Platon’un Sofist’i, akademide genellikle öğrencilere ilk yıllarında okutulan temel siyaset felsefesi metinlerinden biri… Yeni bir versiyonu geçtiğimiz günlerde Cenap Karakaya çevirisiyle İletişim Yayınları’ndan çıktı. Siyaset Felsefesi Klasikleri arasında yer alan metne eşlik eden önsöz Emile Chambry'ye, sonsöz ise Ahmet İnsel’e ait.
Temel bir metin olduğu için, İletişim Yayınları’ndan çıkan versiyonu dilinin sadeliği ve açıklayıcılığı artıran dipnotlarıyla bir adım öne çıkmış denebilir. Sıradan bir okuyucu için bile, özellikle kapsamlı önsöz ve sonsözün katkısıyla, hiç de anlaşılması imkânsız bir metin değil Sofist. En önemlisi de, Platon’un sofistlere karşı yürüttüğü tezleri okumak, 2500 yıl sonra bugün tam da bizim durduğumuz yerden pek çok kavramın temellerinin atıldığı o döneme göz atmak bile hiç fena bir tecrübe değil…
Sofist, Platon'un birbirinin devamı olduğunu söylediği üç diyalogun (Theaitetos, Sofist ve Politeia) ikincisidir. Theaitetos sohbetinden bir gün sonra Sokrates, Theodoros ve Theaitetos yeniden bir araya gelirler ve bu sefer yanlarında Elea okulundan bir filozof da vardır. Bu filozof, Sofist'in “Yabancı”sıdır. Sokrates, Yabancı'yla tanışmasının ardından ona merak içinde bir soru sorar ve diyebiliriz ki bu soruyla birlikte “olaylar gelişir”: Elea'da sofistlik, siyaset ve felsefe bir bütünün parçaları olarak mı, yoksa farklı tanımları olan üç ayrı tür olarak mı görülür?
Bu sorunun cevabı Yabancı için zor değildir belki, ancak bu kavramların tanımlanması zordur ve zaman alacaktır. Bu yüzden, tanımlamaya geçmeden önce taraflar bir tartışma yolu seçmelidirler ve seçimleri muhatapla konuşmaktan, yani diyalogtan yana olur.
Yabancı'ya bu diyalogta Theaitetos eşlik eder. Sofist'in ilk bölümünde, Platon bir şeyin tanımını tam ve kesin olarak ortaya koymak için dikotomi yöntemine başvurur; okuyucu için ilk bölümün bu şekilde ilerlemesi eseri daha anlaşılır kılar ve metin içeriğinin bir anlamda okuyucunun zihninde basamak basamak ilerleyerek şekillenmesini kolaylaştırır.
Hiç şüphesiz, sofistler sözün ne denli güçlü olabileceğini keşfetmişlerdi ve bu keşfin sonuçlarını tarihe yazdırdılar. “Mutlak doğru” diye bir şeyin var olmadığı iddiası, kabul edelim ki bugünün modern dünyasından bakınca oldukça sıradan. Fakat bu iddiayla birlikte “Aslolan gerçek değil, algıdır” çıkarımı, “insani değerlerin sonradan kazanılabileceği ve dolayısıyla herkesin yönetime katılma hakkının olduğu” tezi, o dönemin düşün dünyasını alt üst edecek kadar sıradışıydı. Belki de okuyucuyu sofistlere ilişkin ikilemde bırakan temel şey, siyasi katılıma ilişkin böylesine cesurca tezler öne sürerek Yunan demokratik kültürüne büyük katkılar sağlamış olan sofistlerle, genç zenginlere para karşılığında felsefe öğreten, yani bunca önemsedikleri “algı”yı yönetenlerin aynı kişiler olmasıdır.
Ancak o güne bugünün demokrasi anlayışıyla bakarsak, ne Platon ve diğer filozoflara ne de sofistlere ilişkin tek bir olumlu cümle kurmamız mümkün olur…
Adaletin iyilik ve mutluluk, adaletsizliğinse kötülük ve acı getirdiğini savunan Platon gibi bir filozofun sofistlere nasıl yaklaşacağını tahmin etmek güç olmasa gerek… “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözüyle bilinen, doğrunun ve gerçeğin öznelliğini, erdemlilik, iyilik gibi değerlerin göreliliğini savunan sofistlerin, Platon’un gözünde tehlikeli ve akıl karıştırıcı sahtekârlar olduğunu söylemek hafif bile kaçacaktır belki...
Ama bizim konumuz, Platon’un sofistler için ne düşündüğünden ziyade bunu nasıl yaptığı, tezlerini adım adım hangi aşamalardan geçerek ileri sürdüğüdür. Platon, Sofist'te tanımların peşine düşerek yola çıkar, ama o yolda bilginin, gerçeğin ve doğrunun göreliliğini, varlığın ve var olmayanın tanımını sorgular ve tartışır. Sofistin ve sofist düşünce akımının tarihte nasıl konumlandığını, ne şekilde ve hangi bakış açılarıyla değerlendirildiğini anlamak, elbette ki tek bir kitapla mümkün değil, ancak Platon'un Sofist'ini okumak denilebilir ki bu yolda bir mihenk taşıdır.
Tanımlamalardan ve ortaya konan görüşlerden azade, sofistlere ve savundukları fikirlere yönelen eleştirileri anlamak, bunların ortaya konduğu dönemin siyasetini de analiz edebilmeyi gerektirir ve bu da ancak kapsamlı siyasi tarih okumaları ile mümkün olabilir. Sofistlerin bir bakış açısına göre lanetli ve tehlikeli görülmesi, diğer bir bakış açısına göre ise radikal demokrasinin kurucuları olarak değerlendirilmeleri ilk anda tuhaf görünse de, bu durum, eleştirilerin yapıldığı dönemin koşulları incelendiğinde anlam kazanır.
Bu anlamda Sofist’i anlamak, Platon’un devlet, eğitim, ahlâk ve diğer pek çok konudaki görüşlerini incelemeden, Atina düşün dünyasını ve Atina’nın altın çağı kabul edilen Perikles döneminin getirdiği reformları bilmeden tam olarak mümkün olamaz.
Ahmet İnsel’in metnin sonsözünde alıntıladığı ufak bir bölümle bitirelim (Sofist metnini tanıtırken sofistleri öven bir pasajı alıntılayıp Platon’un kemiklerini sızlatmak olmazdı!): “Balzac, Köy Papazı'nda, bu konuda günümüze taşıyabileceğimiz bir değerlendirmeyi dile getirir: 'Eskiden sofistler bir avuç insana hitap ederlerdi, şimdi günlük basın onlara bütün milleti yanlış yola saptırtma imkânı veriyor.”
Balzac’ın 1839’da yazdığı bu cümle her döneme uyarlanabilir olsa da, unutmamak gerekir ki Yabancı’nın “Hiç adil olmadıkları halde, adilmiş gibi görünmek isteyenlerin hepsi bu yolda başarılı olabilirler mi, yoksa bunun aksi mi olur” sorusuna Theaitetos’un yanıtı netti: “Aksi olur.” Çünkü onlar adil değil, taklitçidir ve sofistlerin değil Platon’un iddia ettiği anlamıyla “gerçekler”, “mağara kapısının dışında” da olsa elbet gün yüzüne çıkacaktır. (BG/YY)
*Sofist, Platon, İletişim Yayınları, Mart 2016, 126 sayfa