Bu kez bir "ilk" gerçekleşti. Bir TV dizisi" film oldu. Ancak sinemanın bir endüstri, bir "iş" olduğu düşünülürse reyting rekorlarını alt üst eden, Şampiyonlar Ligi maçlarını bile geride bırakan "Asmalı Konak"ın sinema filmi olması doğaldı.
Amerika'da başlayıp Kapadokya'da doruğa çıkan Bahar ile Seymen Ağa'nın aşkı "Asmalı Konak", bir sevda öyküsü olarak Anadolu motiflerinin, tarihi ve turistik yörede, oya gibi işlendiği bir senaryoyla 54 hafta ekranda kaldı.
Son bölümlerden itibaren sinema filmine dönüşeceği açıklanan "Asmalı Konak"ın televizyon izleyicisinin beklentisine verdiği yanıt (bir haftalık izleyici sayısı 1 milyona dayandı) ikinci haftadan sonra gerçeklik zeminine oturacak.
Ancak film, sinema eleştirmenlerinin beklentisini ise sinema dili ve senaryosuyla hiç de tatmin etmiş değil.
Reklam arası dizi
'Başarılı dizinin, başarısız sinema filmi' yönetmeni olmaktan kurtulamayan Abdullah Oğuz, "eğer film başarılı olursa, dizinin başarısı olacaktır. Başarısız olursa da yönetmen olarak benim başarısızlığımdır," diyerek sorumluluğu baştan üstlenmişti.
Doğan Medya'nın yan kuruluşu olan ANS'nın patronu ve filmin yönetmeni Abdullah Oğuz'u yönetmen olarak başarısız bulabiliriz, ama işadamı olarak asla.
"Asmalı Konak" dizisinin son bölümünün , 2 saat 15 dakika reklam (71 adet alt yazı, logo ve çerçeve reklam ayrı) alması, bugünkü pazarlama yöntemini açıklar."Gak" deyince ihtar, "guk" deyince de kapatma kararı veren RTÜK, bu nedenle ATV'ye ihtar çekmiş, 20. maddesini işleme sokmuş ve "(...) adeta izleyiciye reklam arası dizi yayını sunulmuştur" demişti. Dizinin son gece tahmini reklam geliri 850 bin dolardı. ATV'den bölüm başı 200 milyar (!) gibi bir para alan ANS'nin trafiği, telaffuz edilen bu gelir üzerine reklam veren şirketlere yönelmişti.
"Yetenek tanrı vergisidir, başarı ise ticarettir" dercesine, dizinin "meta"laşabilecek her bir unsurunu sponsorları sayesinde paraya tahvil eden Oğuz, "Asmalı Konak Şarapları", "Bahar ile Seymen Takı Seti", "Asmalı Konak kupaları" vb. gibi ürünlerle de gala gecesi bunu kanıtladı.
Çetin'den alkışlar
Yönetmen Sinan Çetin bu konuda kendisine sorulan bir soruyu, "doğrusu çok kıskandım. Her yönetmen böyle bir gece hayal eder. Çok iyi bir organizasyon ve pazarlama. Sonuçta filmde bir ürün ve iyi pazarlanması gerekir," diye yanıtlamıştı.
Doğrusu Sinan Çetin'e katılmamak elde değil. Türk sinemasında bugüne kadar yapılmış galaların en görkemlisi olan "Asmalı Konak", bir "marketing" başarısı olarak alkışlanmaya değer.
Karizmatik kişiliğiyle, reklamdan-sinemaya, sinemadan da televizyona olan kariyerinde, pazarlama yöntemlerini en iyi kullanan isimlerden biri olan Çetin, Abdullah Oğuz'u alkışlamayacak da kim alkışlayacak.
"Asmalık Konak"ı yeterince alkışladık. Peki eleştirmeyecek miyiz? Abdullah Oğuz'un reklam metni eklemeleri ve Mahinur Ergun'un o çok iyi bildiğimiz yan karakterleri (mutfak halkı) figüran kalınca film zaafa uğruyor.
Üstüne üstlük senaryo basına sızınca çekilen üç final, filmin dramatik yapısını bozuyor .Kapadokya'ya dervişleri götürerek bir yandan "turistik-otantik" atmosfer yaratıp, diğer yandan da konaktakilere de sirtaki oynatan Abdullah Oğuz'un dış pazar hesapları da çabası.
Asıl pazarlamayı 54 hafta diziyi izleyen televizyon izleyicisine yapması gereken Oğuz, senaryodaki gelgitler nedeniyle oyunculuklarda da bir türlü bütünlük sağlayamıyor.
Feodalizme övgü, feminizme sövgü
Turistik bir gece sırasında kameraya alınmış izlenimi veren görüntüler, zor kurtarıldığı bariz sesleri müzikle tolere etmeye çalışan teknik, Amerikan dizilerinde sıkça gördüğümüz New York görüntüleri, Özcan Deniz'in "homelessler" (evsizler) çekimlerindeki stüdyo kokusu, kötünün ötesi makyajı, plan ve karelemelerdeki baştan savmalık, eleştirilmesi gereken diğer yönler.
"Asmalı Konak" dizi olarak; feodalizme övgü, feminizme ise sövgü düzen senaryosuyla, geriye atılmış bir adımdır ama Mahinur Ergun ve Meral Okay'ın bunu bilinçli ("halk" istemiştir!) yaptıklarını düşünmek haksızlık olur. Hatta, ilk bölümlerde reyting kaygısı taşıyan ekip, dizinin gördüğü ilgiden şaşkına bile dönmüştü.
