Kobanî davasının 45. duruşma periyodunun 3. oturumu Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde dün görüldü.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
“Mahkeme AİHM kararlarını yok sayıyor”
MA’nın haberine göre, tutuklu siyasetçi Sebahat Tuncel, dünkü savunmasını "Kürtler ile yan yana gelmek dahi problem" söylemi üzerine kurduğunu söyledi. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’nin demokratikleşmesinin mümkün olamayacağının altını çizen Tuncel, Kürt sorununda İngiltere’nin rolüne işaret etti.
Tuncel, “Ortadoğu’da Kürtlerin ve Kürdistan coğrafyasının stratejik önemi var. Bunu Türkiye ve bütün dünya biliyor. Bugün Ortadoğu’da bir Kürt sorunu varsa, bunda tarihsel rol oynayan İngiltere’dir. İngiltere, İsrail ve ABD hegemonyası, yani üçlü koalisyonunun Türkiye üzerinde baskı rolü ortadadır” dedi.
Kobani davasının Kürt davalarından birisi olduğuna dikkati çeken Tuncel, mahkemenin AKP tarafını tuttuğunu, AİHM ve siyasi parti kararlarını yok saydığını ve hukuksuzca hareket ettiğini söyledi: “Esas amaç maddi gerçeği ortaya çıkarmak değil, gerçeği gizlemektir. Siyasi iktidarın Kürt düşmanı politikalarının sürdürülmesi, AKP’nin aklanması davasıdır. AKP’nin davaya taraf olması mahkemeyi hukuksuz kılmaktadır ve mahkemeniz müştekinin tarafını tutmaktadır.”
“OHAL koşullarında bağımsız yargılama olmaz”
Davayı "Kumpas Davası" olarak nitelendiren Tuncel, "15 Temmuz bahane edilerek Türkiye uzun süredir OHAL ile yönetiliyor. Deliller araştırılmadan dava yönetiliyor ki bu da polis devleti olduğunuzu ortaya koyuyor. OHAL koşullarında bağımsız yargılama olamaz" dedi.
Tuncel, mahkemenin Kobani eylemleri sırasında hayatını kaybedenlerin ölümünü araştırmak yerine Kürt siyasetçileri yargıladığını ifade etti.
“Dünyanın her yerinde özgürlük arayışı var”
"Tek dil, tek inanç, tek millete dayalı ulus devlet sistemi aşılmadan mevcut sorunlar aşılamaz" diyen Tuncel, sözlerine şöyle devam etti:
"Günümüzde hem ulus devlet hem de kapitalist sistem toplumun ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Dünyanın her yerinde mevcut sisteme yönelik bir değişim ve özgürlük arayışı var. Bizler de 'demokratik özerklik, yerel demokrasi' diyoruz. Ama sizler bunu önümüze suç olarak koyuyorsunuz.
Biz katılımın, toplum için önemini savunuyor ve bunun Kürt sorununun çözümünde de önemli rol oynadığını söylüyoruz. Kadın sorununda, Kürt sorununda hayati bir sistemdir (demokratik özerklik) diyoruz. Ama siz bizi ‘terörist’ olarak adlandırıyorsunuz. Biz böyle yönetmek istiyoruz. Bu kürsüde de bunu savunuyoruz.
Ulus devlet kapitalizmin hegemonik zaferidir. Paranın egemenliği ve tanrısallaştırılması finans kapitalizmin bir sonucudur. Para, toplumla ilgili her şeye hükmeden bir hale dönüşmüştür. Finans kapitalizmin geldiği süreç, toplumun çöküşüyle eş zamanlı ilerliyor.
“AKP’nin ortaya çıkışı tesadüfi değildir”
Son zamanlarda kara para aklamalar, sarayın ağırladığı fenomenlerin tutuklanması bu yozlaşma ve çürümenin ürünüdür. Finans kapital, ulus devlet üzerinden yükselirken, açlık, işsizlik ve kaotik bir düzeni yaratmaktadır.
Dünya çapında kapitalizm bunalımı Türkiye’de ise kendini beyaz Türk faşizmi olarak ortaya koymuştur. Başta Kürt kimliği olmak üzere tüm hak ve özgürlük hareketlerine karşı komplocu beyaz Türk faşizmi gelişmiştir.
12 Eylül faşist askeri darbesi, Türk-İslam-ulus devletin temel çıkış politikası olmuştur. AKP’nin ortaya çıkışı tesadüfi değildir. Bu eksende sürekli dilinden düşmeyen ‘yerli ve milli’ söylemi kendi tarihi gerçekliğini, ortaya çıkışını saklama sloganıdır. Türkçü, İslamcı ve tekçi merkezi politikası etrafında yükselmiştir.
