Yazar, müzikçi, Ahmet Say aramızdan ayrıldı. 1935 İstanbul, Kadıköy doğumlu Ahmet Say, Ankara'da tedavi gördüğü hastanede gözlerini kapattı. Ahmet Say'ın vefatını, oğlu piyanist, besteci Fazıl Say, Twitter hesabından duyurdu.
Babamı kaybettik.
— Fazıl Say (@fazilsaymusic) May 10, 2022
Üzüntüm sonsuz.
Ahmet Say, Türkiye’nin en değerli aydınlarından biriydi, tüm müzik ve edebiyat çevresinin de başı sağolsun.
86 yıllık ömründe ne çok eser bıraktı.
Ve çok özel çok güzel bir baba oğul ilşkisidir, son anına kadar.
Başımız sağ olsun… pic.twitter.com/yrTiupaeAq
Fazıl Say'ın uluslararası çapta bir sanatçı olarak öne çıktığı günlerden bu yana daha çok "Fazıl Say'ın babası" olarak bilinmesine karşın Ahmet Say, 1960'lar ve 70'lerin sosyalist düşünce ve siyaset yaşamında kendisine seçkin bir yer kazanmış bir yazar ve yorumcuydu. Bununla birlikte Fazıl Say'ın yetişmesinde, yeteneğinin keşfedilip geliştirilmesindeki payı dolayısıyla müzik dünyasına başka hiç kimsenin gerçekleştirmesine imkan olmayan özgül katkısıyla da anılmayı herkesten çok hak ediyor.
Ahmet Say 2011'de yayınlanan anı-biyografi kitabı "Ağaçlar Çiçekteydi"de kendi yaşam öyküsünden kesitler sunmuştu. Kitabı, kendisi ve oğlu üzerine Akşam Gazetesi'nden Ömür Emlik'le yaptığı söyleşiden satır başlarıyla Ahmet Say'ı "kendi sesi"nden dinliyoruz.
Öğrencilik ve öğretmenlik yılları
Ahmet Say, İstanbullu bir öğretmen ailesinin çocuğu. 1935'te doğdu, 7 yaşında piyano derslerine başladı. İstanbul'da özel piyano dersleriyle başlayan müzikle ilgisi, Hitler Almanyası'ndan kaçarak Türkiye'ye gelen Viyanalı piyanist ve orkestra şefi Ferdinand Statzer'in önerisiyle konservatuvarda sürdü. Okulla konservatuvarı bir arada götüremeyince, konservatuvarı bıraktı. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi, 'dövizli öğrenci' olarak Almanya'ya gitti. Gazetecilik okurken ünlü bir piyanistin evinde pansiyoner olarak kaldı. Say, 'Etnomüzikoloji tutkusu ve derlemecilik hastalığının' da bu dönemde başladığını söylüyor. Türkiye'ye dönüşünde akademisyen olmak istedi ancak Almanya'daki okulunun denkliği kabul edilmeyince Bingöl'de Almanca öğretmeni oldu.
Say, Bingöl'deki öğretmenliğinin ardından Erzincan'da halk eğitim uzmanı olarak çalıştı. Ahmet Say, Erzincan'dan ayrılma hikayesini de şöyle anlatıyor: "Orada köylerde olağanüstü otantik motifler varken Isparta halılarını taklit ediyorlardı. Toptancılar da o halıları Isparta halısı diye satıyordu. Valiye, 'buraya bir halı atölyesi kuralım' dedim. Toptancılar düşman oldu. Halk eğitim merkezini kurşunladılar. Erzincan'dan ayrılmak zorunda kaldım. O gün bugündür devletle memuriyet gibi bir bağım olmadı."