"Asmalı Konak" bir çok "ilk"le anılsa da "Türk Sineması"nın, içinde gerçekleştiği dönemin egemen ideolojisini bire bir yeniden kurma geleneğinde bir sürekliliği de temsil ediyor aslında.
Kız zengin, oğlan yoksul
1946 ruhunun, Türk sinemasındaki yansıması "zengin kız, fakir oğlan (ya da tersi)" içerikli filmlerin çekilmesi olmuştu. Dönemin başbakanı Adnan Menderes "Her köye bir zengin" sloganıyla yola çıkmış, zamanın sinemacılarına da bu konularda filmler çekmesini (!) buyurmuştu.
50'li 60'lı yılların siyah-beyaz filmleri, işte bu politik rüzgarın bir ürünü olarak gerçekleşti. O yılların tek iletişim aracı radyo, tek eğlence aracı ise sinemaydı ve geniş kitleleri yönlendiren bu iki araçtan da yararlanmak, iktidarların boynunun borcuydu.
Gün döndü, devir değişti. İletişim araçları teknolojiyle gelişti ve çoğaldı. Radyonun ve sinemanın yerini televizyon aldı. Ülkemizde de, TRT'nin ilk resmi yayınlarının başladığı 1964 yılı televizyon yayıncılığı için başlangıç, (Gayrıresmi ÜTİ, 1952 yılı) özel kanalların ortaya çıktığı 1990 yılı da televizyonculuğun miladı oldu.
"Her köye bir zengin" değil, "Her eve televizyon" gerekliliği ortaya çıktı. Amerikan yapımı "Kaçak", "Dallas", "Flamingo Yolu" derken, yerli yapım diziler ekranda boy göstermeye başladı.
Türki'lerde bile sokak boşaltan diziler
Yerli dizilerin ilk örneğini tek televizyon kuruluşu olan TRT, Aziz Nesin'in "Yaşar, Ne Yaşar, Ne Yaşamaz"ı, ile verirken, ilk dizi starı Mehmet Keskinoğlu oldu.
Yine TRT, Reşat Nuri Güntekin'den uyarlanan, Aydan Şener'li "Çalıkuşu" ile "Türki cumhuriyetleri"nde bile sokakları boşaltan bir diziye imza attı. Gerçi bir zamanlar ekrana gelen, 'sabun köpüğü-(soap opera)' dizilere örnek "Köle İsaura" da sokakları boşaltmıştı ama, "Çalıkuşu" bu anlamda ilgi gören ilk yerli diziydi.
TRT'nin egemenliği özel televizyonculuğun başlamasıyla birlikte sona erdi. Çok sesli televizyon yayıncılığı işe haber, müzik-eğlence, ithal film ve dizilerle koyuldu. Cannes televizyon pazarından seçilen diziler, halkın seçimlerine uyup uymadığına bakılmaksızın (uymazsa uydururuz abi) ekranda boy gösterdi.
10'luk Paketler halinde alınan programlarda, iki iyi film ve diziye karşılık sekiz kötü film ve dizi vardı. Ödenen telif hakları da çabası. Bunun üzerine yerel kaynaklara yönelen televizyon kanalları umudu dizi çekmekte buldu. Uzun soluklu "Perihan Abla", "Kaynanalar", "Bizimkiler", "İkinci Bahar" gibi mahalle dizilerinin yerini, şarkıcılı-türkücülü diziler, "sitcomlar" ve Anadolu'nun bağrında çekilen "ağalı diziler" aldı.
Ve, bakir Anadolu bozkırlarına
İstanbul artık tükenmişti. Değil tarihi dizi, sıradan bir mahalle dizisi çekilecek tüm mekanlar ya yakılmış ya da yıkılmaya yüz tutmuştu. Doğal olarak bakir Anadolu bozkırına "Asmalı Konak", "Berivan", "Kınalı Kar", "Zerda" vb. yapımlarla gidildi. Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Bursa'yı mesken tutan dizilerin getirisi, götürüsünden çok olunca diğerleri de onları izledi.
"Asmalı Konak" bu sürecin bir halkasıdır. Dizidir ve sinema filmini sanat eseri yapan niteliklerden yoksundur. Bir sinema filmini sanat yapansa, konusu olduğu kadar kullandığı sinema dilidir. "Asmalı Konak" dili ve konusu olmayan, aşkı, doğayı ve tarihi motif olarak kullanan bir üründür.
Jean Luc Commoili - Jean Narboni, "Sinema, İdeoloji ve Eleştiri" başlıklı kitabında, "tüm filmler sonunda maldır, ticari nesnelerdir ve bu yüzden de söylemleri politiktir...Ekonomik sistemin bir parçası olan şey aynı zamanda da ideolojik sistemin de parçasıdır." der.
Televizyonla yakaladığı, geniş kitlelere ulaşabilme avantajını sinemaya taşıtan "Asmalı Konak", insanları sokağa dökmeyi amaçlayan Abdullah Oğuz'un (sinema filmi ticari bir malsa) malıdır. Televizyonun etkileme ve izleyicisine hayal kurdurma konusunda sağladığı sınırsız olanakları sonuna kadar kullanan Abdullah Oğuz da iyi bir işadamıdır. (AD/NM)