Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) "Türkiye-İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı" başlıklı raporunu açıkladı. Raporu hazırlayanlardan Af Örgütü Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner ve Af Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü John Dalhuisen bianet'in sorularını yanıtladı.
On yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı altındaki Türkiye'de ifade özgürlüğüne ilişkin değişiklikleri, 4. Yargı Paketi'ni ve değişmesi gereken yasal düzenlemeleri anlattı.
İfade özgürlüğünün korunması ve uygulanması söz konusu olduğunda Türkiye’yi nasıl buluyorsunuz?
Andrew Gardner (AG): Türkiye’de şu an yürürlükte olan kanunlar uluslararası standartlar bir yana Türkiye’deki sivil toplumunun uzun zamandır talep ettiği standartlardan bile çok uzakta olduğu aşikar. Türkiye’deki yasalar güncelliklerini kaybetmiş durumda.
Anayasada belirtilen ifade özgürlüğünün sınırları Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi’nin belirlediği sınırların çok uzağında. Türkiye anayasası ülkedeki askeri darbe zamanında, yönetimdeki generaller tarafından yazılmış bir anayasa, son kullanma tarihi çoktan geçmiş. Ama Türkiye çok farklı bir ülke.
Şu an hala daha yürürlülükte olan ifade özgürlüğü ile ilişkili yasalar, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. ve 318. maddeleri, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) aslında Türkiye’nin bu baskıcı geçmişinin bugüne yansıması ve bu yasalar Türkiye’nin bugünkü toplumsal dinamiklerini karşılamıyor.
Hükümetin acilen bu anomaliyi ortadan kaldıracak adımlar atması, bu yasaları Uluslararası İnsan Hakları Yasası’yla uyumlu hale getirmeli.
John Dalhuisen (JD) : Türkiye’deki ifade özgürlüğüne daha geniş bir çerçeveden bakalım, sadece kendi meşru fikir ve inançlarını paylaştıkları için haklarında dava açılan insanların sayısına bakalım. Binlerce on binlerce kişi ifade özgürlükleri ihlal edilerek soruşturmalar geçirdi.
Geçtiğimiz sene Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ifade özgürlüğü ihlali gerekçesiyle en çok yargılanan ülkeydi. Dolayısıyla burada söz konusu olan gerçekten mühim bir sorun. Bu yüzden çok daha fazla dikkat gerektiriyor. Türkiye gelişen ekonomisi ve siyasetiyle mucize ülke olarak görülüyor ve herkes ülkenin doğru güzergahta ilerlemesini istiyor ama ifade özgürlüğü konusunda derin sorunlar yaşanıyor.
Ve bu sorunlar Türkiye’deki zorlu barış sürecinde de çok kritik bir noktada yer alıyor. Çünkü ancak herkesin meşru bir şekilde düşüncelerini ifade edebileceği bir ortam yaratarak barış diyalogunda iki tarafı da aktifleştirecek hem de gelecek nesillerin örnek alabileceği dinamik bir toplum yaratacaktır.
Eğer Türkiye’deki iktidar dördüncü yargı paketinin bu ihtiyaçları karşıladığını düşünüyorsa çok yanılıyordur.
Raporda “Terörün tanımının yeniden yapılması” önerisi yer alıyor. TCK'nin bazı maddelerinin kaldırılmasını istiyorsunuz ama TMK'ye ilişkin böyle bir talebiniz yok. TMK’nin mevcut olduğu bir ortamda ifade özgürlüğünü korumak mümkün müdür?
Af Örgütü Direktörü John Dalhuisen |
AG: TMK ilk 1991’de getirildi ve 2006’da yasada oldukça tartışmalı değişiklikler geçirdi. Eski Ceza Yasası’nda ifade özgürlüğü açısından avantajlı olan bazı yasaların 2005’te değiştirilmesi yeni sorunlar yarattı.
Asıl demek istediğim bu sınırlayıcı, baskıcı konsept aslında anayasada var olan ve yasalarla tekrar tekrar yeniden üretilen bir mantalite. Hatta yeni çıkarılan yasalarda bile aynı mantığı görmek mümkün.
Yeniden tanımlanmasını istediğimiz “terör” kavramıyla ilgili raporumuzda çok açık bir öneride bulunuyoruz. Yürürlükte olan tanım inanılmaz geniş, inanılmaz belirsiz bir tanım. Bu iki noktada sorun oluşturuyor. İlki bütün suç yasalarının çok dikkatli bir şekilde tanımlanması gerekir. Ancak bu terör tanımı o kadar belirsiz ve geniş ki tüm suç yasaları açısından geçerli olan bu kurala uymuyor. Tanımın çizgilerinin kesin olarak belirli olması ve çok fazla yoruma açık olmaması gerekiyor. İkinci nokta ise terörizm tanımı o kadar belirsiz ki terörü “yöntemlerle” değil “amaçlar” doğrultusunda tanımlıyor. Bu çok problemli bir yaklaşım çünkü misal PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) arasındaki çatışmaya ilişkin yapılan en demokratik ve meşru protestolar dahi PKK’nin eylemlerine dahil olmak gibi yorumlanıyor.
