Aşağıdaki yazının tamamı Talat Turhan'ın kitapları, "Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla" ile "Kontrgerilla Cumhuriyeti" üzerine bir değerlendirme olarak Kasım 1997'de, Virgül Dergisinin ikinci sayısında yayınlanmıştı. Ankara'da "Genelkurmay Seferberlik Bölge Başkanlığı"nın aranmasıyla yeniden gündeme gelen "Özel Harp Dairesi", "Kontrgerilla" tartışmalarının arkaplanına ışık tutan bölümlerini yeniden yayınlıyoruz. Yazının bütününe ulaşmak için bu bağlantıya tıklayabilirsiniz.
* * *
Talat Turhan'ın parmağını ona uzatmasının üzerinden 25 yıl geçtikten sonra Kontrgerilla'nın varlığı, onu çevreleyen resmi yalan halesine karşın artık kimse için bir sır değil.
Türkiye Kontrgerilla denilen ucubenin farkına ilk kez 12 Mart'ta vardı. Kontrgerilla ile ilk tanışanlarsa, 12 Mart rejimine karşı siyasal faaliyet yürüten grupların 1971-72 kışında gözaltına alınan üyeleriydi. Onlar, Kontrgerilla diye bir kavramı belki de ilk kez gözleri bağlı olarak götürüldükleri sıkıyönetim sorgulama merkezlerinde sorgucularının ağzından duydular. Kimileri askeri, kimileri sivil giyimli, birbirlerine askeri rütbelerle hitap eden adamlar sorguya alınanlara şöyle diyorlardı: "Genelkurmaya bağlı 'Kontrgerilla' teşkilatının elindesin! Burada anayasa yok! Yasalar yok! Yalnızca biz varız! Sorduklarımıza doğru cevap verirsen kurtulursun. Yoksa ölümlerden ölüm beğen..."
Öyle de oldu, insanlar, yaptıkları kadar yapmadıkları şeyleri de itiraf'a direndikleri ölçüde Kontrgerilla'nın gazabından paylarına düşeni aldılar. Ankara, İstanbul, Adana, Diyarbakır, İzmir askeri cezaevleri ayaklarının tabanları falakada patlamış, bedenleri elektrik akımıyla kavrulmuş, tecavüze uğramış, ruhları örselenmiş insanlarla doldu taştı... Ateş düştüğü yeri yakarmış. İşkence kurbanlarının her türlü maddi ve manevi acının pençesinde örselendikleri bu merkezlerde kendilerine Kontrgerilla adını verenleri işkencecilik'le özdeşleştirmelerinden daha doğal birşey olamazdı.
Ama bu tutuklulardan biri, Kara Kuvvetleri'nden emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, açık duruşmaya çıktığı ilk günden başlayarak "Kontrgerilla"ya başka bir düzlemden bakılması gerektiğini haykırıyordu: "Kontrgerilla, CIA güdümünde politik bir örgüttür. Doğrudan doğruya Pentagon'dan yönetilen dünya karşı devrim örgütünün Türkiye'deki koludur. Atatürk Kültür Merkezi'ni (1971'de) yakan, (1972'de) tersanelerde gemileri batırıp ateşe veren Kontrgerilla'dır... Bütün bu işleri 'sol'a yıkmak için düzmece davalar icat edenler onlardır."
Talat Turhan'ın parmağını ona uzatmasının üzerinden 25 yıl geçtikten sonra Kontrgerilla'nın varlığı, onu çevreleyen resmi yalan halesine karşın artık kimse için bir sır değil. Askeri Mahkeme'deki Savunma'sıyla (1971-1974) Kontrgerilla'yı resmi kayıtlara geçirip, belgeleyerek onun bir rivayet olmaktan çıkarılmasını sağlayan ilk kişi olması Talat Turhan'ın tezlerine dikkatle eğilmeyi gerektiriyor.
Turhan'ın tezleri, yayınlandıkları sırada, geçmişte gerçekleşmiş olanların anlaşılması için zihinlerde nedensel bağıntıların kurulmasına hizmet etmesi bakımından önemliydi. Ancak post-Susurluk bir okuma, Turhan'ın özellikle 1980 sonrasında ileri sürdüğü varsayım ve çıkarsamaların, aslında kendisinin bile sandığından daha büyük bir kuvvetle gelecekte olacak olanlara da işaret etmiş olduğunu gösteriyor.
