Fotoğraf: Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Haberin İngilizcesi için tıklayın
Şu hayatta en sevdiğim şeylerden biri, dünyanın bir yerinde, adını, sanını, nasıl göründüğünü bilmediğim, hiç tanışmadığım, muhtemelen de hiç tanışmayacağım biriyle, birileriyle (ki genelde kadınlar oluyor, neden acaba?) aynı şeylere takıldığımızı, aynı dertleri mesele ettiğimizi, aynı insanlara ya da hayatlara (ki genelde bunlar erkekler oluyor, neden acaba?) sinir olduğumuzu keşfetmek. Bu “hal” insana şahane bir “yalnız değilsin” duygusu veriyor, güçlendiriyor. Birileri, bir yerlerde seninle aynı “şeye/şeylere” takık, daha ne!
Bu, ne güzel ki kitaplar, filmler, şarkılar vesilesiyle, sıkça hissettiğim bir duygu. Rebekka Endler’in İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı Eşyaların Patriyarkası, Dünya Neden Kadınlara Uymaz? tam da bu duygularımı tavan yaptıran bir metin oldu, kalemine taş değmesin.
Endler, Kölnlü bir gazeteci. Kadın erkek tuvaletlerinin eşitsizliğine kafayı takarak çıkmış yola, muazzam bir hayat özeti çıkarmış: Neden hayatta her şey erkekler düşünülerek yapılıyor? Gündelik hayattan söz ediyoruz. Tuvaletten kamusal alana, teknolojik aletlerden kıyafet ceplerine, otomotiv sektörünün güvenlik testlerinden, sokaklara erkeklerin isimlerinin verilmesine, kafayı taktığımız ama ortalık yerde söyleyince (genelde) “amaaan, sıra şimdi de buna mı geldi?” tepkisiyle karşılaştığımız “gündelik hayat dertleri.” Bazılarını hiç düşünmediğim, bazılarını yıllarca “huysuz” damgası yemekten kaçınmadan dile getirdiğim “şeyler”, “anlar”. Otobüste, metroda bacaklarını açarak oturan erkekler, mesela, kamusal alanda on yıllardır büyük düşmanlarım, mecbur muyum ben ya size temas ederek oturmaya? (Bu bana annemden yadigar, Endler de aynı fikirde, seviyorum huysuzluğu(muzu)). Endler, bilimden tuvalete hemen her konuya temas eden kitabını yazarken, tam da, “böyle kadınların” başına gelecek bir şey yaşamış, “uyarılmış”: “Kitabın huysuz olmamasına dikkat et”. Endler bu “uyarıyı” paylaşıp ekliyor: “Şüphe yok ki “huysuz olmasın” şimdiye dek hiçbir erkek yazarın kitabının tonu için tavsiye edilmedi.” Kanıtlayamam ama eminim, Endler haklı, “huysuzluk” pek çok alanda olduğu gibi, entelektüel alanda da kadına ait.
Çekinmeden Endler’in yanında duruyorum. Huysuzum ve öfkeliyim. Ebette öncüllerimizden el alıyorum, öfkeli olmayı üzgün olmaya yeğliyorum. *
Endler’in muazzam gündelik hayat okumasına, bir küsur yıllık deneyimimle, “kadın hapishanesi”ni ekleme niyetiyle huzurdayım. Adına kadın hapishanesi dendiğine bakmayın, ceza infaz sisteminde kadının adı (annelik hariç) yok. Dava ve koğuş arkadaşım Mine’nin fevkalade yerinde tespitiyle, kadınlar ceza infaz sisteminde “parantez içi”.
Şimdi bu “parantez içi” meselesine olumlu bir yerden bakmayı deneyelim. (Niye belli değil ama olsun, huysuzluk etmeyeyim, yapıcı olalım). Kadınlar, erkeklere nazaran daha az hapsediliyorlar. Dünyada da, Türkiye’de de oran son 15-20 yıldır artmış olsa da, yüzde dört civarında seyrediyor, yani “hapse düşenlerin” yüzde 96’sı erkek, haliyle mekân erkeklere göre kurulmuş. Kadın cezaevi “konsepti” o kadar yeni ki, 19. yüzyılda kadınların “kapatılabileceği” hapishaneler olmadığı için kadınlar ceza aldıklarında memleketine göre papazların ya da imamların evlerinde, ahırlarında falan tutuluyorlar. Bulmacalarda kadın cezaevi sorusunun cevabının “imamevi” çıkması oradan yadigâr.
