Kobanî davasının 43. duruşma periyodunun 1. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Filistin halkıyla dayanışma içindeyim”
MA’nın haberine göre bugünkü duruşmada siyasetçi Nazmi Gür esasa dair savunmasına başladı.
Savunmasını usul ve esasa dair olmak üzere iki bölümden hazırladığını ifade eden Gür, sözlerine Ortadoğu’da yaklaşık 200 yıldır ciddi çalkantılar yaşandığını söyleyerek başladı:
“200 yıllık süreçte hiç barış yüzü görmedik. Şu an savaşın yaşandığı Kudüs’te birkaç kez bulundum. Selahaddin Eyyübi’den bu yana orası ne İsrail’in ne Filistinlilerin. Kudüs bütün insanlığın mirasıdır ancak bütün savaşlar da Kudüs üzerine. Topraklar kan gölüne dönmüş ve nihayetinde İsrail’in Siyonist rejiminin Filistin halkına dönük soykırımı söz konusu. Filistin halkıyla dayanışma içinde olduğumu belirtmek istiyorum.”
“Hala yargıçların olduğuna inanıyorum”
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkındaki suç duyurusuna değinen Gür, suç duyurusunu “hükümsüz” olarak değerlendirdi:
“Bu ülkede halkların güvenini yok eden bu gelişmelerin mevcut iktidarla da yakın bir ilgisi var. Yargının durumu bu haldeyken biz de burada savunma yapmaya çalışıyoruz. Türkiye yargısının içinde bulunduğu karanlık durumdan kurtaracak olan da bizzat yargının kendisidir. Hukukun üstünlüğünü mesleklerini siyasal emelleri doğrultusunda kullanmayan bir avuç savcı ve hâkim yapacaktır. Ben hala yargıçların olduğuna inanıyorum. Yargıtay birçok daireden oluşur. Sadece bir daireden alınan karar hepsini ilgilendirmez ama bu karar Türkiye yargısı için bir utançtır.
Demokratik hukuk devleti İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve diğer ortak bildirgeler esas alındığında hukukun üstünlüğünün herkes için güvence oluşturması, her türlü ayrımcılığının ortadan kaldırılması, sosyal ve ekonomik tüm hakların tüm bireyler için harekete geçirilmesi, tüm yurttaşların insan haklarına sahip olması ve herkesin ülkenin yönetimi konusunda iradesini özgürce ortaya koyabilmesidir. Bunların tümünü kapsar.
Düşünce ve ifade özgürlüğü bu düşüncenin açığa çıkmasında önemli rol oynar. Düşünce özgürlüğü yoksa orada devletten söz edilemez. Türkiye’nin taraf olduğu ilgili sözleşmelerdeki gerekliliklere uyması açıktır. Bir insan hakkı olarak tanımlanan düşünce ve ifade özgürlüğüne dönük faaliyetler uluslararası hukuka göre meşrudur.”
“Diyanet’e ‘sapkın’ ifadesini iade ediyorum”
Esas hakkındaki mütalaaya karşı Emniyet Genel Müdürlüğünün ve İçişleri Bakanlığı’nın mahkemeye gönderdiği dilekçenin bir “talimat” olduğunu aktaran Gür, şöyle devam etti:
“Orada ‘TCK-314’ten de ceza verin’ talimatı var. İddianamede TCK-302’ye dönük de bir suçlama yok. Dosyanın bu iki suçlama ile ilgisi yok. Talimatta yer alan suçlama ile ilgili tüm iddiaları reddettiğimi belirtmek isterim.
Onların bu davaya dahil olmasının tek nedeni, kendi suçlarını örtbas etmektir. Bu kurumların verdikleri dilekçelere itiraz ediyorum. Onların bu aşamada dosyadan çıkarılmalarını talep ediyorum. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dilekçesi hala mevcuttur. Bizi “sapkın” olarak ilan etmiştir. Bir fetva niteliğinde olan bu ifadeleri kendilerine iade ediyorum.”
“Bu dava bir kumpas davasıdır” diyen Gür, kumpası hazırlayanların ise “gün gibi ortada” olduğunu söyledi. Davanın eski hakimi Bahtiyar Çolak’ın Atadedeler Suç Örgütü’nün liderleri arasında olduğunu hatırlatan Gür, “Onun altında imzası olan kararlar hala duruyor. Bizim tutuklu kalmamızı sağlayan kararlarlardır. Siz de sanki Çolak bu mahkemeye hiç başkanlık yapmamış gibi davrandınız. Bu nedenle burada adil bir yargılamadan, Anayasa’nın 138’inci maddesinden söz etmemizin imkânı yoktur” dedi.
