"Türk tarihinde yeni bir sayfa başlamak üzere. Saat 22.45'de memleket mukadderatını emin ellere tevdi etmeye hazırlanan, tarihte ikinci defa şerefli bir vazifeye çağrılan Harbiye'nin genç teğmenlerine yirmişer mermi verildi.
Kader gülerse, memlekette yarın, 27 Mayıs 1960 mübarek cuma namazı kalplerde huzur, gönüllerde imanla kılınacak. Hepimiz daha yeni bıyığı terleyen en genç mensupları ile, başta inandığımız kumandanlarımızla şerefli sancağımızı Harb Okulu kulesinden Çankaya sırtlarına taşımaya hazırlanıyoruz.
Harbiyelilerin parolası: İnkilap
Kalbimizde ve bütün benliğimizde en ulvi heyecanlar duyuyoruz. Aldığımız irfan, kahraman Atatürk'ün Harbiye'nin giriş yerinde mermer üzerine değil de, kalbimize hakkettiği gençlik hitabesi. Harbiye'yi taşıyan sütunlar üzerindeki şehit ağabeylerimizden üstün olarak bir mazlum milletin hürriyetini iade etmek için değil, asırlarca hürriyete susamış, hürriyet aşığı aziz Türk halkına huzur getirmeye memur idik.
Parola: İnkılâp. İşareti: El Kaldırma.
Şu anda saatler ilerliyor. Kader gülerse satırlarıma yarın şafakla devam edeceğim. İnandığımız şafak altında yürürken talih gadrine uğrarsak, inanarak öleceğiz. Kalbimizde huzur var. Arkamda kalan anam ve babam ve kardeşlerim müsterih olsunlar. Bugün için doğdum, severek gidiyorum."
28 Nisan 1960'da öğrenci gösterileri sırasında polis tarafından öldürülen Turan Emeksiz ve 30 Nisan'da hayatını kaybeden Nedim Özpulat 27 Mayıs öncesi öğrenci protestolarının verdiği iki kurbandı.
Alp Kuran: sinemada protesto gösterisi
Nisan'ın son günlerinde yoğunlaşan öğrenci olaylarını, Hukuk Fakültesi asistanı Alp Kuran şöyle anlatıyor:
"Hürriyet mücadelesi devam ediyordu. Yakalanmayan, yakalanıp da kışladan subay ve erlerin yardımıyla kaçan arkadaşlar yılmadan çalışıyorlardı. Ben de onlara katıldım. Aralarında bir öğretim üyesi olması, gençlere hız verdi.
Bir gazete çıkarmayı düşündük. Ama bu gerçekleşinceye kadar, elimizdeki üç bin liralık kağıdı parça parça keserek üzerlerine ıstampa ile dikta rejimini lanetleyen sözler yazdık.
27 Mayıs sloganları
'Susmayacağız', 'Katiller cezalandırılmadıkça susmayacağız', 'Şehitlerin kanı üzerine taht kuramazsınız', 'Menderes istifa et' bu sözlerden bir kaçıydı.
22 Mayıs'ta üniversiteli arkadaşlar İstanbul'un 16 sinemasına dağıldılar. Filmlerin en heyecanlı sahneleri perdeye aksettiği an, bu protesto kağıtçıklarını balkondan koltuklara doğru serptiler.
26 Mayıs gecesi yine bu kağıtlardan 40 bin adedi vitrinlere, otomobillere, kapılara yapıştırıldı. Son bir cümle daha eklenmişti bu sözlere: 'Diktatör İstanbul'dan defol!...'
Ancak bu çalışmamızı polis haber almıştı. Kağıtlar gece yarısından önce kazındı. Ertesi gün arkadaşlar 20 sinemaya dağılacaklar, 14.15 matinesine girecekler, saat tam 16.07'de hep bir ağızdan İstiklal Marşı'nı söyleyeceklerdi. Fakat marşımızı sinemada söylemek nasip olmadı. Ordu idareyi ele aldı."