"Türk Solu" dergisi, siyaset ve cezaevi
Ankara'ya dönen Ahmet Say, bir süre sonra Türk Solu dergisinin yazı işleri müdürlüğünü, ardından Türkiye Solu dergisinin sahipliğini üstlendi. Ahmet Say, ayrıca 1977-1983 arasında Cemal Süreyya ile birlikte 'Türkiye Yazıları' adlı aylık dergiyi çıkardı. 12 Mart darbesinde 4 kez gözaltına alınan ve toplam 17 ay hapis yatan Ahmet Say, oğlu Fazıl'a aldığı ilk piyanonun parasını da hapisteyken yazmaya başladığı 'Kocakurt' adlı romanıyla kazandı. 'Cezaevinde kalmak beni eğitti' diyen Say, o günlerle ilgili şunları anlattı: 'Davalarda hüküm almadığım halde bir dava sarktığı için beni Ulucanlar Merkez Cezaevi'ne attılar. Gorki'nin bir kitabının adı, 'Benim Üniversitelerim'dir. Cezaevi de gerçekten benim için üniversite oldu. Orada 5-6 ay kaldım. Mahkumların 'Kocakurt' diye seslendikleri bir dolandırıcının anlattığı hikayelerden hareketle bir roman yazdım. Milliyet'in roman yarışmasına gönderdim, oradan ödül aldım ve kitap basıldı. Kazandığım parayla Fazıl'ın ilk piyanosunu aldım.'
Baba ve oğul
1970'lerin hemen başında Fazıl doğdu. Ahmet Say'ın obua sanatçısı arkadaşı Ali Kemal Kaya, henüz 2,5 yaşındaki Fazıl'ın armonika çaldığını görünce Mithat Fenmen'e haber verdi. Fenmen, 'Bu çocuk daha çok küçük, seneye getir' dedi. Fenmen'le Fazıl'ın derslerini Ahmet Say şöyle anlatıyor: "Mithat Fenmen, Fazıl'ın boyu yetişsin diye piyanonun koltuğuna 2 minder koyardı. Ben her gün Fazıl'ı götürüyordum. Başlarda ancak 5 dakikalık ders yapabiliyorlardı. İğneyle kuyu kazmak gibi. 1.5 yıl sonra 10 dakikaya çıktı. O zamanlar ben de bildiğim kadarıyla müzikten bahsediyordum. Fazıl 10 yaşını geçip de Beethoven'in eserlerini yorumlamaya başlayınca benim bilgim de yetersiz kalmaya başladı."
Üstün yetenekli çocuklar' yasası kapsamında Ankara Konservatuvarı'nda eğitimine başlayan Fazıl Say, Almanya'dan kazandığı bursla Düsseldorf Müzik Yüksek Okulu'nu bitirdi. Baba Say, aynı şekilde yurtdışına giden sanatçılarla Fazıl Say arasındaki farkı şöyle anlatıyor: 'Harika Çocuklar Yasası'yla yurtdışına gidenler de başarılı oldu. Ama aileleriyle beraber gitmişlerdi. Örneğin Paris'e gidenler; hayatı ve müziği Paris'teki gibi sandılar. İnsanı, doğayı hep farklı algıladılar. Fanus içinde yetişen çiçekler gibiydiler. Fazıl öyle olmadı. Eğer karşılaştırmak gerekirse Fazıl bu toprağa çıplak ayakla bastı. Gecekondu tarafının çocuklarıyla kavga eder, bilye oynar, çamur içinde gelir, küfürler öğrenirdi. Hayatı tanıdı. Fazıl'ı yetiştiren Elif Bacı çok açık görüşlü bir Alevi'ydi. O da Fazıl'ın yetişmesinde etkili oldu."
* * *
Zalimin yüzüne karşı...
Ahmet Say, yalnızca oğlunu "fanus içinde yetiştirmemek"le kalmamış, kendisi de siyaset ve sanatı fanus içine almaya yönelik bütün yönelişlerle mücadeleden hiç bir zaman geri durmamıştı. Demokratik Sol Parti tarafından Uğur Mumcu'nun katledilişinin yıl dönümü kapsamında düzenlenen bir etkinlikte, gazetecilerin sorusu üzerine dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün 19 Aralık 2000'de Sağmalcılar/Bayrampaşa Cezaevinde siyasal tutsaklara yönelik katliamdaki sorumluluğunu yüzüne karşı haykırmıştı.
(AEK)