Kolumu Çanakkale'de Bıraktım
"Siperlerimiz hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Düşmanın denizdeki gezginci kalelerinden devamlı olarak gelen salvo ateşleri, Çanakkale'yi bir cehennem haline getirmişti. Canlı namına ne varsa, yok eden bu korkunç ateş kuvveti karşısında, bizleri yalnız iman kudreti dayandırıyordu. Ölüme karşı nasıl bir direnme?...
Öyle sanıyorum ki bunu sözle veya kalemle anlatmak mümkün değil... Ön hatlar devamlı olarak eriyor, geriden taze, daha bıyığı bitmedik ihtiyatlar alelacele ön hatlara sürülüyordu. Mayıs başından beri dört gündür hücum halindeydik. Tarihte 2. Kirte Savaşı diye adlandırılan bu muharebelerden birinde, mayısın 3/4 . gecesi gene bir süngü hücumu esnasındaydı, Soğanlıdere'de düşmana saldırmıştık.
Düşman projektörleri, yakınlarımızda patlayan dehşet verici mermilerin çıkardıkları ışıklarla bütün savaş sahnesi aydınlanmıştı. Birden, çok yakınımda bin şarapnel patladı. O anda sol tarafımı kavurucu bir sıcaklığın kapladığını hissettim.
Buna rağmen, hücum hızı ile daha kaç adım atmışım, şimdi hatırlayamıyorum; yalnız, birden takatimin kesildiğini, yıkılmak üzere olduğumu hissettim. < ah...="" vuruldum!...="">> diye bağırdığımı biliyorum. Kendime geldiğim zaman her şey çoktan bitmişti.
Bana 20 yıl hizmet eden sol kolum artık yerinde yoktu. Bu mukaddes vatan topraklarının müdafaasında kader benden ancak bu kadarını aldı. İnanınız ki başkalarının yaptıkları yanında bu çok küçük kalır. Çünkü gözlerimin önünde ne kıymetler gitti. Öyle aslan gibi, yüzlerine bakılmaya kıyılamayacak babayiğitler canlarını seve seve verdiler ki, benimkisi, onların yanında ancak bir hiç olabilir.>>
Bilir misiniz ki Mülâzımıevvel Hasan Tursun Efendin bundan sonra, daha 32 yıl tek kolla bu devlete hizmetten geri kalmadı.
Hikayesinin gerisini Hasan Tursun Bayraktar'ın ağzından dinleyelim:
- Hastaneden çıkar çıkmaz, gene hizmet etmek istedim. Müttefikimiz Avusturya'ya ait Pola limanından, Kuzey Afrika ve Arabistan'da savaşan birliklerimize denizaltı ile cephane sevkine baktım. Bu arada çıkan fırsatlarla birçok yerleri dolaştım. İstiklal Harbinde Kışlalar Kumandanı olarak ve yüzbaşı rütbesiyle vazife gördüm.
- Sizin, dedim, çok enteresan olan bir evlenme hikayeniz varmış. Anlatılmasında bir mahzur yoksa, rica edelim.
- Evet, evliliğimizin hikayesi oldukça enteresandır. Efendim, savaşlar bitip, memleket huzura kavuştuktan sonra, ben de emekliye ayrıldım. Sonra da İnhisarlarda vazife aldım. Eh, benim için de bir evlenme söz konusu olabilirdi. Fakat, beni bu bakımdan endişelendiren bir nokta vardı: Sol kolumun yokluğu... Durumum beni fazlasıyla hassas yapmıştı.
-
Tek kolla saracağım bir kimsenin psikolojisini düşünüyordum. Kendi kendime, < ya,="" diyordum,="" evleneceğim="" kadın="" hayatı="" soyunca="" tek="" kollu="" bir="" erkekle="" yaşamanın="" huzursuzluğunu="" duyar,="" su="" evlilik="" yüzünden="" tedirgin="" olursa?="" ya="" mesut="" edemezsem?="">> İşte bu düşünceler içindeyken, o zamanki Malul Gaziler Lokalinde, arkadaşlık ettiğim, benim gibi bir savaş malulü Tekkollu Cemal (tanınmış bâyi) Beyle gene buluştuğumuz bir gündü. Cemal Bey de, İran cephesindeki savaşlarda sol kolunu bir düşman şarapneline kaptırmıştı. Dert ve düşünce bakımından müşterek taraflarımız vardı. İşte o günkü konuşmamızda, evlenme hususundaki kesin kararımı kendisine açtım. Kolumu dert yapmayacak, bana anlayış gösterecek bir eş aradığımı tekrarladım. Cemal:< böyle="" birini="" tanıyorum.="" kanlıca'da="" oturur.="" onun="" hakkında="" iyi="" şeyler="" söylüyorlar="">>dedi. Yalnız biraz gülümsüyordu, bunları bana anlatırken. Ne yalan söyleyeyim, kızmadım desem, doğru olmaz. Fakat bu gülümsemenin sebebini nişanlandığım gece öğrenmiş oldum. Meğer eşim Afife, benim dert ortağım tek kollu Cemal Beyin kız kardeşi imiş!...
Bu mevzuda Afife Hanım da bize, evlenmelerinin oldukça hoş gelen bir başka yönünü şöyle anlattı:
- Çanakkale harbinin en dehşet verici günlerinde idi. Savaş meydanlarından gelen haberleri heyecanla okuduğumuz resimli bir harp mecmuası vardı. İşte o mecmualardan birinde kolsuz bir genç Türk zabitinin resmi çıkmıştı. Altında kimliği ve kolunu nerede kaybettiğini anlatan bir de kısa resim altı ile, tanınmış şairlerimizden Mithat Cemal (Kuntay) Beyefendinin, bu fotoğrafa ithaf ettiği çok güzel, ateşli bir şiiri neşredilmişti. Günlerce, o resme bakar; okuya okuya ezberlediğim o şiiri daima tekrarlardım. Ağabeyimin de bir savaş meydanında sol kolunu kaybettiği haberini aldığımız için, evcek bu şiir bize bir amentü olmuştu. Hatırımda kaldığına göre, şiirin ilk mısraları şöyle başlıyordu;< geçtin="" o="" kesik="" kolla="" önümden="" mütebessim-bir="" gözyaşı="" bir="" ukde-i="" muzlim="" gibi="" hissim="">> İşte bu mısralarla başlayan bu uzun şiirin başındaki fotoğrafa karşı ne yalan söyleyeyim, içimde ilkin hayranlık, sonra da bir sevgi uyandı. Gel zaman, git zaman, günün birinde yakınlarım beni bir malul zabitin istediğini söylediler. Hiç çekinmeden bu izdivacı memnuniyetle kabul ettiğimi bildirdim. Teyzezadem nişanlandığım akşam bana: < afife="" dedi,="" hani="" senin="" bir="" zamanlar="" dilinden="" düşürmediğin="" bir="" şiir="" vardı.="" biliyor="" musun="" ki="" o="" şiir="" nişanlın="" hasan="" tursun="" bey="" için="" yazılmıştır.="" dikkat="" et,="" resimde="" onundur="">> Gerçekten de nişanlımı bana ilk gösterdikleri zaman, kendi kendime < bu="" yüz="" bana="" yabancı="" gelmiyor="" ama,="" nereden?="">> diye düşünmüştüm. Kısmet böylece, onu bana eş etti...
Not: Bu yazı 29 Mart 1962 yılında yayınlanan Haftalık Hayat Mecmuasından alınmıştır.
(Röportaj: Turgut Etingu)