Biz Türkiye’nin nüfus olarak (sanırım) en kalabalık kadın cezaevindeyiz, bin küsur kadın var burada. Silivri, Sincan gibi “kampüs cezaevlerinden” farklı olarak, sadece kadınlar. Tutuklandığımız akşam, “mahkûm kabul”de bize bir kitapçık verdiler: “Hükümlü ve Tutuklu El Kitabı”. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, İyileştirme ve Topluma Yeniden Kazandırma Daire Başkanlığı tarafından hazırlanmış. Bir çeşit cezaevi kullanma kılavuzu. Haklar, sorumluluklar, falan, falan. Kitap, tam da Mine’nin dediği gibi, kadınları resmen parantez içine alıyor, şaka değil!
Buyrun, kitapçığın “Oda ve Eklentilerinde Kişisel Eşya Bulundurabilme Hakkı” bölümünden (s:29) bir kuple:
“Birer adet palto, manto ve mont, iki adet ceket veya ceket yerine kullanılabilen hırka, dört adet pantolon (kadın için dört adet etek ve iki adet elbise), bir takım eşofman, dört adet gömlek, iki adet kazak, iki takım pijama, bir spor ayakkabısı, bir kışlık ayakkabı, bir iskarpin, üç adet tişört, iki adet kravat, bir adet kemer, gerektiği kadar iç çamaşırı, çorap, bir terlik, havlu ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun’a aykırı olmayan bir adet şapka.”
Gördüğünüz gibi, gerçekten parantez içiyiz, gerçekten! Şapka Kanunu konusuna hiç girmiyorum! Pijama mesela? Gecelik giymek istiyorsak? Yok. Kravat var, fular yok. (Gerçi kravat iyi hal aksesuarı, onu atlamak olmaz, doğru!) Eşya birimi uyum sağlamaya çalışıyor, sağ olsunlar çözüm falan buluyorlar ama neden yani? Kitapçığın üzerinde yayın tarihine dair herhangi bir ibare yok ama bize 2022 Nisan’ında verildiğine ve “yenisiyle değiştirilmediğine” göre, malzeme ve bilgi güncel.
Aynı kitapçığın “yükümlülükler” kısmında misal, şöyle diyor:
“Toplu yaşamın bir gereği olarak alışılmışım dışında saç bıyık ve sakal uzatmanıza izin verilmez. Kurum bünyesinde bulunan berber ya da kuaförden faydalanabilirsiniz.”
Hah, kuaför, sanırım kadın vurgusu, evet. Kitapçıkta kuaför diyor, gerçek hayatta durum şu: Erkek cezaevlerinde erkekler 15 günde bir kurum berberinde saç, sakal tıraşı olabiliyorlar. Biz Bakırköy’de 14 ayda bir kere kuaför gördük, “saç kesmek için makas” dilekçelerimiz yanıtsız kaldığı için çözümsüzüz. Koğuşlarda çıtçıtlı küçük tırnak makaslarıyla saç kesiyorlar, neyse ki kadınlar yaratıcı diyeceğim ama diyemiyorum, zira bildiğiniz eziyet bu.
Hapse düşünce, hapishane üzerine okuyorsunuz, kadın hapishanelerine özellikle dikkat ediyorsunuz. Memleketten de, dünyadan da okuyabildiklerim problemlerin her yerde benzer olduğunu gösteriyor. Mesela, Kandıra Cezaevi’ydi sanırım, ilk kez kadınlar geleceği zaman, cezaevi yönetimi bir “hoşluk” olarak, duvarları “pembeye” boyamış. “Kısıtlı” deneyimlerime göre, bu “pembe” meselesi genel bir “tutum”, zira Bakırköy’de de duvarlar pembe. Geçen sonbahar maltanın duvarları boyandı, mor yaptılar. Neyse ilerleme var yani. :)
Cezaevlerinde de, tıpkı hayatta olduğu gibi kadınla erkeğin, erkeğin avantajına ayrıldığı yerler var. Erkek cezaevlerinde erkekler her hafta görüşte kıyafetlerini ziyaretçilerine verip yeni kıyafetler alabiliyorlar, biz Bakırköy’de aynı şeyi ayda sadece bir kez yapabiliyoruz. Niye? Herhalde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü erkeklerin çamaşır yıkayamayacağını, oysa kadınların tabii ki yıkayabileceğini düşünmüş. Öyle anlaşılıyor, yoksa neden? (Burada çamaşır yıkamanın ne büyük eziyet olduğu konusuna hiç girmiyorum çünkü gerçekten çok zor. Ama bugün küçük dünyamızda çamaşır açısından büyük gün, şahane bir gün! Mayıs başında, Adalet Bakanlığı’nın yeni bir kararıyla, koğuşlara “çamaşır makinesi alma” hakkımız oldu. Tutuklu ya da hükümlü kantinden satın alıyor makineyi. Makinemiz ben tam da bu yazıyı yazarken geldi, çalışırken bir süre kendisini izlediğim doğrudur.)
