Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu, 649 maddelik Türk Borçlar Kanunu Tasarısının, kiracı-ev sahibi ilişkileri konusunda yeni düzenlemeler içeren bölümü üzerindeki görüşmelerini tamamladı.
Yeni Türk Borçlar Kanunu Tasarısı görüşmeleri sona ererken, kiracı-ev sahibi sözleşmesindeki düzenlemeler üzerine çok farklı tartışmalar ve yorumlar başladı bile. Bu tartışmaları kuşkusuz hukukçular daha yerinde yorumlayacaklar diye düşünürken, konuyla ilgili önemli fikir ayrılıklarının olduğunu görüyoruz. Bu durumda ilgili konuyu, yaratacağı sosyal sonuçlarıyla ele almada sadece yasa taslağından hareket etmekten öte “kiracılık ve barınma hakkı” ilişkisinden hareket edebiliriz.
Devletin yeni ortağı ev sahibi
Yasa taslağındaki en kritik düzenleyici maddeler, “kira sözleşmesinin sona erme biçimleri” ile “kiracının yükümlülükleri”ni kapsamakta:
“Kiraya verenler, konut ve çatılı iş yerlerinde, sadece kira bedelini değil, elektrik ve su gibi yan giderleri de ödemeyen kiracılara karşı, temerrüt sebebiyle tahliye davası açabilecektir.”
Bu dava sonucuna göre kiraya veren alacağını depozitodan kesebiliyor. Bu durumu kiracının lehine değerlendirmek mümkün değil. Burada yapılmak istenen sadece kira bedelini değil, kiracının satın aldığı hizmetlerin bedelini ödeyip ödemediği konusunda da ev sahibi işin takipçisi haline getirilmektedir. Son aylardaki doğalgaz ve elektrik faturalarındaki fahiş artışları düşündüğümüzde, bu düzenleme ile devletin alacağını takipte kendisine yeni ortak bulduğunu söyleyebiliriz. Hem de alacaklıya en yakın olan taraf: Ev ve işyeri sahipleri!
Ayrıca, kiraya veren, kira sözleşmesinin uzama süresi sonunda, süreyi izleyen yılın bitiminden en az 3 ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilecek. Yani kiraya verene, sözleşmeyi tek taraflı sona erdirme hakkı tanınacak. Bu düzenleme sonrası kentsel rantların çok yüksek olduğu merkezlerdeki ev ve işyerlerindeki kiracı kullanımındaki baskılar da artacaktır. Çok sık değişen kullanıcılar ile fiyatı arttırılmaya çalışılan mülkiyetler arasındaki ilişkinin daha gerilimli olacağını tahmin etmek zor değil.
Kiracıyla mülk sahibi ilişkisi eşitsiz bir ilişki
Kira sözleşmesinin sona erdirilmesinde ev sahipleri lehine yapılan düzenleme ile yatırım amacıyla gayri menkul alımlarının da teşvik edileceğine inanılmakta. Bu kriz koşullarında, yatırımcıların ellerinde satılmayan gayrimenkullerin değeri ile geliri, işi güvenceli olmaktan çıkmış ve risk altındaki kiracıların konumu eşit sayılmakta! Hatta bu eşitlik kiracı aleyhine bozulabilmekte.
Kiracılar ile mülk sahiplerinin hukuksal koşulları, ekonomik ve sosyal açıdan eşitsiz bir ilişkidir. Şimdi buna hukuksal koşulların da ağırlaştırılması eklenmektedir. Bütün bu kanun maddelerinde gizli olan avantajları ve dezavantajları aramak yerine sosyal konut için politik taleplere ve düzenlemelere ihtiyaç vardır. Kiracılar için ve özellikle ödeme gücü düşük veya olmayan toplumsal kesimler için kamunun ürettiği ucuz kiralı sosyal konut politikasına geçilmeksizin, bu yasaların her durumda mağduriyet doğuracağı ortada. Kentsel rantları arttırmaya dayalı bir iktisadi politika, kanunlar ile kiracıyı koruyamaz. Zaten artmış olan kira oranları karşısında kiracı zaten avantajlarını yitirmiştir. Eğer esaslı bir değişiklik yapılacak ise öncelikle kentsel rantların kamuya aktarımından başlamak gerekir. Büyük kentlerdeki çalışanların, emek gelirlerinin üçte birini kiraya verdikleri bir ortamda kiracı lehine yapılmış bir düzenlemenin hükmü, ev sahibinin vicdanı ile sınırlıdır. Oysa kiracılık konusunda kamunun düzenleyici rolü, yaşam koşullarını da her boyutuyla ele alan daha kapsamlı bir yaklaşımı içermelidir.
Daha politik bir yıl
2009 yılının özellikle büyük kentler açısından kentsel dönüşüm, yüksek kentsel rantlar, evsizlik, borç krizleri gibi mağduriyetlerle daha gerilimli ve aynı zamanda daha politik olacağını ön görmek zor değil. Ekonomik krizin bu tür toplumsal gerilimleri arttırmasıyla daha politik bir yıla girmekteyiz. (BŞ/BÇ)