Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Türkiye'nin bağımsız Bilim Akademisi çatısı altında oluşmuş bir popüler bilim platformu olan Sarkaç'ın seçkisinin yer aldığı "Meraklısına Bilim" kitabı Doğan Kitap'tan çıktı.
Farklı alanlardaki bilim yazılarının derlendiği kitaptaki seçki, yediden yetmişe herkes için vazgeçilmez bir bilgi kaynağı olma hedefinde. Periyodik tablonun tarihinden, asal sayılara; Amerikan başkanlık sisteminden, yapay zekâya; Osmanlı'da enflasyondan kanser tedavilerine geniş bir yelpazede bilim insanları tarafından kaleme alınmış yazılardan Bülent Aslan'ın "Bu kadar ışığa ihtiyacımız yok!" başlıklı yazıyı paylaşıyoruz.
Geceleri bu kadar aydınlık olması gerçekten gerekli mi? Dış alanda kullanılan çok ışık, yıldızların ve Samanyolu'nun büyülü güzelliğini görmemize engel olur. Türkiye nüfusunun yüzde 49,9'u yaşadıkları yerden Samanyolu'nu göremiyor, yüzde 97,8 i ise ışık kirliliği altında yaşıyor. Dünya nüfusu için bu oranlar sırasıyla yüzde 35,9 ve yüzde 83,2.
"Işık kirliliği, çözümü yerel olan küresel bir sorundur ve aynı zamanda bir eğitim-farkındalık sorunudur!"
Bu, "Işık Kirliliği Nedir?" başlıklı yazının bitiş cümlesiydi. Zeki Hoca'nın bıraktığı yerden ama başka bir pencereden bakarak devam edelim...
Zeki Hoca bahsi geçen yazısında "Geceleyin çevremizi neden aydınlatıyoruz?" diye sorduktan sonra olası cevapları sıralıyor ve bunların gerekliliğini sorgulamadığımızı söylüyor. Biz, bu yazıda biraz da olsa sorgulamaya çalışalım. Işık kirliliğini bir sorun olarak tanımlıyor ve çoğunlukla da çözümü var olanlarda iyileştirme yaparak bulmaya çalışıyoruz. Bunun yerine, daha kalıcı ve sorun yaratmayan yaklaşımlar için kendimizi biraz daha zorlayarak kutunun dışına çıkıp en temel soruyu soralım:
Geceleyin dış alan aydınlatmalarını niye kullanıyoruz, gerçekten?
Güneş ve Ay gibi doğal ışık kaynaklarının dışında kullanılan ışık kaynaklarının hepsi yapay aydınlatmalardır ve potansiyel ışık kirliliği kaynaklarıdır. Temel amaç, gündüz yapılan etkinliklerin bir kısmının gece de devam ettirilebilmesi ve eylemli yaşam süresinin uzatılabilmesiyken yapay ışığın kullanım amaçları değişen teknolojinin ve toplumsal gelişmelerin etkisiyle her geçen gün daha fazla çeşitleniyor. Geçen zamanla birlikte gece yapılan etkinliklerin hem çeşitlenmesi hem de sayısının artması ve kişilerin bu esnadaki görsel performanslarının iyileştirilmesi ihtiyacı yapay aydınlatma kullanımını artırdı. Bu, ortamın doğal ışık miktarının yapay ışık kullanılarak genellikle de ihtiyacın ötesinde değiştirilmesi anlamına geliyor ki buna da ışık kirliliği diyoruz zaten. Artan yapay ışık kullanımıyla birlikte ışığa maruz kalınan süre artıyor, ışığın astronomik gözlemlere, ekonomiye, ekolojik dengeye, doğal/vahşi hayata ve insan sağlığına olan olumsuz etkileri de zaman içinde ortaya çıkıyor.
Bu olumsuzlukların ayrıntılarını şimdilik başka yazılara bırakarak yer yüzeyinden yaklaşık 400 km yukarıdaki Uluslararası Uzay İstasyonundan gece çekilen fotoğraflara bakarak düşünelim: İçinden, "ne güzel, ışıl ışıl" diye geçirenleriniz çoktur! Yeniden soralım: Yapay aydınlatmanın amacı nedir? Niçin ışıklandırma yapıyoruz? Artık üzerinde düşünmeye bile gerek duymadığımız bu en temel sorunun çok basit bir cevabı var aslında; görmek/görebilmek için!
