Bir dönem Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nda (DİSK) ve şimdi de Özgıda-İş Şube Başkanı olarak Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) yöneticilik yapan, 70'lerde yasadışı Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi, 80'lerde Yeni Demokrasi Hareketi kurucusu Mustafa Paçal ile bu konuları konuşurken, bir başka gerçek ortaya çıktı.
Şu anda Avrupa Birliği'ne (AB) uyum için yeni bir Sendikalar Yasası getirilmek üzereydi. Ve sendikacılar, bu yasayla sendikalara ve çalışanlara getirilen özgürlükleri kapı arkasında engellemeye çalışıyordu. Üyelerden topladıkları paraların ve delege seçimlerinin de hiçbir şekilde hukuki denetime tabi tutulmasını istemiyorlardı. Keyfi yönetimin devamı için mücadele ediyorlardı. Birçok kurum gibi sendikacılık da Türkiye'nin yeni dönemine ayak uydurmamak için elinden gelen çabayı gösterecek anlaşılan.
Kamu-Sen sendikasının yöneticisi olan birinin bir basın toplantısında Prof.Kaboğlu'na saldırıp okuduğu raporu parçalaması, dikkati sendikacılar üzerine çekti. Önce şunu sorayım, Türkiye'de sendikacı denilince akla gelen ortak özellikler nelerdir?
Türkiye'de sendikacı denince akla gelen şeyler çok olumlu değil. Sendikalar ve sendikacılar, toplumda destek gören, cazip bulunan kişiler ya da kurumlar değil. Bu itibar ve güç kaybının, hem sendikaların kendisinden hem de yasalardan ve işverenlerin sendikasızlaştırma politikalarından kaynaklanan nedenleri var. Ama en büyük sorumluluk sendikaların kendisinde tabii. Türkiye'de sendikalar bir türlü sivil toplum örgütü olamadı, iç yapısında demokrasiyi geliştiremedi. Zaten bundan ötürü bizde sendikal yapılara hâlâ 'teşkilat' deniyor. Merkezin ya da yönetimin teşkilatı anlamına geliyor bu.
Sendikada yöneticilik için hangi aşamaları geçmek gerekiyor?
Yönetici olmak için öyle aşamalar falan gerekmiyor. Sendikacılığa, çalışanlara, işletmelere yararlı olan, kaliteli, bilgili yöneticilere ihtiyacımız yok bizim. Sendikacılar bizde daha çok siyasi alandan devşiriliyor. Özellikle 90'lardan sonra kurulan memur sendikaları siyasi partilerin etki alanında. Mesela MHP, Kamu-Sen ilişkisi öyle belirgin ki... Önceki koalisyon hükümeti döneminde MHP, Kamu-Sen'in yönetimine müdahale etti ve kongrede genel başkanını görevden uzaklaştırdı. Yerine şimdiki başkanı göreve getirdi.
Gençlik kolları' gibi bir de sendika adı altında 'işçi kolları' mı var bizdeki siyasi partilerin?
Evet. Sadece siyasi partiler değil, devlet ve hükümetler de bu sendikaları güdümlüyor. 28 Şubat sürecinde sivil toplum örgütü adı altında 'silahsız kuvvetler' diye ortaya çıkan kimdi? Türk-İş ve DİSK'ti. Bu iki konfederasyon irticayı önlemek için sivil toplumun silahsız askerleri gibi lanse edildi o dönem. Ama sonradan anlaşıldı ki, 28 Şubat'ı desteklemelerini bir paşa koordine etmiş. Yani bir konjonktürde bizde devlet sendikaları etkiliyor, bir başka konjonktürde hükümet ya da siyasi partiler. Hükümetlerle sendikalar arasında, 'Siz bizi siyaseten zorlamayın, biz de sizi sendikal olarak zorlamayalım' alışverişi yapılıyor. İşin özeti, bizde sendikalar bir türlü bağımsız, sivil, demokratik kitle örgütü olamıyor.
Peki, bir sendikaya yönetici olmak için ne tür ilişkilere sahip olmak gerekiyor?
Sendikanın tepe yönetimine gelmek için sendika içi ilişkiler yetmez. Sendika dışı ilişkiler de gerekir. Mesela ağırlıklı olarak kamuda örgütlenmiş bir sendikaysa, hükümetin partisinden olmak, bürokratlarla iyi ilişkiler kurmak ve onların tavsiyeleri yönetime gelmede etkili olabiliyor. Bizde sendikacılık devletin, işverenlerin, hükümetlerin, partilerin kontrol ettiği alandır.