“AKP’nin hedefi Kürt siyasetini tasfiye etmek”
Sayın Öcalan ile görüşmeler sürerken Dolmabahçe Mutabakatından sonra masanın devrilmesi de bu tekçi politikayla ilgilidir. Sayın Öcalan’ın barış için uğraştığını ve çözümden yana olduğunu daha önce de ortaya koymuştum. Bu barış talebinin kim tarafından bitirildiğini de belirtmiştim.
Çözümü bitirmeye ilişkin çokça girişimler de olmuştu. Örneğin Sayın Öcalan, çözüm sürecinde Paris’te Sakine, Leyla ve Fidan’ın katledilmesini çözüm sürecini bitirmek olarak okumuştu. Tayyip Erdoğan, Urfa’da ‘Bunu Fetöcüler yaptı’ demişti. Buna rağmen çözüm süreci devam ettirildi ve diyalog sürdü.
Süreci boğmak isteyen güç odakları ise açığa çıkarılmadı. AKP süreci bozmak ve çöktürme planını uygulamak için hareket etmiştir. 2006 yılında Sayın Öcalan ile görüşmeler yapılsa da AKP’nin hedefinin çözüm olmadığı ve Kürt siyasetini tasfiye etmek olduğu açığa çıktı.
“Kürtler barışa hazır”
AKP ve uluslararası güçlerin çıkarına olmadığı için Kürt sorunu çözüme kavuşturulmamıştır. Bugün de burada süren Kobani davası bunun sonucudur. Kürt gerçekliğine karşı yürütülen 200 yıllık savaş bugün Cumhur İttifakı eliyle soykırımcı bir yöne doğru evirilmeye çalışılıyor.
Ben buradan yine bir çağrı yapıyorum; Ortadoğu’da yeni bir düzen kurulurken buna neden Kürt-Türk barışı ile girmiyoruz. Kürtler barışa hazır ama iktidarın bu faşist karakterinin değişmesi gerekiyor. Cumhuriyeti demokratikleştirmeyi talep ediyoruz. Mahkemeniz de bunu bir parçasıdır, alacağınız kararla bu düzene mi dahil olacaksınız yoksa savunmadan ve haklardan yana mı olacaksınız?”
“Savcı herkesi PKK’li ilan etti”
İddianamedeki ithamlara ilişkin konuşan Tuncel, şunları söyledi:
“Savcı bey mütalaasında bir belirleme yapmış Kamuran Yüksek’e ilişkin, bu kim belirsiz, DBP eş başkanı ve bunu bilerek vurgulamıyor. 5 bin 300 sayfayı gerçeği gizlemek için yazmıştır. Bilinçli bir tercihtir.
Kamuran Yüksek’i ‘Türkiye sözcüsü’ diyerek siyasi kimliğinden ayırıyor. Savcı ‘işbirliği’ sözcüğünü de çok kullanmış ve kadınlara yönelik bir bölüm koymuş, kadınlara yaklaşımını da böylelikle göstermiştir. Zihniyeti ve iddiası net. Herkesi PKK’li olarak ilan etmiştir.
Altını tekrar çizmek istiyorum bu savcının iddianamesi değil bu kumpasın iddianamesidir. Savcı hızını alamasaydı hazırladığı sayfalarca iddianamede neredeyse ‘bunlar Kürdistan kurdu’ diyecek. Madem toprakları bölüyoruz iddia ettiği gibi neden ‘hayali Kürdistan’ kuralım gider gerçeğini kurardık.
“Kürt sorunu çözülmeden demokrasi sorunu çözülemez”
Savcı ve mütalaayı hazırlayanlar HDP ve onun kurumsal yapılarını yargılıyor. Kürt sorunu çözülmeden demokrasi sorunu çözülemez. Kürt halkını varlığını koruma ve geleceğini güvence altına alma talebi bölücülük olarak adlandırılmaktadır fakat bugün Türkiye diye bir ülke varsa bu Kürtlerin de verdiği mücadele sonucudur.
21. Yüzyılda hala Kürt dili ve kültürünün yasaklı olması yargılamalara tabi tutulması bizler için kabul edilemez ama nedenini biliyoruz. Bugün bize yöneltilen ‘devletin birliğini ve bütünlüğünü’ bozma iddiasına yönelik iddiayı anlamak için devlet kavramına bakmak lazım.
Türk ulusçu yaklaşım topluma sonradan dayatılmıştır. Devlet kendisine ideolojik olarak düşmanlar yaratmakta, devletin varlığını sürdürmesi için tüm kimlikler yok sayılmış, baskı zor ve zulüm politikaları meşrulaştırılmaktadır.
“Modern ırkçılık milliyetçilikten kaynaklıdır”
Kapitalist sistem modern ulus devleti inşa etmiştir. Yalnızca insan değil, köken ve tarih de inşa edilerek, evrensel tarih açısından 19.yüzyılda toplumların din temelli bölünmeleri ulus temelli bölünmelere dönüşmüştür. Devletlere bölünen dünyada soykırım ve yok etme baş göstermiştir.
