Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder ve Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü, savaşın yeniden alevlenmesiyle birlikte yaşanan gelişmelerle ilgili "kamuoyuna" ortak imzalı bir basın açıklaması yaptılar. Aynen yayınlıyoruz.
* * *
"Savaş başladığı zaman ilk önce hakikat ölür."
Burada öldürülen hakikat, öncelikle "Kürt" meselesidir; tarihseldir ve sadece doğuştan sahip olunması gerekirken gasp edilmiş olan hakların iadesiyle bile barışcıl bir çözüm zeminine oturması mümkündür.
Haysiyet ve kimlikleri zorbaca ellerinden alınmış, anadilinden gayri dillere mecbur edilmiş milyonlarca Kürt var. Bu zulme itiraz ve özgürlük taleplerinin bir isyana dönüşmesiyle ancak idrak ettiğimiz Kürt hakikati bugünkü savaşın da ilk kurbanı olmuştur. Barışçı bir çözüme kavuşması her an mümkün görünen "Kürt meselesi", hükümetin ilanına göre, artık "yok"tur...
Elimizle tutacakmışçasına yaklaştığını sandığımız bu "mümkün" bir serap mıydı?
Bizler ve bizim gibi düşünenler bir hayal mi görüyorduk?
Yoksa hakiki bir imkan ile aramıza şimdi bir perde mi geriliyor?
Evet. Türk ve Kürt halklarının kardeşleşmesi imkanı "Bölgesel Güç Olmak" hülyası ile perdeleniyor. Halklarımızın özgürlük umudu pazara çıkarılıyor. Pazarlanan, "en gözde ihraç malımız" gençlerimizin muharip bir güç olarak Ortadoğu'ya sürülmesi hevesidir.
İçmeye yetecek ayranımızın olmadığı zamanlarda, çaldırılan savaş davullarının bu ülkeye felaketten başka birşey getirmediğini tarihi bilenler, çok iyi bilirler. Hepsi de acı ve gözyaşı içeren yeni seferberlik türküleri dinlemek istemiyoruz.
Hakikat bu kadar görünür olunca üzerinin örtülmesi müşküldür.
Türk-Kürt hepsi kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, kapı komşumuz, mesai arkadaşlarımız olan gençlerin bedenleri, işte bu müşkül hakikatin üzerine seriilen kanlı bir örtü gibi kullanılmaktadır.
Bu olgunun her dilde karşılığı şiddettir ve bizim vicdanımızla arasında epey bir mesafe vardır.
Buna hep karşı çıktık, çıkmaya da devam edeceğiz.
İnsanlık için, "en kötü barışın bile en iyi savaştan daha iyi olduğu" hakikati ortada dururken gönlünü ve kalemini savaşa yatıranlardan alacağımız hiçbir insanlık dersi yoktur.
Barışı korku getirmez...
Bugün Genelkurmay karargahından ortalığa saçılan itiraflar da gösteriyor ki, devlet ve asker tek yanlı ilan edilen ateşkes ve eylemsizlik süreçleriyle kendini hiç bağlı saymamaktadır.
Oyuncuları, yürütücüleri değişse de süregiden savaş siyaseti Türkiye'nin güç ve servet sahibi sınıflarının yüzyıllık ezberinden başka bir şey değildir. Bunda bizi şaşırtan bir durum yok. Osmanlı'da oyun bitmez. "Yeni-Osmanlılar" da öyle görülüyor ki, oyuna doymayacak... Apaçık savaş tercihini yapmış olanlardan "barış"ın sorumluluğunu beklemek abes. "Barış"ın sorumluluğu özgürlük, demokrasi ve halkların hakları için mücadele edenlerin omuzlarındadır. Türkiye'nin son 30 yıllık tarihi asabiyetin, intikamcılığın, günü birlik öfke patlamalarının kudret sahiplerini barışa mecbur etmek bakımından hiçbir işe yaramadığının sayısız örnekleriyle dolu. Çatışmalarla geçip giden onlarca yıl içinde, bu topraklarda barış umudunun güçlendiği anlara da tanık olduk. Bu yalnızca Türkiye halklarının Kürt halkının acılarıyla kendi varlığı arasında bir ilişki, bir bağ kurabildiği, kardeşlerinin acısını içinde hissedebildiği dönemlerde oldu, korktukları anlarda değil...
