Galatasaray İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu bianet’e Gezi direnişi boyunca medyanın tutumunu değerlendirdi. Medyanın Gezi direnişi sınavında başarısız olduğunu söyleyen İnceoğlu geleneksel medyanın öz-eleştirisini yapması ve kendini dönüştürmesi gerektiğini artık Türkiye’nin “başka bir medya mümkün” umuduna kapıldığını söyledi.
Genel olarak baktığımızda 28 Mayıs'tan bugüne medya Gezi direnişi sınavını nasıl verdi?
Medya, en büyük sorumluluğunun kamunun bilme hakkına karşı olduğunu askıya alarak, kamunun vicdanı ve sesi olmaktan ziyade, şiddet olaylarına odaklandı, yaşananları ya gizlemeye çalıştı ya da eksik ve çarpıtılmış olarak verdi.
İktidar yanlısı medya ise Gezi hareketinin tamamen örgütlü olduğunu, protestocuların içinde marjinal, provokatör, darbeci, ulusalcı, Ergenekoncu ve en son olarak da psikolojik harp merkezi Beyaz Kuvvetler’in olduğunu, bu hareketin dış güçler himayesindeki yabancı istihbarat denetiminde yürütüldüğüne dair komplo teorilerini yenilemekten çekinmedi.
Bazı gazeteler özellikle gençleri ve muhafazakar kesimi karşı karşıya getirmek amacıyla Miraç gecesi yasadışı grupların sokakları ateşe vereceklerini yaydılar, camide ibadete gidecek vatandaşları tahrik edeceklerine dair kışkırtıcı haberler yaptılar, bazıları akademisyen, sanatçı, gazetecileri hedef gösterdiler.
Merkez medya direnişin ilk günlerinde çok tepki topladı. Medyanın bu ilk günlerdeki suskunluğunun sebepleri nelerdi? Daha sonrasın bu suskunluğu ne bozdu?
Suskunluk konusunda iki şey söyleyebiliriz. Medya-siyaset ilişkilerinin sıkı fıkılığı ve aynı zamanda ilk günlerde hareketin doğasını tam anlamı ile kavrayamamaktan, “Manipülasyona neden olur muyuz?” türünde fren basmalar da oldu. Ama işin rengi belli olup polis şiddetine vakıf olunca bu kez suskunluğu bozma kararı aldılar ama çoğu da suskunluk yemini etmişçesine halen böyle devam ediyorlar.
"Sarısülük hakkındaki asparagas haber son damlaydı"
Merkez medya Gezi direnişini yayınlamaya başladıktan sonra da tepki görmeye devam etti. En çok da kullandığı dil, yedi gazetenin aynı manşeti atması, Ethem Sarısülük hakkındaki haberler protesto edildi. Merkez medyanın böyle bir kanadının yanı sıra direnişe destek veren Hürriyet, Radikal gibi bir kanadı da vardı. Bu ayrımın başlıca sebebi nedir?
İktidara yakın yedi gazetenin aynı gün aynı manşetle çıkması gerçekten traji-komik olduğu kadar medyanın içler acısı durumunun bir resmini ortaya koyuyordu aynı zamanda. Ethem Sarısülük hakkında yapılan asparagas haber bardağı taşıran son damla oldu. Her ne kadar CNN Türk yayınlarını Gezi direnişinde eleştirenlerin başında gelsem de, Doğan Grubu gazetelerinin Gezi direnişinde iyi habercilik yaptıklarını düşünüyorum. Doğan Grubu, yayın ilkelerini deklare ettiğinden bu yana yayıncılıkta çok daha titiz davranmaya başladı.
Özellikle televizyon kanallarına, NTV ve Habertürk’e toplu protestolar yapıldı. Dün de Takvim Gazetesi Ethem Sarısülük’ün DHKP-C kamplarında eğitim gördüğü iddiasıyla bir fotoğraf yayımladı, taşeron firma aracılığıyla 2012 yılında Hakkâri’de yapılan jandarma karakolunun inşaatında çalışırken çekilen fotoğrafı olduğu açıklaması geldi ailesinden. Ayrıca Ethem’in Türk bayrağı yaktığına dair görüntüler kullanıldı, hatta polis tarafından vurulmadığı bile iddia edildi, ciddi bir dezenformasyon kampanyası sürdürüldü. Buradaki en üzücü şey insani değerlerden uzaklaşarak ölüye ve ölünün yakınlıklarına yapılan saygısızlıktı.
Daha önce medya organlarına yönelik böylesi protestolar yaşandı mı? Bu kırılmaya ne sebep oldu?
Kamuoyu artık içinde aktif olarak yer aldığı hareketlerin medya tarafından verilmemesine veya yalan, iftira dolu habere duyduğu öfkeyi bu protestolarla ifade etti. "Bizim bu direnişimizi yok saydınız bizim hareketimizi duyurma gereği duymadınız ve olan biteni doğru vermiyorsunuz" mesajıydı bu.
Bu süreçte en çok tartışılan konu dezenformasyon oldu, camiide içki içildi iddiası gibi tartışmalar devam ediyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Camide içki içildi iddiası yalnız medya tarafından değil bizzat başbakanın da ısrarla mitinglerde söylemekten vazgeçmediği bir iddia idi. Oysa ki cami müezzininin Terörle Mücadele Şubesi tarafından altı saat sorguya çekilip “Ben bir din adamıyım yalan söyleyemem, camide içki içildiğini görmedim” demesi üzerine bile bu dezenformasyon sürdü.
Burada en hazin şey bir din adamının bu açıklamalar yapmasını zorunlu kılacak bir ortamın yaratılmış olması ve “beyan esastır” ilkesine bile saygı duymayan insanların gösterdikleri ilkel ve önyargılı tepkilerdir.
"Baydar'a yapılan gazetecilik etiği açısından sorunlu"
Bu süreçte Işın Eliçin, Yavuz Baydar gibi yazarların yazıları yayımlanmadığını, direniş sebebiyle istifalar yaşandığını gördük. Bu sürecin basın sektöründe patron-çalışan ilişkisini nasıl etkiledi?
Ayrıca Akşam Gazetesi'nden genel yayın yönetmeni’nin dışında Gezi direnişine destek verdikleri için ayrılmak zorunda kalan iki gazeteci olduğunu da biliyoruz
Bu konuda patrondan ziyade gazete yöneticisini de sorgulamak lazım. Yavuz Baydar son yazdığı yazıda Sabah Gazetesi’nin “Günaydın Gezi” başlığını eleştirmişti, Gazetenin ombudsmanı olarak öz-eleştiri yapmak en önemli görevi. Burada gazetenin genel yayın yönetmeninin hem Baydar’ın yazısını yayımlamaması, hem de kendi köşesinden bir okur mektubunu kullanarak tabir-i caizse “ombudsmanını okuruna dövdürmeye” olanak sağlaması gazetecilik etiği açısından oldukça sorunlu.
Bu süreçte sosyal medyanın geleneksel medyaya ciddi etkisi olduğu tartışılıyor. Bu tespite katılıyor musunuz? Eğer etkilediyse bu medyayı nereden nereye taşıdı?
Bilgi akışı sosyal medya sayesinde gerçekleşti, halk bu harekette sosyal medya sayesinde mobilize oldu. Büyük bir dayanışma sergilendi, uyarılar yapıldı, yardım sağlandı; bir bakıma sosyal medya ana akım medyanın yerine getirmediği görevi yapmış oldu. Geleneksel medyanın öz-eleştirisini yapması ve kendini dönüştürmesi gerekiyor. Artık Türkiye “başka bir medya mümkün” umuduna kapıldı. (EA)