Modern ırkçılık milliyetçilikten kaynaklıdır. Hem içeriye hem dışarıya yönelir. Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi. Farklı olanı dışlayarak ve ötekileştirerek ulus devlet inşasını oluşturmuştur. Toplumlara dayatılan ulus devlet kültürel asimilasyonu da beraberinde getirerek sancılı bir süreç yaratmıştır. Azınlık grupları asimilasyona uğratılmıştır.
“Kürt halkının varlığı Türk kimliği için kurban edildi”
Devletli toplum tarihi aynı zamanda sınıflı toplum tarihidir. Ulus devlet maddi kültürün gaspı dışında manevi kültürün de gaspı üzerine kurulmuş ve tüm toplumsal mirasa savaş açmıştır. Ne kadar kimlik, kültür, dil varsa bu süreçte yok edilmeye çalışmıştır. Bugün Kürt halkının varlığı Türk kimliği için kurban edilmiştir. Oysa Kürtler ulus devlet gerçeğini çok iyi bilmektedir.
Bugün bu sistem sadece Türkiye’de değil dünyada tüm insanlığın başına bela olmuş; Ortadoğu'daki savaşların, talanların ve kaosun nedeni olmuştur.
Bu ulus devlet sistemine alternatif çözüm ise her ulusun kendi varlığını koruyacağı demokratik özgürlükçü bir paradigmanın inşasıdır. Bu nedenledir ki öz yönetim ve demokratik özerklik önümüzdeki dönemlerde en çok konuşulan sistem olacaktır.
“Ulus devlet, sorun oluşturan bir model”
Her ne kadar Türkiye bunu konuşmayı suç saysa da demokratik devletler bu sistemi çoktan konuşuyor. Ulus devlet modeli sorun çözmeden ziyade sorun oluşturan bir modeldir. Farklılıkları yok sayan bu model, vazgeçilemez değildir.
Özgürlük, eşitlik ve kadın eşitliği eksenli taleplere çözüm değildir, ki ulus devlet iktidarları bu taleplerde bulunan herkese baskı uygulamaktadır. Demokratik ulus sistemi farklılıkları bir arada tuttuğu ve birlikte yaşattığı için eşitlik ve özgürlük arayışı olan toplumlar için daha iyisi bulunana kadar en iyi sistemi sunmaktadır. Kürt halkının özgürlük sorunu çözülmeden Ortadoğu’daki sorunlar da çözülemez.
“Savcı Bey Kürt siyasi hareketini yargılıyor”
Savcı bu davanın Kürt meselesine ilişkin olduğunu çok iyi biliyor ki yaptığı ‘akademik’ alıntılar da bunu gösteriyor. Fakat bunu 6-8 Ekim ile bağdaştırarak ‘bunlar devlet kurmak istiyor’ diyor. Tek soruları var, ‘bunlar kadro mudur, şunu tanıyor musun’ derdiniz budur. Savcı Bey Kürt siyasi hareketini yargılıyor.
Siz de uydurma, yalan iddiaları bizim kanıtlamamızı istiyorsunuz. Ortaya dedikoduları atıyorsunuz, ‘gelin kanıtlayın’ diyorsunuz. Ayla Akat arkadaşımızın da dediği gibi ‘bu çözüm süreci yargılamasıdır’, çok doğru bir tespittir.
Kürt halkının özgürlük sorunu siyasi bir sorundur ve bu yolla çözülmelidir. Kürt siyasetçiler mahkeme salonlarına doldurularak, ağır cezalara çarptırılarak çözülmez. Sorunun nedenleri anlaşılmadan çözümün geliştirilmesi de imkansızdır.
“Türkiye halklarının iktidarın bu planlarından haberi yok”
Kürdistan’ın varlığının tarihte yer aldığını ve Mustafa Kemal’inde kayıtlarda Kürdistan’ı sıkça kullandığını dile getiren Tuncel, şimdi bunun silinmeye çalışıldığını belirtti. Kürtlere yönelik Şark Islahat planlarını ve 2014’teki gizli belgede yer alan kararları heyete okuyan Tuncel, Kürtlere yönelik asimilasyonu anlattı:
“Kürt kimliği çeşitli yöntemlerle yok edilene kadar bu planlarla görev askere verilmişti. Kürt ve Kürdistan gerçekliğine ilişkin tek bir harf ve cümlenin kullanılması yasaklanmıştı. Bu plandan yüzyıl sonra yine 2014 yılında çöktürme planı devreye sokulmuştur. Verilen 43 sayfalık gizli belgede neredeyse her şey aynı.