Korku Kürt halkına nasıl ebediyen boyun eğdiremediyse, Türkleri de barışa ve Kürt halkının haklarına saygıya sevketmek için hiçbir işe yaramayacaktır. Korku ile kardeşlik arasında hiçbir illiyet bulunmayacağını Kürtler ve Türkler kadar kim bilebilir...
İşte savaşın öldürdüğü diğer hakikat de budur.
Sivilleri hedefe koyan bir "özgürlük" anlayışı mümkün müdür?
İktidarın Ortadoğu'da "büyük oyuncu" sayılma heveslerinin bir fonksiyonu olan ve sivil-muharip ayrımı gözetmeksizin Kürtlere ölüm yağdıran sınır içi-sınır ötesi harekatın nasıl karşısındaysak, "Kürt halkının özgürlüğü" için savaştığını söyleyen TAK'ın sivilleri hedef alma anlayışını da aynen öyle dışımızda addediyoruz. Bu zihniyeti, Kürtlerin bir asırdır süregiden soylu özgürlük mücadelesinin tercümanı saymamız için hiçbir siyasi, ahlaki ve vicdani gerekçemiz olamaz.
Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku listesinden TBMM'ye giren BDP Meclis Grubu üyesi sosyalist vekiller olarak Kürtlerin ulusal demokratik hak mücadelesinin öncelikli olarak siyasetle yürütüleceğine inanıyoruz.
Bu anlamda TAK'ın yönelimine sessiz kalmamız düşünülemez bile. Bu anlayışı toptan reddetmek insanlık sorumluluğunun vazgeçilmez gereğidir.
Bu yönelim sadece sivilleri ve turistleri değil, Türkiye'deki bütün hak ve özgürlükler mücadelesini hedef almış olacaktır.
Kürtler, haklı mücadelelerini berhava edecek bu türden yaklaşımlara karşı da gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
Demokratik çözüm mücadelesi her zeminde yükseltilerek sürdürülmelidir ancak daha acil olan şey "savaş hali"nin durdurulmasıdır.
Bir mücadelenin "nasıl" kazanıldığı, kazanılmış ya da kaybedilmiş olmasından daha önemlidir.
Ne yapmalı?
Eli kalem tutan, dili söz söyleyebilen herkesi, giderek büyük bir toplumsal felakete dönüşme eğilimi gösteren savaşa karşı sesini yükseltmeye çağırıyoruz.
Mevcut koşullarda bu ancak kesintiye uğrayan müzakerelerin yeniden başlatılmasıyla mümkündür.
Silahlar hemen susmalı, operasyonlar durmalı, müzakereler başlamalıdır.
Sürecin bu hale gelmesinde, müzakerelerin şeffaf olmamasının da payı büyüktür.
Ölen ve ölecek olan bu ülkenin çocuklarıysa, olan ve olacak olanı bilmek de en doğal haklarıdır. Olanı biteni ortalığa saçılan kaset kayıtlarından değil, hesap verebilir sorumlulularından işitmek istiyoruz.
Mesele Kürtle Türkü hasım yapmakla hısım yapmak arasındaki hayati çizgidedir.
Bizler, kurulan bütün tuzak ve ötelemelere rağmen, halktan aldığımız yetkiyle, meclis dahil her zeminde yalnızca bu sesi, yani barışın, özgürlüğün ve ortaklaşmanın sesini yükselteceğiz.
Sivil siyaset alanlarının açılması ve gasplardan, tehditlerden uzak tutulması barış ve demokrasiyi talep eden herkesin temel talebi olmalıdır.
Barış tavrının en az savaşmak kadar ağır bedelleri olacağının bilincindeyiz.
Bir tek haneye bile, bir daha evlat acısı ateşi düşmemesi için, bedeli her ne ise başımız gözümüz üzeredir. (EK-SSÖ/NV)