Bizim önerimiz ise şudur, terörizm tanımını evrensel hukukla uyumlu hale getirin. Ayrıca Birleşmiş Milletler Özel Raportörünün terörizme karşı insan haklarını korumaya yönelik önerisine uyun. Ki raportörün önerisi şiddet eylemlerini, rehin almaları terörizm aktivitesi olarak gören ve oldukça kabul görmüş bir öneri.
JD: yargı reformu süreci bizim özellikle üzerinde durduğumuz ifade özgürlüğü meselesinden daha geniş bir alana dair değişiklikleri kapsıyor. Ama ifade özgürlüğünün yasayla ihlali meselesinde baktığımızda paketlerde ancak çok ufak değişikliklerin yapıldığını görüyoruz. Paketlerde uygulamalara dair değişikliklerle etkinin azaltılması amaçlanıyor ama sorunun temeli ortadan kaldırılmıyor. Uluslararası hukuka göre ifade özgürlüğünü ihlal eden maddeler kaldırılmıyor, iyileştiriliyor.
AG: Her devlet terörist eylemleri suç kapsamına alır. Birçok uluslararası anlaşma terörle mücadele adına ülkeleri teröre karşı kanun çıkarmaya mecbur bırakır. Asıl mesele bu kanunları tümüyle ortadan kaldırmak değil, sadece amaçları doğrultusunda ve insan haklarına uygun olarak uygulamalarını sağlamaktır. Bu yasalar tanımlandıkları ölçüde işlemelidir ama genişlememelidir. Şiddet eylemleriyle kısıtlanabilecek terörizm tanımı meşru protesto ve muhalefet biçimleri üzerinde baskı kurmak amacıyla kullanılmamalı.
Anayasa'nın güncelliğinin kalmadığından bahsettiniz. Bugünlerde Mecliste Anayasa çalışmaları sürüyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
JD: Anayasa'nın asıl amacı toplumun uzlaşılan değerlerinin tanımlanması ve deklare edilmesidir. Bu süreç ise yeni bir tasarı hazırlama, var olanı değiştirme çalışması. Bu süreçte ifade özgürlüğünün sınırlarına ve bu hakkın anayasada nasıl korunacağına ilişkin geniş tartışmalar yaşanacağını tahmin ediyorum. Ve benim kanaatim Türkiye’deki büyük çoğunluğun ifade özgürlüğünün korunması için çok daha güçlü önlemlerin alınmasını isteyecektir. Bunun herkesin bir araya gelerek kamuoyu oluşturması ve ifade özgürlüğünün kısıtlanabileceği alanların uluslararası hukuka uygun hale getirilmesi için baskı yapması gerekmektedir.
AG: Herhangi bir yasa yapım sürecinde danışmanlığa ihtiyaç olduğunu eklemek isterim. Darbe yönetiminin ortaya çıkardığı bir Anayasa'dan sonra demokratik bir Anayasa yazma çabası söz konusu olduğunda bu ihtiyaç daha da artacaktır. Parlamentodaki siyasi partiler arasında uzlaşı sağlamak tabii ki önemlidir ancak bunun yanında ülke genelinde daha geniş tartışmalar yapmak gerekir ve anayasa ancak bundan sonra yazılmalıdır. Yeni bir anayasa yazmak mutlaka gereklidir, ama bu sürecin yöntemi de çok önemlidir.
Türkiye’nin son on yılı AKP yönetimi altında geçti. Geçmişten bugüne bakıldığında ülkedeki ifade özgürlüğüne ilişkin değişimler hakkında ne düşünüyorsunuz? İlerleme ya da gerileme var diyebilir miyiz?
AG: 1990'lara baktığımızda sistematik işkence, insan haklarını ihlal eden sorumluları koruyan cezasızlık, bilhassa Güney Doğu’daki gözaltına kayıpları düşününce bugünle karşılaştırdığımızda çok önemli bir ilerleme olduğu aşikar. Ancak daha yakın geçmişe ve özellikle ifade özgürlüğü meselesine baktığımızda birçok aşamada gerileme olduğunu görebiliriz. 1990’larda insanlar bilhassa Kürt sorunuyla ilgili muhalif görüşlerini açıkladıklarında hayatlarını riske atıyorlar, işkenceye uğruyorlar ve göz altında kaybediliyorlardı. Bunlar ifade özgürlüğüne karşı devletin uyguladığı baskı yöntemleriydi. Şimdiyse insanlar daha farklı tehditlerle karşı karşıya. Belki öldürülmüyorlar ama haklarında açılan davalarla, uzun tutukluluk süreleriyle ve TMK’nin ağır cezalarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Değişim bu.