Anlaşılan, sendikalarda yönetimi üyeler belirlemiyor.
Evet. Yönetimi üyelerin belirleyebilmesi için o sendikanın demokratik bir ana tüzüğe, işleyişe, saydam bir yapıya sahip olması lazım ki, delege sendikal süreçlere katılabilsin. 2821 sayılı Sendikalar Yasası'nda, 'İşyerlerinde sendikaların delege seçimleri hâkim gözetiminde yapılır' diye bir düzenleme vardı. 1988'de hâkim gözetimi kaldırıldı. Şimdi AB'ye uyum nedeniyle bu maddenin tekrar getirilmesi gerekiyor ama sendikalar, 'İçişlerimize karışılıyor' gerekçesiyle bunu istemiyor. Oysa delege seçimlerinin yapılmasında ve sendika içi demokrasinin işletilmesinde böyle bir pozitif devlet müdahalesi gerekiyor. Çünkü hâkim güvencesi olmayınca, sendika yönetimleri kendisini seçecek delegeleri kendisi belirliyor ve sendikalarda keyfi yönetimler oluşuyor. Sendikalar şu anda AB'ye uyum için Meclis'in gündemine alınan yeni Sendikalar Yasa tasarısından çok rahatsız.
Sendikalar üyelerinden her ay para topluyor. Özellikle çok fazla üyeye sahip sendikalarda yöneticiler büyük miktarlarda paranın kontrolünü ellerinde tutuyor. Bu paraların nasıl harcandığı üyeler tarafından gerektiği gibi denetlenebiliyor mu?
Hayır. Üyeler, sendikanın mali denetiminde doğrudan etkili değil. Devletin sendikaları denetlemesine gelince, o da etkin bir denetim değil. Yeni Sendikalar Yasa tasarısının en netameli konularından biri bu denetim meselesi zaten. Yeni kanunda, sendikaları yeminli mali müşavirlerin denetlemesi öngürülüyor. Sendikalar buna itiraz ediyor. Bağımsız denetim şirketlerinin, mali müşavirlerin sendikaları denetlemesini istemiyorlar.
Şu anda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yeni kanunu taraflarla görüşüyor. Ve sendikacılar tasarıyla ilgili Ankara'da kıyamet koparıyor. Çünkü bu tasarının onlara göre çok nazik noktaları var.
Birincisi, delege seçimine hâkim güvencesi getirilmek istenmesi. İki, sendikalarda paranın denetlenmesi. Üç, kongrelerde delegelere yapılan harcamaların sınırlanması. Dört, sendika yöneticilerinin kıdem tazminatlarına tavan sınırlaması getirilmesi. Sendika yöneticileri Ankara'daki kulislerde, bakanlıkta işte buralarda kıyameti koparıyor.
Kıdem tazminatı adı altında alınan paralar çok mu büyük?
Genel kurul kararıyla büyük paralar alınıyor. Bizim sendikada o kadar paranın dönmediğini ben aldığım paradan biliyorum ama özellikle Türk-İş'e bağlı sendikalarda büyük paraların alındığı söyleniyor. Tasarıda ise, sedika yöneticilerine, 'Kıdem tazminatı ölçeğinde bir tazminat alın' deniyor. Yeni yasayla ilgili buralarda kıyamet koparan sendikacılar, konu çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerine geldiğinde inanır mısınız ne yapıyorlar?
Ne yapıyorlar?
Şu anda Ankara'daki pazarlıklarda, sendikacılıkta engelleri ve barajları savunuyorlar. Bir sendikacı olarak çok üzülerek söylüyorum, demokratik sendikacılığa, çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerine itiraz ediyorlar. Oysa Türkiye'nin sendikal hak ve özgürlüklerle ilgili olarak kabul ettiği uluslararası sözleşmeler var.
Bu sözleşmeler, çalışanların örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakkına özgürce ulaşabilmesini savunuyor. Birleşmiş Milletler'e bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü 'İLO' sözleşmelerinin mantığı da bu, AB'nin Türkiye'den beklentisi de bu. Ama biz İLO sözleşmelerini yıllar önce kabul ettiğimiz halde iç hukuka yansıtmadık.