"ST 31-15" ve "Susurluk"
Talat Turhan'ın bugün Susurluk dolayımıyla tartıştığımız çeteler konusunun anlaşılması bakımından bir altın anahtar değerindeki yaklaşımının özünü bütün sırrın Özel Harp Dairesi'nde aranması gerektiği konusundaki ısrarı oluşturuyor.
Talat Turhan'a göre, Kontrgerilla'nın temelini ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi-Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekat oluşturuyor. Bu belge 25 Mayıs 1964 günü Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın verdiği emirle ve Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla yürürlüğe sokulan bir talimname. Uzmanı olmayanlar için ilk bakışta hiçbir anlam içermeyebilecek bir başlık. Ama uzmanının gözünde bunun anlamı, bir NATO ve ABD operasyonunun silahlı kuvvetlerin derununa yerleşerek, "... adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm hale getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık , sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj" ile "iç düşman" olarak tanımlanan "yurttaşlar"a karşı savaş açması (age., s.45).
Aynı şekilde Talat Turhan'ın açıkladığı bir başka belgeden, 1966'da Dağ Komando ve Okul Komutanlığınca yayımlanan "Komando ve Özel Harp Muhtırası"nın "Psikolojik Hazırlık" bölümünden "özel harp" eğitimin amacının "tek eri kendi memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya hazırlamak" olduğunu anlıyoruz (age., s.56).
Ancak daha önemlisi bu operasyon kapsamında anayasa ve yasalara bağlı olmadığı, talimnamesinde açıkça yazılan 'vatanseverler'den oluşan bir yeraltı örgütünün sürekli ve düzenli olarak istihdam edileceğinin daha en baştan kayıt altına alınmış olması (age., s.27). Bu vatanseverler'den birinin, Abdullah Çatlı'nın 1970'lerden bu yana kanlı ayak izlerini süren herhangi bir okur yazar yalnızca yukarıdaki talinmnameyle yön tayin ederek bile, Susurluk'un gerisindeki büyük operasyonun kaynağını aramaya nereden başlanması gerektiğini kolayca anlayabilir.
Talat Turhan yazı ve söyleşilerinde bir başka noktanın altını çiziyor: Kontrgerilla bir örgüt değil, bugün varlığı resmen inkâr edilen Gladio'nun Türkiye bağlantısının yürüttüğü özel operasyonun adıdır. O yüzden resmen yok varsayılan bu yapıyı "X örgütü" olarak adlandırıyor.
Laiklik-anti laiklik ve özel harp
Talat Turhan'ın kitapları, kendisinden henüz bir ihtimal olarak bile sözedilmediği bir dönemde, içinden geçmekte olduğumuz post-modern darbenin koşullarını ve mantığını haber vermiş olması ve bunu Özel Harp'le ilişkilendirmesi bakımından da ayrıca değer kazanıyor.
Talat Turhan, 3 Aralık 1990'da Korgeneral Doğan Beyazıt tarafından verilen bir brifingdeki Özel Harp Dairesi'yle ilgili şu açıklamaların altını kuvvetle çiziyor: "Bizim ülkemiz sadece komünist istilaya uğrayacak tek bir komşuya sahip olsaydı, o zaman komünist işgale karşı işgal sahasında mücadele verecek bir teşkilat yeterli olabilirdi. Fakat bizim ülkemiz din ihracından tutun...çeşitli tehditlere tabidir. Dolayısıyla Özel Harp Dairesi anti-komünist değildir. Din devrimine karşı da kullanılacaktır" (age., s.70).
