"Üniversite gençlerinden bazıları, sorunu gün yüzüne çıkarıp topluma 'tartışalım' çağrısı yapıyor" diyen Hüsnü Öndül herkesi tartışmaya davet etti:
"Bu bir sorundur ve bu sorunu tartışarak ve ulusalüstü insan hakları belgelerinde yer alan ilkeleri gözeterek çözebiliriz."
Üniversitelerde, bazı öğrencilerin, anadillerinin seçimlik ders olarak okutulmasını isteyen dilekçelerini üniversite rektörlüklerine verdiğini ve bu öğrencilerin bazıları hakkında disiplin, bazıları hakkında da Cumhuriyet Savcılıklarınca ceza soruşturması açıldığını hatırlatan Öndül şu noktalara dikkat çekti:
* Anayasa, tek bir ideolojiyi milliyetçiliği, tek bir etnik kimliği, ürklüğü, tek bir dini, İslamı ve onun tek bir mezhebini ve tek bir kültürü temel almaktadır.
* Bu anlayış, 1979 yılındaki Aydınlar Ocağı'nın Türk-İslam Sentezi tezinin anayasal ve yasal sisteme yansımasıdır. Bu tekçi anlayış ile toplumun çoğulcu özellikleri çelişmektedir.
* Türkiye toplumu 26 farklı dili konuşmaktadır. Ayrıca Kürtçe ya da Lazca yabancı dil olarak algılanamaz. Bu coğrafyanın, bu toplumun bireylerinin, bu ülkenin yurttaşlarının konuştuğu bir dildir.
* Anayasanın 42. maddesinde, "Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir." denmektedir.
* Bu hüküm doğa yasalarına ve Türkiye'nin gerçeklerine ters düşmektedir.
Basın açıklamasının tam metni
İHD, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye adaylığının 10 Aralık 1999 tarihinde kabul edilmesi vesilesi ile Türkiye'nin mevzuatını Kopenhag Siyasi Kriterleri olan, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması ölçütlerine göre taramış ve analiz etmişti.
Tarama ve analiz sonuçlarını da 13 Temmuz 2000 tarihinde yaptığımız basın toplantısı ile kamuoyuna duyurmuş; Sayın Başbakan'a ve Avrupa Birliği ile İlişkilerden Sorumlu Başbakan Yardımcısına ve o tarihte Türkiye'de bulunan Avrupa Birliği Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu üyesine sunmuştuk. Ekim 2000 tarihinde de anılan çalışma, Türkçe ve İngilizce olarak Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması) adıyla kitap olarak yayınlanmıştı.
İHD, anayasal vatandaşlık kavramına uygun bir devlet yapılanması ve devlet-yurttaş ilişkisi önermişti adı geçen çalışmada. Buna göre devlet, tüm yurttaşlarına, onların etnik kökenlerinden, inançlarından, dillerinden, siyasal görüşlerinden, sosyal statülerinden ve kültürel özelliklerinden bağımsız olarak yaklaşacaktı. Bizim değerlendirmemize göre, Türkiye toplumu çoğulcu etnik, dilsel, dinsel ve kültürel dokuya sahipti. Devlet tek bir ırktan olanların, tek bir dinden olanların devleti değildi. Herkesi kucaklaması gerekirdi. Herkes nasıl kucaklanabilir? İHD'ye göre, herkes anayasal vatandaşlık sisteminde kucaklanabilir. Bu durumda Anayasa ve yasalarda değişiklikler yapmak gerekir. Anayasa, tek bir ideolojiyi milliyetçiliği, tek bir etnik kimliği, Türklüğü, tek bir dini, İslamı ve onun tek bir mezhebini ve tek bir kültürü temel almaktadır. Bu anlayış, 1979 yılındaki Aydınlar Ocağı'nın Türk-İslam Sentezi tezinin anayasal ve yasal sisteme yansımasıdır. Bu tekçi anlayış ile toplumun çoğulcu özellikleri çelişmektedir.