Yüksel Çengel: Polis kılığına girmiş partililer
İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi son sınıf öğrencisi Yüksel Çengel de 28 Nisan olaylarında aktif bir rol üstlenmişti. Çengel şunları anlatıyor:
"Altı arkadaş bir komite kurmuştuk. Bu komitenin her okulda, her sınıfta bir kolu vardı. Ertesi gün, yani 28 Nisan'da üniversitede bir protesto gösterisi düzenlemeğe karar verdik.
İstanbul'daki 63 öğrenci yurdundan 47'sini dolaştık. Toplantıda Türk gençliği adına diktatörlere ilk ihtarı yaptık. O gün polis ve polis kılığına girmiş partililer vurdular, yakaladılar. Bir hafta polis takibinden kurtuldum.
Polis takibi ve yakalanma
4 Mayıs'ta Beyazıt Meydanı'nda arkadaşlarla buluşacaktık. Öğleden sonra üniversite kapısında dolaşırken, bir polisle iki sivilin beni göz hapsine aldıklarını fark ettim. Kaçmalıydım. Sahaflar Çarşısı'na seğirttim. Kapalıçarşı yoluyla Sultanhamamı'na indim. Şöyle bir geriye göz attım. Polis ve iki sivil hâlâ peşimdeydi.
Bir koşuda Sümerbank'ın Bahçekapı mağazasına girdim. Ama onlar da atik davranmışlardı. Polis yanıma yaklaştı ve bana 'hakkında ihbar var' dedi. Önce polis müdürlüğüne götürüldüm. Oradan Harbiye'ye, Harbiye'den de Davutpaşa'ya sevk edildim."
Afife Alemdar: Taba giyme tanırlar
26-27 Nisan öğrenci gösterilerine katılan Sibel Kız Talebe Yurdu'nda kalan genç üniversitelilerden (*) olan Afife Alemdar'ın olaylarla ilgili gözlemleri şöyleydi:
"Üniversite bahçesi yine kaynıyordu, kapılar kapatılmıştı. Beyazıt Meydanına bakan parmaklıkla arasından tankların 'taret'leri, süngü uçları gözüküyordu. Hepimiz Plevne Marşı'nın diktatörlere yazılan sözlerini söylüyorduk.
Birden heykelin yanındaki küme marşı yanda kesti. İkinci bir marşa başladı: "Taba giyme tanırlar, ihtilalci sanırlar".
Nurcan, "asker ateş etmeyecek", diyor
Taba manto giymiş bir genç kız, topluluğun arasına karıştı. Bana sarılıp öptü. Taba mantolu kızın adı Nurcan'dı. Birlikte kaldığımız Sibel Kız Yurdu müdürü Raif Serin'den söz etmeye başladık.
Nurcan önceki gece müdürün kendilerini topladığını ve "çocuklarım, örfi idarenin kararlarını hepiniz biliyorsunuz. Her türlü sorumluluğu üzerime alıyorum. Yurdumuz kapatılmayacaktır. Memleketin her köşesinde her an önemli olaylar olabilir. Bu durumda ben sizi yollara dökemem, sokağa atamam. Hepiniz burada kalacaksınız. Mücadelenize devam edin, yalnız yakalanmayın. Asker size ateş açmayacaktır" dediğini anlattı.
Nurcan'ın anlattığına göre herkesin gözleri sulanmıştı. O gün beş arkadaşımız bir polisi atından atmışlar, gaz bombasını almışlar ve polislere atmışlardı. Şimdi sen anlat dedi.
Polisler bizi yakalayıp birinci şubeye götürdüler dedim. Bizi çatı katında bir odaya attılar. Odada toplanmış gazeteler ve kitaplar vardı. Kitaplardan birini aldım. Adı "Hürriyetin İlanı" idi."
Bilge Gürün: Mitingden konuştum, yakalandım
Bilge Gürgün ise anılarında şunları anlatıyor:
"27 Nisan akşamı bir arkadaşımız geldi ve ertesi gün sesiz bir yürüyüşün yapılacağını söyledi. O gece hiçbirimiz uyumadık. Ertesi gün ilk derse Sencer Bey (Divitçioğlu) girdi. O da durumu biliyordu. Heyecanlıydı.
