemek için yatağa eğiliyor. Karga hâlâ omzunda. Burnumun dibine kadar sokuluyor. Gagası yanığımı sıyırınca ürperiyorum.
Uyandığımda odamda yine yalnızım. Balkonun kapısı hâlâ açık. Mevsim kış. Hava soğuk. Ama üşümüyorum.
Az sonra karga gelip tünüyor yine balkonun kenara. Dikiyor gözlerini bana. Tehditkâr. Aklı sıra korkutacak beni, yıldırıp irademi teslim alacak, yalvartacak.
Gözlerimi kaçırmıyorum oysa. Tam aksine, meydan okurcasına ben de ona dik dik bakıyorum. Her kuşun eti yenmez. O da öğrenecek bunu.
Karga nedir ki zaten? Siyah, beyaz ve gri bir yığın, renksiz bir kuş. Ondan mı korkacağım?
Sinirleniyorum onun o kendinden emin küstahlığına. Öfkeyle çekiyorum kolumdaki, burnumdaki, boğazımdaki kabloları, hortumları, kateterleri… Fırlatıp atıyorum! Kalan gücümü toplayarak, sendeleye sendeleye de olsa balkona yanaşıyorum. Kapısı açık…
Karganın dibine kadar sokuluyor, kendimi yukarı çekip balkonun kenarına, yanına oturuyorum. Şaşırıyor. Şaşıracak tabii.
İp boynuna geçtiğinde, insan sandalyeye tekmeyi kendi atmasını bilmeli.
Hiç tereddüt etmiyorum…
Gazi Üniversitesi Hastanesi, 1352 numaralı oda.
7 Aralık 2007 (EB/YB/TK)
* Erhan Bener'in ölümünden birkaç gün önce hastane odasında kurgulayıp anlattığı, ama kâğıda dökemediği, oğlu yazar Yiğit Bener tarafından kayda geçirilen son öyküsü…