“Asıl mesele bizi ve siyasetimizi tasfiye etmekti”
HDP’nin, 6-8 Ekim 2014 sürecine gerekçe gösterilerek dava konusu yapılan söz konusu tweetin paylaşılmasından önce IŞİD’in Kobani’deki işgaline karşı protestoların zaten başladığına dikkat çeken Gür, “HDP’nin kapatılma davası ve bu davanın paralel yürütülmesi ender görülecek bir durumdur. Bu dosyadaki asıl mesele bizi ve siyasetimizi tasfiye etme amacıydı. Bizler TEM Şube Müdürlüğü’nün 2018’deki bilgi notu gereği gözaltına alındık. Bu operasyonun amacı bir taşla onlarca ‘kuş’ vurmaktı. Ancak tüm hukuksuzlukları Strazburg’dan döndü. Bu kumpası başlatanlar demokratik siyaset yapma isteğimizi kesintiye uğratamayacaklar. Demokratik siyasetteki ısrarımızın görülmesi ve saygı duyulması gerekiyor. Artık HEDEP var, onlar demokrasi ve barış mücadelesini devraldı” diye konuştu.
“Türkiye insan hakları ihlallerinde birinci”
Mahkeme heyetine, “Ya Anayasa’ya uyun ya da ‘biz Anayasa’ya uymayacağız’ diye bir ara karar kurun” diye seslenen Gür, Türkiye’nin 1990 yılında AİHM’in yargı yetkisini tanıdığını hatırlattı:
“AİHM kararlarına uymama veya kısmen uyma gibi konular söz konusu olamaz. İşte nihayet övüneceğiniz bir birincilik. Türkiye insan hakları ihlallerinde birinci. Türkiye’ye dair yapılan 78 başvurunun 76’sında AİHM ihlal kararı vermiştir.
Neden bu kararlara uymadığınızı uzun uzun anlatıyorsunuz ancak bu kararlar yok hükmündedir. ‘Yok hükmündedir’ sözü de bu kararları tanımayan AKP’li Ömer Çelik’e aittir. Bu yargılama süreci, bu kararlar Türkiye’nin zararınadır. Savcı bizi Türkiye’nin bölünmezliği aleyhine çalışmakla itham ediyor ama Türkiye’nin aleyhine çalışanlar ortada.
AİHS’e taraf olan hiçbir ülke iç işlerim iddiasıyla bu kararlara uymamazlık edemez. Avrupa Konseyi ve AİHM ile ilişkiler bir dönem Türkiye’nin prestij yükseltmesine neden olmuştu. Şimdi ise Türkiye hakkında 2017 yılında başlatılan denetim süreci devam ediyor.”
“Hukuk dilinden uzak bir dil söz konusu”
Davanın uluslararası alandan da takip edildiğin söyleyen Gür, Kobani Davası’nın Türkiye’yi hukuka uyma noktasında bir yol ayrımına getirdiğinin altını çizdi:
“Ya hukukun üstünlüğü ya da hiç! Düşman ceza hukuku ilkeleriyle yargılama yapamazsınız. Suç isnadı olarak muğlak, yazarlarının ideolojik görüşlerini belirten, hukuk dilinden uzak bir dil söz konusu. Yasa anlatımının belirli ilkesi vardır. Bunun sadece bu dosyaya özgü olmadığını tüm yargı süreçlerinde böyle bir yapısal sorun var. Bu da ciddi iletişim problemlerinin yanı sıra hak ihlallerine yol açmaktadır. Türkiye’de yargının dili halktan kopmuştur.”
Ankara Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandığı duruşmaya avukatların katılmasının dahi engellendiğini ifade eden Gür, “Engellemenin hukuki gerekçesini soran avukatlara polisin cevabı, ‘ben devletim’ oluyor. Biz de polis devletinde olduğumuzu biliyoruz ama bu kadar değildi. Bir polis avukatın sorguya girmesine izin verdi. Hakim ise bize, ‘dünyanın en adil mahkemesindesiniz’ dedi. Allah kimseyi bu adil mahkemelere düşürmesin!” dedi.
“AİHM’in Demirtaş Kararı’nda ‘siyasi saik’ belirtildi”
Gür, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Açıktır ki bu durum hukuki yardımdan faydalanma hakkının ihlalidir. Dosya üzerindeki gizlilik kararı benim ve avukatlarımızın ilgili soruşturma birimleri karşısında yeterli, elverişli ve etkili savunma yapmamızı engellemiştir.
Soruşturma makamlarının bu tutumunu ne yazık ki sayın mahkemeniz de sürdürmektedir. Bu durum AİHM’in Ahmet Şık ve Nedim Şener Türkiye Davası’nda açıkça belirtilmektedir. 6-8 Ekim 2014 tarihinde meydana gelen olaylara ilişkin olduğu belirtilen soruşturma dosyasında aleyhimize herhangi bir yeni durum delil, karartma ya da tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle gizlilik kararının verilebilmesinin hukuki hiçbir gerekçesi yoktur. Çünkü dosya 6 yıl açık kalmış.
Sebebi ise Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı tutuklu bırakmaktır. Kumpas oradan başlıyor, savcı Ahmet Altun'un atanmasıyla kumpas başlıyor. Gizli kararının arkasındaki gerçeğin ‘siyasi saikler’ olduğu bizce açıktır. Bu ‘siyasi saikler’ kavramı da bana ait değil, AİHM’in Demirtaş Kararı’nda kullandığı bir kavramdır.” (AS)