Birden dışarıdan gürültüler geldi. İçeriye giren birisi 'ne duruyorsunuz' dedi. Sınıf bir anda karıştı. Herkes kapıya doğru koşmaya başladı. Bu sırada yanıma biri yanaştı ve hükümetin tutumunu beğenip beğenmediğimi sordu. 'Hayır' dedim
ve verdim veriştirdim. Bunun üzerine polis olduğunu ve kendisiyle gelmemi söyledi. Yerimden fırladım ve koridordan kantine kaçtım. Arkadaşlar beni sakladılar.
Polis sorgusu
Mayıs ortalarında Ankara'ya gittim. Başkent kaynıyordu. Bir gece Yenimahalle'de Güler Sakağı'nda bir eve gittim. Havacı bir arkadaşla ve aile dostumuz bir hanımla mitinglerden konuşmaya başladık. Ertesi sabah eve polis geldi ve beni Emniyete götürdü.
Müdür Bicioğlu'nun ilk sorusu "Dün gece kiminle beraberdiniz, ne konuştunuz" oldu. Hemen durumu anladım, Aile dostumuz bizi ihbar etmişti. Dön saat sorguya çekildim. Havacı çocuk için çok kötü olacağından her şeyi inkar ettim. Sonra serbest bıraktılar. Bir kaç gün sonra celp geldi. 27 Mayıs'ta
mahkemeye çağrılıyordum".
Ayşe Tümay Baykal: 26 Mayıs gecesi
Bir "yeraltı" komitesinde görevli Tıp Fakültesi 9. sömestr öğrencilerinden Ayşe Tümay Baykal ise darbeden bir gün önceki toplantıyı şöyle anlatıyor:
"26 Mayıs gecesi gene toplanmıştık. 20-30 kişi Beyazıt'ta bir binanın zemin katıydı. Her zaman olduğu gibi BBC, Amerika'nın Sesi radyosunun Türkçe yayınlarını ve öteki yabancı radyoların haber bültenlerini dinledik. Haberlerde bizden bahsediliyordu.
Sevinç içindeydik. Toplantı sonunda ertesi gün küçük gruplar halinde İstanbul sinemalarına dağılmak, 14.30 matinelerine girmek ve saat tam 16.07'de hep birlikte ayağa kalkarak Plevne Marşı'nı söylemeye karar verdik. Ama aramızda polisler olduğu için gene de korkuyorduk.
Uğur, Toker, Barçın ve Batum
Örneğin 2 Mayıs'ta NATO Konseyi'nin önündeki mitingi polis dağıtmıştı. Biz kaçarken resmi plakalı bir araba durdu ve bizi içine aldı. Aralarından birisi 'bunları bırakalım, bunlar hürriyet istiyorlar' dedi. Merak ettim sordum. Eski polis müdürü Necdet Uğur olduğunu söyledi. Partizan idare onu işinden
uzaklaştırmıştı.
Bir diğeri Belediyede önemli bir görevi olan Turgut Toker'di. Yaralıların kaçırılmasını sağlayan doktorlar, yakalananları salıveren subayları unutmak imkansız. Özellikle Binbaşı Sabahattin Barçın ve E. Batum'a ne kadar teşekkür etsek azdır"*. (AD)
* Üsttekiler (soldan sağa) Ayşe Tümay Baykal, Hayran Avcı, Seval Metehan, Nesrin Kaya;ortadakiler Aygün Coşkun, Yüksel Bilgici, Bilge Gürgün, Afife Alemdar; alttakiler Ayşe Barut, Sevin Demiray, Zeren Özdamar.
** Bu yazı, İletişim Yayınlarının 1988 yılında sekiz ciltlik halinde çıkarttığı, Ertuğrul Kürkçü'nün yayın yönetmenliğini yaptığı, "Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi"nin 6. cildinden alıntılanmıştır. Sayfa: 1970-1971.
*** Yazıda kullanılan vurgular ve ara başlıklar bianet'e aittir.