İHD demokrasinin çoğulculuk, katılımcılık ve açıklık ilkeleri açısından yaptığı incelemede, devletin temel amaç ve görevinin "devlet Türkiye'nin çoğulcu etnik yapısını ve kültür çeşitliliğini, ülke bütünlüğü içinde korumak ve geliştirmek için gerekli tüm koşulları hazırlar ve uygun önlemleri alır" biçiminde belirlenmesini önermekteydi. Böyle bir amaç ve görevin devlete verilmesi, farklı olanın farklılığını korumak ve geliştirmek için olanaklara ve fırsatlara sahip olmasını sağlayacaktır. Ekte andığımız çalışmanın konuyla ilgili bölümünde yaptığımız değerlendirme sunulmaktadır.
Değerli Basın Mensupları,
Bilindiği gibi, 3 Ekim 2001 Anayasa değişikleri paketinde, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve dil kullanımı alanlarında değişiklikler yapıldı. Anayasanın 13, 14, 26 ve 28. maddelerindeki bu değişikliklerin zaman içinde ne tür iyileşmelere yol açacağını ya da açmayacağını göreceğiz. Konu ile ilgili olarak tereddütlerimizi ve kaygılarımızı saklamıyoruz. Uyum yasaları ile idarenin ve yargının tutumu, bu alanlardaki özgürlüklerin sınırını gösterecek. Ancak bildiğiniz gibi, Anayasa'nın 42. maddesinde bir değişiklik yapılmadı. Anayasanın 42. maddesinde, "Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir." denmektedir.
Bu hüküm doğa yasalarına ve Türkiye'nin gerçeklerine ters düşmektedir. Türkiye'de herkesin anadili Türkçe değildir. Türkiye toplumu 26 farklı dili konuşmaktadır. Ayrıca Kürtçe ya da Lazca yabancı dil olarak algılanamaz. Bu coğrafyanın, bu toplumun bireylerinin, bu ülkenin yurttaşlarının konuştuğu bir dildir.
Değerli Basın Mensupları,
BM Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dil Azınlıklarına Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşme, Avrupa Bölge ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi ve elbette daha genel nitelikte İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile BM.Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşme anadil ve dilin kullanımı ile ilgili ilkeleri düzenlemektedir.
Değerli Basın Mensupları,
Demokrasi mücadelesi ya da daha spesifik olarak insan hakları mücadelesi, demokratik araç ve yöntemlerle verilebilir. Üniversite öğrencilerinin anadilde eğitim ve öğretim konusunda, dilekçe haklarını kullanmaları, bu konu ile ilgili düşünsel üretim faaliyetinde bulunmaları ve istemlerini şiddet dışı araçlarla gündeme getirmeleri sevindiricidir ve bu şiddet araçlarını dıştalayan eğilim teşvik edilmelidir. Türkiye demokrasisi ancak böyle uygar fikri tartışmalarla gelişebilir. Öğrencilerin disiplin soruşturmalarına uğramalarını protesto ediyoruz. Üzerlerindeki baskıların kaldırılmasını istiyoruz. Yapılması gereken şey, sorun olduğu bilinen bir konuyu, bu bizim sorunumuzdur, toplumun sorunudur diyenleri anlamaya çalışmak ve demokrasinin çoğulculuk ilkesinin doğal sonucu olan tutumu almaktır. Önemli olan, farklı olanın farklılığını ifade edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi, kendisini koruma ve geliştirme olanaklarına sahip olabilmesidir. Farklı dil ve kültürler devlet tarafından hem eşitlik ilkesi ile karşılık bulmalı, hem de eşdeğer kabul edilmelidir. Hangi yöntemler, hangi biçimler ve hangi sınırlar altında, hem özel ve hem de kamusal yaşamda hukuksal düzenlemeler yapılacağı ya da yapılması gereği ortaya çıkar; bu ancak demokratik ilkeler uygulanarak yapılacak tartışmaların sonucunda ortaya çıkacaktır. Üniversite gençlerinden bazıları, sorunu günyüzüne çıkarıp topluma "tartışalım" çağrısı yapıyorlar. Bu bir sorundur ve bu sorunu tartışarak ve ulusalüstü insan hakları belgelerinde yer alan ilkeleri gözeterek çözebiliriz.
EK: Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması) s.31-35