Şimdi bize AB, 'Sizdeki gibi böyle tuzaklı, barajlı, engelli sendikal hak, sendikal özgürlük olmaz' diyor. Fakat sendika yöneticileri, şu anda Ankara'da yaptıkları kulislerde, pazarlıklarda mevcut engelleri savunuyor. Çünkü engeller, barajlar kalkarsa, sendika yönetimi olarak ellerindeki imkânların zedeleneceğini düşünüyorlar.
Sendika yöneticileri sendikaların üyelerden topladıkları paraları, kendi kişisel lüksleri için kullanırlar mı peki? Lüks arabalar, lüks davetler, yüksek maaşlar gibi?
Her sendikanın mali imkânları, bütçesi aynı değil. Türkiye'de 300-400 trilyon liralık birikimleri olan sendikalarımız da var, çok küçük bütçeli olan da. Ama üyelerden toplanan paralarla ilgili bir denetim yapılmayınca ve sendikanın kasası da yönetimin inisiyatifinde olunca, 'kasayla yönetim arasındaki o gizemli ilişkiyi' çözmek kolay değil tabii. Çünkü bu parayı kullanma iradesi tamamen sendika yöneminde. Elbetteki sendika yöneticileri belli bir standartta yaşamalı...
Fakat burada önemli olan, yöneticilerin aldıkları paranın karşılığını bir uzman, bir yönetici olarak verip vermedikleri. Bugün sendika yöneticisi olanların aldığı paralara baktığınızda üzülürsünüz. O paralarla çok değerli uzmanlar, gençler sendikalarda çalıştırılabilir. Ama sendika yöneticileri parayı harcamakta çok sorumlu davranmıyor. Hovardaca bir tutum içindeler. Yüksek maaşlar var... Lüks arabalar var...
Sendika yöneticileri aylık kaç para maaş alır ortalama olarak?
Bu paralar, sendikaların bütçesine ve genel kurul kararlarına göre belirleniyor. 2 milyar alan da var, beş milyar alan da. Bu bordroya yansıyan. Bir de harcırahlar ve harcamalar var ki, onlarla ilgili sağlıklı denetim yapıldığı söylenemez. Aslında sendika yönetimleri, hiç olmazsa sendikanın yayın organlarında üyelerine sendikanın gelir ve giderlerini ayrıntıya girmeden açıklamalı. Ama bu da istenmiyor. Para konuları sadece genel kurulların bütçe komisyonlarına geliyor ve genel kurulların oluşum biçimi demokartik olmadığı için de bu paralar geçiyor.
Peki bir işçi kaç para alır?
Sendika üyesi işçinin ücretiyle ilgili ortalama bir şey söylemek gerekirse, bu ücretler imalat sanayisinde aylık brüt 1-1.5 milyar liradır. Diğer sosyal hak ve ikramiyeler giydirildiğnide bu rakam brüt 2 milyara çıkar. Bunun da neti bir milyar civarındadır.
Ben zenginlikleri gazetelere yansıyan sendika yöneticileri hatırlıyorum. Sahip oldukları epeyce mal, mülk çıkmıştı. Sendika yöneticileri bu kadar parayı biriktirmiş olabilir mi? Ne kadar yüksek olursa olsun maaşları buna yeter mi?
Yetmez tabii. Bu konuda çok spekülasyon yapıldı. Bazısı asılsızdı, bazısı doğruydu. 15, 20 sene sendikada görev yapmış birinin bir evi, bir arabası, kenarda üç beş kuruşluk birikimi olabilir. Ama on dairesi, beş arabası, şu kadar altını, bu kadar dövizi olduğu zaman tabii burada bir şaibenin olduğu kesin.
Sendika yöneticilerinin mafyayla ilişkileri var mı? Bu kadar çok para, mafyayı da buralara çekiyor mu? Çünkü daha önce bir alacak verecek meselesinde vurulan bir sendikacı hatırlıyorum.
Mafya ya da Gladio bu ülkede derin devletin gerçeği. Bunun toplumdaki bütün kurumlarla çeşitli işbirliği ve çıkar ilişkileri olmuştur. Sendikaların kongrelerinde de listelere etkileri olmuştur, sendika başkanıyla, yöneticileriyle çıkar ilişkileri kurulmuştur. Ama somut örnek ver derseniz, veremem.