Talat Turhan, Gladio'nun bütün NATO ülkelerinde dağıtılmasına karşın Türkiye'de tasfiye edilmeyişini bu yaklaşımla ilişkilendiriyor: "ABD, Körfez Savaşı'nda Türkiye'yi kullanmak ve bölgedeki üs ve tesislerden yararlanmak için bu bölgeyi savaş alanı ilan etmişti. İran İslam Devrimi'nden tedirgindi... Gelişen İslam radikalizmine karşı bir İslam ülkesini kullanmak İslam alemi içindeki çelişkileri artırmak için bulunmaz fırsattı... Laik-anti laik çelişkisi ile inananlarla inanmayanlar çelişkisini abartmak onların işine gelebilirdi. Böyle bir durumda ülke çapında meydana gelebilecek hoşnutsuzluk ve ayaklanma gibi olaylar olursa ne yapılacaktı? AKKA'da (Avrupa'da Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması) onun da çaresi bulundu. Tüm ülke çapında paramiliter güçler yani X örgütü, Özel Harp Dairesinin sivil uzantısı indirim kapsamı dışında tutuldu.
"Özel Harp Dairesi, Türkiye sathında 'vatanseverler'in miktarını artıracak, komünistlerin yerine içte ve dışta Müslüman'ı düşman olarak kabul edecekti" (age., s.69,70). Talat Turhan'ın bu yaklaşımını ilk dile getirdiği, 1991'den altı yıl sonra, 28 Şubat müdahalesinin ardından yeni Milli Askeri Stratejik Konsept askeri yetkililerce şöyle özetlendi: "Şeriatçılık NATO'nun tehdit değerlendirmesinde birinci sıraya yükseldi, bir NATO müttefiki olarak Türkiye için de iç düşman kapsamındadır."
Cumhurbaşkanı ve "X Örgütü"
Talat Turhan'ın bir başka önemli saptamasıysa Kontrgerilla operasyonu'nun Cumhurbaşkanlarını da standard olarak görevli kılması. ST 31-15 kontrgerilla faaliyetlerinin Cumhurbaşkanının koordinasyonunda yürütülmesini amir. "Bugüne kadar hiçbir cumhurbaşkanı merak edip de kendisine görev veren bu asker talimnamelerinin çıkış noktası üzerinde düşündü mü acaba" diye soran Talat Turhan "başbakanların görevlerinin de kontrgerilla faaliyetleriyle ilgili iddiaları duymazlıktan gelmek araştırmamak, saklamak" olarak özetlenebileceğinin altını çiziyor (Kontrgerilla Cumhuriyeti, s.137).
Elbette Talat Turhan'ın yazı ve incelemelerinde dikkati çeken ve kasıtlı olduğunu varsayabileceğimiz bir boşluk var: 1984'ten beri süregiden TSK ile PKK arasındaki olağanüstü kayıplarla ve uluslararası kapsamda süregiden askeri çatışmada kontrgerilla operasyonu'nun nasıl işlediği ve bunun bölgeye ilişkin sonuçları.
Bu eksikliği, konuya ilişkin olarak açık tartışma olanağının bulunmayışıyla mı, yoksa Talat Turhan'ın bir emekli kurmay yarbay olması dolayısıyla konuya yaklaşımlarının nesnelliğinin tartışmalı hale gelebileceği kuşkusuyla mı ilişkilendirebileceğimizi henüz bilmiyoruz. Ancak elbette, düşük yoğunluklu çatışma'nın Talat Turhan tarafından okunuşunu bilmek konuya ilgi duyanlar açısından mutlaka çok yararlı ve değerli olurdu.
Önümüzdeki aylar ve hatta yıllar boyunca Susurluk, Gladio, Kontrgerilla ve çeteler konusunda yüklü bir edebiyatın oluşacağına kuşku yok. Her araştırmacının da bu konudaki muazzam bilgi açığımızı kapatmaya kendi ölçeğinde önemli bir katkı yapabileceğini beklemek hakkımız. Ancak, işe başlarken hepsinin, ellerindeki bilgileri gerçeğin mihengine vurmak ve sağlam bir hareket noktası edinmek açısından pir'leri Talat Turhan'ın yazılarını dikkatle okumalarında büyük yarar var, yoksa çatışan çeteler'in dezenformasyon görevlilerinin papağanı durumuna düşmeleri, örneklerinden de gördüğümüz gibi, hiç de küçük bir ihtimal sayılmaz. (EK)