Hapishane, mimari olarak da erkek, hatta şöyle diyelim, sağlıklı cis erkek. Merdiven yüksekliklerinden banyo düzenine, tavan yüksekliğinden mesela mutfak dolabına. Ben standartlardan uzunum, vaziyeti (genelde) kurtarıyorum ama yani neden?
Mesela telefon görüşmeleri! Koğuşlarda, Türk Telekom’un Turna adlı kabinleri var. Bir bilgisayar ekranı, TC kimlik numaranız ve parmak izinizle çalışıyor, kabine gir, kapıyı kapat, sistem çalışsın. İki ay hücreden sonra koğuşa geçince, haftalık telefon görüşmelerimizi maltadaki ankesörlü telefon yerine, koğuştaki kabinden yapacağımız söylendi. Turna, basit bir alet. İçeri girip kapıyı kapatıyorsunuz, “kabin” içeride insan olduğunu kamera vasıtasıyla algılıyor, TC, parmak izi derken aramayı yapıyorsunuz, yani bende öyle oldu. Sonra, Mücellâ girdi kabine, kızları arayacak, seslendi: “İçeride insan tespit edilemedi diyor?” Anlamadım, “dur ben deneyeyim” dedim, girdim kabine çalışıyor, sorun yok? Birkaç dakika sonra anladık, kabin Mücellâ’nın boyunu algılamıyor çünkü erkek ölçülerine göre kurulmuş sistem. Ne yaparız ne ederiz diye bakınıyoruz, binlerce sayfa tutan dava dosyaları ilişti gözümüze, Mücellâ dört beş dosyayı üst üste koyup onların üstüne çıkarak yapmaya başladı aramaları, sonra dilekçe falan, problem üzerinde “durabileceği” bir market kasasıyla çözüldü, yoksa sistemin boy sınırı baki.
Ceza infaz sisteminin merkezi, bence, kantin ve kantin ekonomisi. Kanıtlayamam ama eminim, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nde “kantinlerde satılabilecek ürünler” listelerini yapanlar da, onaylayanlar da erkek.
Ben regl oluyorum, herhalde bu cezaevindeki kadınların %70’i falan gibi. Hadi devletin gözetimi altındaki kadınların temel ihtiyaçlarını karşılaması gerekliliğini pas geçelim, her şeyi kantinden alalım diyelim. Kantinde sadece ped var, tampon yok. Tampon için dilekçe yazdım, talebim “tampon bakanlık tarafından belirlenen “kantinde satılabilir ürünler” listesinde olmadığı için” reddedildi. Kadın doğum doktoruyla konuşayım, reçete yazsın diye düşündüm, iki haftada bir Sadi Konuk Hastanesi’nden gelen (erkek) doktor talebimi şöyle reddetti: “Türk kadını tampon kullanmaz.” (Tamponun da milliyeti olduğunu anladığımız anlar.)
Şimdi mesela, kanıtlayamam ama eminim, kadınlar değil erkekler regl olsaydı, cezaevleri kantinlerinde pedden tampona, boy boy menstural cup’a, her bir şey satılırdı. Hayat tecrübesi konuşuyor! Anlayacağınız hayat kadınlar için cezaevinde de çok zor, çocuklarıyla hapiste olanlara, hastalara, yaş almışlara, yabancılara hiç girmedim bile bakın! Erkekler için düşünülmüş bir sistemde kendimize kovuklar açarak bir yaşam kuruyoruz, yolumuzu buluyoruz. Neyse ki, kanıtlayamam ama eminim, bu konuda erkeklerden daha yetenekliyiz. Ve neyse ki, tıpkı Rebekka Endler gibi, huysuzlukta inat ediyoruz, dışarda da, içerde de!
(HA)