Eğer son beş yıla bakarsak bazı ilerlemeler de var tabii. Altı yıl önce 1915 Ermeni Soykırımı’ndan bahsettiğinizde kesinlikle hakkında yasal işlem başlatılırdı ve büyük ihtimalle de TCK 301 gerekçesiyle suçlu bulunurdunuz. Ama son beş yıl içinde Ermeni Soykırımı, azınlıklar gibi meselelere yönelik tartışmalarda bazı ilerlemeler sağlandı, hatta ordu bile eleştirilebilir hale geldi.
Ama aynı zamanda Terörle Mücadele Kanunu maddelerinin son derece keyfi kullanımıyla bir gerileme görüyoruz.
Üst üste üç dönem seçilen AKP şu anki iktidarını “Ustalık Dönemi” olarak adlandırıyor. Çıraklık’tan Ustalık’a ne değişti?
Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner |
AG: Başbakan’ın ilk seçildiğinde bazı açıklamaları vardı. LGBT bireylerin sorunlarıyla ilgili kendisine bir soru yöneltildiğin “Onlar da bu ülkenin vatandaşlarıdır ve hakları vardır” demişti. Bu açıklama bir başbakanın ifade edebileceği en iyi açıklamaydı. Ama son dönemki açıklamalarına baktığımızda bu ilk zamanki ifadeleriyle çatıştığını görüyoruz. Ayrıca son beş yılda başbakan avukatları aracığıyla hakaret gerekçesiyle yüzlerce dava açtı. İşte bu yaklaşım Türkiye’deki ifade özgürlüğünün tehdit ediyor.
Özellikle geçtiğimiz yıl yine başbakanın bazı gazeteciler ile ilgili açıklamaları oldu ki bu durum Türkiye’de basının rolü, eleştirel yazı yazma, iktidarı eleştirme gibi haklarıyla çelişen bir yaklaşım. Bu da Türkiye’deki insan haklarına zarar verdi.
Ama şunları da eklemek gerekiyor. Türkiye’nin geçmişine baktığımızda siyasal partiler mezarlığı bir manzara var karşımızda. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde siyasi parti kapatma yoluyla örgütlenme özgürlüğünün ihlaline ilişkin davalar Türkiye’nin kapattığı İslamcı ya da solcu siyasi partilerle başladı. Türkiye’nin geçmişte siyaset yapma alanı çok dardı. Belki Türkiye’de siyasi parti olarak var olma koşulları çok değişmedi ama siyaset yapma alanının genişlediği bir gerçek. Ve şu anki hükümetin bu sınırları genişletmede rol oynadığını, ordunun eskisi gibi siyasete müdahale edemediğini kabul etmemiz gerekiyor.
Şunu da söylemek gerekiyor ki bu süreç Ergenekon davasıyla başladı. Bu davada yargılanan kişiler 1990’larda görev yapan kişilerdi. Bu davayla geçmişte adı ağza alınmayan JİTEM televizyonlarda konuşulmaya başlandı, ülkenin başbakanı “Kürt Sorunu vardır" dedi. Ve yaygın medyada bunlar tartışılmaya başlandı.
Ama diğer yandan bu baskın siyasi partinin yönetiminde medyanın çıkarları ve hükümetin çıkarlarının çeşitli nedenlerle örtüşmesi sebebiyle beş yıl öncesiyle karşılaştırıldığında medya bu hassas konuları tartışmada daha isteksiz davranıyor.
Türkiye Gazetecileri Koruma Komitesi (Committee Protect Journalist / CPJ) raporunda en çok gazetecinin hapsedildiği ülke olarak yer aldı, ve ifade özgürlüğü konusunda pek çok sivil toplum örgütünden tepki görüyor. Peki bölgede durumlar nasıl?
JD: Sayılar tam olarak gerçek hikayeyi anlatmıyor. En baskıcı rejimler genelde Türkiye’nin komşusu olan ülkeler. Türkmenistan, Azerbaycan, İran, Rusya ifade özgürlüğüne ilişkin derin sorunlar yaşanan ülkeler. Vladimir Putin’in yeniden yönetimi altındaki ülkede gazeteciler, sivil toplum örgütleri ciddi baskılarla karşılaşıyorlar. Rusya, Türkmenistan ya da Özbekistan gibi bir sessizlik rejimi değil. İnsanların pek çok yerde görüşlerini dile getirdiğini görebilirsiniz ama bu görüşleri şiddetle karşılaşma uğruna dile getiriyorlar. Çok riskli bir oyun bu.
Peki devletler birbirlerinden ne kadar etkileniyorlar?
Büyük resme baktığınızda ifade özgürlüğü ve insan hakları çıtasının yükseldiğini görüyoruz. Ama devletler etraflarında çıtayı en çok kimin düşürdüğüne bakıyorlar, sonra da o zaman ben de şu kadar indirebilirim diyorlar. Terörle mücadele yasaları bunun bir örneği. “O bunu yaparsa o zaman ben de şunu yaparım” gibi uygulama var. Ama bu iki yönlü çalışan bir uygulama. Kimisi kötü olandan örnek alıyor kimiyse iyi olandan. (EA)