Bu tarih tam da çözüm tartışmalarının olduğu dönemdir. Çözümde sözde görev alan Kamu Müsteşarlığı bu belgede taraflardan biri. Bu çöktürme raporu ile şu an hakkımızda hazırlanan mütalaa arasında bir fark mı? Yok. Türkiye halklarının iktidarın bu planlarından haberi dahi yok, yoktu.
Onlar adına kim bu kararı alıyor? Kim bu hakkı onlara veriyor! Bu planı sorduğumuzda devlet reddetmedi ve reddetmemek kabul etmek demektir. Tüm bunlar inkar, imha, asimilasyon politikasıdır. Kürtlere karşı suçtur, 100 yıl geçse de aynı fakat yargılama konusu yine Kürtler oluyor. Türkiye ikinci yüzyıla giderken de bu plan ve programla ilerliyor. Tüm bu plan ve asimilasyonları uygulayanlar yargılanacaktır. Kürtlere karşı işlenen bu suçlar gerçek bir yüzleşmeye tabi tutulacak.”
“Kürtlerin asimilasyona karşı mücadele ettikleri ortada”
Uğur Mumcu’nun kitabında yer alan Kürt İsyanlarına değinen Tuncel, Kürtlere verilen sözlerin tutulmamasına karşı Kürtlerin bunu kabullenmediğini belirtti:
“Kürtlerin kendi dil ve kültürü etrafında örgütlenmede ısrar ettikleri ve asimilasyona karşı mücadele ettikleri ortadadır. Tarihsel süreç boyunca isyanlar Kürtler kaynaklı değil, devletin yürüttüğü asimilasyon ve yok etme politikaları sonucu çıkmıştır. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı olan Fetih Okyar, ‘ben elimi Kürt kanına bulaştırmam’ dediği için başbakanlık koltuğundan alınmıştı.”
Tüm bu politikalarda uluslararası güçlerin işbirliğini ve etkilerini unutmamak gerektiğini vurgulayan Tuncel, Kürtlerin ulusal varlığına ve birliğine yapılan saldırıları aktardı.
“Varlığı kabul edilmeyenin öncelikli sorunu varlıktır”
Bu davanın altı yıl sonra açılmasının Kürt düşmanı politikaların yansıması olduğunu belirten Tuncel savunmasını şöyle noktaladı:
“Tayyip Erdoğan, İsrail’in Filistin topraklarından çıkmasından bahsediyor. Evet, biz de diyoruz. Fakat aynısını kendisi yapıyor. Kürt halkının ve Arap halklarının, Türkiye’nin Afrin’de olmasına onayı yoktur. Ama oradan çıkmıyor. Samimi olunacaksa kendisi de samimi olmalıdır. Kendi iktidarının bir çıkarı olarak değil barış için yapmalıdır.
Türkiye hem iç hem dış siyasetini Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüyor ve bu davanın 6 yıl sonra açılmasının nedeni de budur. Tarihsel süreçteki komplocu anlayış bugün AKP tarafından sürdürülmekte.
Varlığı olmayanın eşitlik ve özgürlük sorunu da olmaz düşüncesiyle inkâr ve imha işletiliyor. Varlığı kabul edilmeyenin öncelikli sorunu varlıktır. Varlık ve özgürlük mücadelesi iç içe ilerlemek zorundadır. Geçmişte Yahudilere karşı yürütülen fiziksel imha Kürtlere karşı kültürel soykırım olarak uygulanmaktadır.
Kürt karşıtı politikalar esasında değişmese de uygulamalar sürekli değişmiş; bu politikalar, iktidarlar tarafından her gün güncellenerek işletilmekte ve tarih sahnesinden silme hedefiyle ilerletilmektedir.
“Bu sorun nasıl çözülecek?”
Üzerimizdeki suçlama konularından biri de Hakkari ziyaretimiz. Biz Hakkari’ye gittiğimiz süreçte birçok sivil toplum örgütü ve siyasi parti köye gitti çünkü evler taranmış ve halk şikayet etmişti. Konvoy 100’den fazla araçtan oluşturulmuştu.
Bu ‘ilginç’ geziyi siz alıp, planlı organizasyonlu bir şeymiş gibi önümüze koydunuz. Buradan bir suç çıkarılmaya çalışılıyor ‘biz gidelim gerilla yolu kessin basın da yazsın’ gibi bir düşüncemiz yoktu. İnsanları ziyaret etmeye gittik ama bu dava konusu olarak önümüze getiriliyor. Hatta konvoy çok fazla bekleyince biz bir kaza mı var diye araçlardan indik, bunu dahi bir cezalandırma konusuna dönüştürdünüz.
Tabii ki biz demokratik çözüm için gerillanın da dağdan gelmesi çağrısını yıllarca yaptık ama siz ‘dağda kalın, gelmeyin mesele çözülmesin’ düşüncesinde hareket ediyorsunuz. Gelmeden bu sorun nasıl çözülecek?”
Duruşma bugün devam ediyor. (AS)