Yani aydınlatmaya ihtiyaç duyulan yer, insanın olduğu ve görmek istediği yerdir. Oysa zaman içinde ışık kullanımı, temel amacının dışına çıkarak gerçek anlamda bir işlevi olmayan, hatta gereksiz denilebilecek (reklam panoları, ışıklı tabelalar, bina ve yapıların dış yüzey aydınlatmaları gibi) şekilde yayılmıştır. Aslında bu ışıkların, gece havadan fotoğraf çeken bir kameranın olduğu yere ulaşmasına ne gerek ne de ihtiyaç var. Havadan çekilmiş ışıl ışıl bir şehir görüntüsünün bir an için güzel olduğunu düşünsek bile "Kim görüyor?" diye sormak gerekmez mi? Her şey uzay istasyonunda halihazırda başka işlerle meşgul olan altı astronot için mi? Işıl ışıl olması gereken ve güzel olan sadece ateşböcekleri ve yakamoz olmalıydı! Hepimiz için...
Son yıllarda verimli ışık lambaları (kaynakları) ya da perdeli armatürler kullanmak lazım diyoruz ama "kullanmaya gerçekten ihtiyacımız var mı?" diye sormuyoruz! Apartmanların bahçelerinde, parklarda, otoparklarda gece boyunca yanan lambalar ve hatta belli bir saatten sonra yanmaya devam eden sokak aydınlatmalarının aslında hiçbirine fonksiyonel olarak ihtiyacımız yok. Örneğin, hiçbir yayanın olmadığı otoyollarda sabaha kadar yapılan aydınlatmalar bir amaca hizmet ediyor mu gerçekten? Bu yolların asıl kullanıcısı olan arabalar gittiği yeri aydınlatan donanıma (farlar!) sahip olduklarına göre bu işte bir yanlışlık yapıyor olabilir miyiz acaba? Belki de kutunun dışına çıkarak durumu yeniden sorgulamanın, alışkanlıklarımızdan vazgeçerek yeni yaklaşımlar geliştirmenin zamanı gelmiştir... Şiddeti düşük bile olsa ışığın ihtiyaç duyulmayan yerdeki varlığı veya gereksinim olmayan bir zaman diliminde kullanılması, insanın ait olduğu doğaya karşı kibirli duruşunun bir göstergesi ve dünya kaynaklarının hoyratça kullanılmasıdır. İhtiyacımız olmayan ışık için daha fazla elektrik üretiyor, daha fazla fosil yakıtları tüketiyor ve dünya üzerindeki hayata zarar veriyoruz.
Gözlerimiz düşündüğümüzden çok daha duyarlı
Unuttuğumuz bir diğer gerçek de gecelerin çoğumuzun düşündüğü kadar karanlık olmadığı ve gözümüzün de sandığımızdan daha hassas bir algılayıcı olduğu. Aysız, açık bir gecede ölçülen gökyüzü parlaklığı (~3,16xl04 cd/m2), ortalama bir insan gözünün algılama eşiğinden (lxl0-6 cd/m2) yaklaşık 300 kat daha fazla. Havanın kapalı olması halinde bile gök parlaklığı göz eşiğinin 30 katı kadar.
Bu demek oluyor ki insan gözü, yapay aydınlatmaların olmadığı doğal gece koşullarında bile görebilecek donanıma sahip. Retinanın arka tarafında bulunan koni hücreleri aydınlık ortamda daha işlevselken çubuk hücreleri düşük ışık seviyelerini algılayabilecek kadar hassas ve gece görüşten sorumlular. Göz tamamen karanlık uyumlu hale geldiğinde aydınlık uyumlu halinden 100.000 kat daha hassas olur.
Örneğin Kanada Quebec'teki Mont-Megantic Uluslararası Karanlık Gökyüzü Koruma Alanındaki değişimi görebilmek için http://ricemm.org/en/photos/ ve http://ricemm.org/en/light-pollution/the-solutions/ sayfalarındaki resimlere bakabilirsiniz.
Ortamın aydınlık seviyesinin artması gözün karanlık uyumunu bozar ve tekrar tam karanlık uyumlu hale dönmesi ise uzun zaman alır. Hatta aydınlatmanın çok olduğu büyük kent merkezlerinde göz hiçbir zaman karanlık uyumlu hale geçemez. Sürekli artan miktarda kullandığımız yapay aydınlatmaların etkisiyle belki de gözümüz artık bu hassaslığını kaybetmek üzeredir, kim bilir? Ayrıca, düzgün tasarlanmamış parlak aydınlatmalar aydınlık ve karanlık bölgeler arasında keskin bir kontrast yaratarak aydınlatılan alan dışında kalan kısımları görmemize engel olur. Bu da beklenenin aksine, nesnelerin görünürlüğünün kaybolmasıyla, yol ve çevre güvenliğinin olumsuz etkilenmesiyle sonuçlanır.
Şimdi yeniden soralım ve en baştan düşünelim: Bu kadar çok ışık kullanmaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Cevap, yazının başlığında! (BA/AÖ)