Sendika yöneticilerinin devletle, ve devletin örgütleriyle ilişkileri nasıl peki?
Sendikal hak ve özgürlüklerin İLO ve AB normları ölçeğinde genişlemesini, bir sendikanın engelliyor olabilmesi, işin farklı bağlantılarının bulunduğunu söylüyor zaten. Bugün devletin içinde demokratikleşmeye, kültürel hakların tanınmasına direnen çevreler, cepheyi büyütmek için toplumun her alanındaki kurum ve kişileri etkiliyor.
Türk-İş, 'AB bize Sevr'i dayatıyor. AB, Sevr demektir' diye gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar verdi. AB'ye karşı kamuoyu oluşturmaya çalıştı. AB'yi ve demokrasiyi engellemek isteyen koalisyonun sendikal alandaki parçalarıdır bunlar. Türk-İş, AB'nin sendika eğitim çalışmalarına da katılmıyor. 'Ben, Türkiye'nin AB ile ilişkilerini önemsemiyorum. AB ile herhangi bir ilişkiye girmek istemiyorum' demektir bu.
Türk-İş AB karşıtı politikasını üyelerine danışarak mı belirledi?
Hayır. Bu politika, Türk-İş'in genel kurul kararlarına aykırı. Birileri, bir el burada Türk-İş'e böyle bir açıklamayı yaptırabildi. Müzakere tarihinin verileceği 17 Aralık'a az kaldı. Acaba bu çevreler, Türkiye-AB ilişkisini zedeleyecek daha ne tezgâhlar düşünüyor?
Sendika işçiler için önemli ve koruyucu bir kurum. Kendi çıkarları için değil, işçilerin çıkarları için çalışan sendikacılar da vardır. Bir sendikacının kimin çıkarına çalıştığını nasıl anlaşılır?
Bakın... Sendikal hak ve özgürlüklerde İLO ve AB standartları ortadayken ve yeni Sendikalar Yasası bu ölçüleri getirmeye çalışırken, sendikacı olarak buna karşı çıkmak, 'Türkiye'deki işçileri ve sendikaları bu haklardan mahrum edelim' demek bir çıkarın işaretidir. Bütün bu çabalar, AB sürecini çelmelemek ve kendi yönetimini o sendikada devam ettirmek isteyenlerin çıkarınadır. Çünkü AB normları ve demokratik sendikacılık yerleştikçe, sendikalarda ve siyasi partilerde işe yaramayanlar dökülecek. Eğer sendikal hak ve özgürlükler İLO ve AB normları çerçevesinde yasalaşırsa, bugünkü sendikal bürokrasi yerinden olacak.
Sendikal bürokrasi mi?
Bu ülkede bir sendikal bürokrat sınıf oluştu. Sendika yöneticileri işte bu düzeni bozmak istemiyor. Mesela AB, sendika olsun olmasın, her işyerinde seçimle işbaşına gelmiş bir işçi temsilcisini şart koşuyor. Ama bu da sendikacıların ve sendikacı kökenli milletvekillerinin muhalefetiyle kanuna konulmuyor. Biz yıllardır, 'Yasaları değiştirmiyor, sendikal hakları engelliyor' diye, Türkiye'deki hükümetleri İLO'ya şikâyet ettik. Şimdi sendikaları İLO'ya şikâyet etme noktasına geldik.
Peki sendikacılar dünyasında zorbalıklar oluyor mu? Üyeleri, rakipleri sindirmek için zor kulananlar oluyor mu?
Oluyor tabii. Sindirme çeşitli biçimlerde yaşanıyor. Biz buna kulis faaliyetleri diyoruz ama genel kurullarda delegelere yönelik bazen rüşvet, bazen tehdit oluyor. Bir basın toplantısında özgürlükler raporunu yırtan zihniyet, kendi sendikasında farklı görüşten olan üyelerine kim bilir neler yapmaz.
Sendikaların başkanlarını değiştirmek zor mudur?
Sendikalar siyasi parti gibidir, iç işleyiş demokratik olmadığından yönetimdeki sirkülasyon çok ağırdır. Diyelim ki kongrede 400 delege var, 300'ü yönetimin kontrolü altındadır. Geri kalan da çeşit olsun gibidir. Delege üzerindeki kontrolü yapabilmek için de hemşerilik, siyasi parti bağı, rüşvet, tehdit gibi çeşitli araçlar devreye girer. (ND/BB)