Bugün ülkemizin kimi yöreleri, sahip oldukları doğal çevre ile tarihi-kültürel mirasın, süren bazı baraj ve hidroelektrik santrali (HES) inşaatları nedeniyle ciddi bir tahribata uğraması tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyorlar.
Ayrıca bu barajlar çoğu örnekte görüldüğü gibi kuruldukları yerleşim yerlerinde yaşayan insanların geçim olanaklarını daraltmaya ve göç etmelerine, böylece fakirleşmeye ve büyük nüfus hareketlerine neden oluyor.
Halen Türkiye'de 669 baraj mevcut. 100'ün üzerinde barajın da yapımı sürüyor. Bunlar içinde doğa ve tarihi mirası tehdit eden belli başlı baraj projeleri ile bunlar tarafından tahrip edilmesi riski altındaki yörelerimiz şöyle sıralanabilir:
- Dicle Nehri üstünde kurulması planlanan, Batman'ın Hasankeyf ilçesini ve bu ilçedeki tarihi-kültürel mirası tehdit eden Ilısu Baraj ve Hidroelektrik Santrali;
- Yortanlı Deresi üstünde kurulmuş, ama henüz su tutmamış durumda olan ve İzmir'in Bergama ilçesi, Yenikent Beldesi yakınında bulunan Allianoi ören yeri ile Paşaılıcasını tehdit eden Yortanlı Barajı;
- İkizdere üzerinde kurulması planlanan, Rize'nin İkizdere ilçesi ile çevresindeki doğal varlığı tehdit eden Dereköy Regülatörü ve Demirkapı hidroelektrik santrali;
- Çoruh Nehri üstünde kurulması planlanan, başta Artvin'in Yusufeli ilçesi olmak üzere, Çoruh Vadisindeki çeşitli yerleşim yerleri ile bunları çevreleyen doğal zenginliği tehdit eden, 15 büyük baraj, 116 adet küçük nehir tipi santralden ibaret enerji kompleksi;
- Tortum Nehri ve onun kolları olan derelerin üstünde kurulması planlanan, Erzurum'un Tortum ilçesi Bağbaşı beldesi ile Aşağı Katıklı ve Dikmen köylerini tehdit eden Hınıs Başköy, Pazaryolu, Kaletepe, Bağbaşı, Büyükbahçe ve Karasu hidroelektrik santralleri;
- Fırat Nehri ve Munzur Deresi üstünde kurulması planlanan, Munzur Vadisi üstündeki pek çok yerleşim yeriyle, doğal çevreyi, özellikle Munzur Vadisi Milli Parkını tehdit eden Uzunçayır, Kaletepe ve Bozçayır Baraj ve HES'leri.
Bu tip tehdit yaratan barajlar, Türkiye'nin gündemini ilk kez işgal etmiyor. Aslında Keban'ın yapımından itibaren, inşa edilen büyük barajların doğal çevre ve kültürel-tarihsel miras üzerinde yarattığı tahribat ve tehditler söz konusu olmuş. Bu yazıda baraj göllerinin suları altında kalan özellikle kültürel-tarihsel değerlerimizin tahribi konusunda bazı örnekler verip, değerlendirmeler yapmak istiyorum.
İlk örnekler
Belki de bu konudaki ilk örnek, 1930'lu yıllarda yapılıp, hizmete giren Çubuk Barajıdır. Ancak bu barajın hangi kültürel-tarihi değerleri su altında bıraktığı konusunda hiçbir fikrimiz yok. Çünkü baraj alanında hiçbir çalışma yapılmamış.
Daha sonraki örneklerde tarihi-kültürel değerlerin kısmen de olsa kurtarılması mümkün olmuş. Örneğin 1955'te Adana'nın Yüreğir ilçesinde bulunan Augusto kenti Seyhan Baraj gölünün altında kalmış ve barajın su tutmasından az once bir kısım arkeolojik eser panik halinde kurtarılmış.
1956'da ise benzeri bir panik, Sakarya nehri üzerindeki Sarıyar Baraj'ının su tutmasıyla, gölün altında kalan Juliopolis kenti gibi kimi ören yerleri konusunda kişisel çabalarla başlatılan çalışmalar esnasında yaşanmış.
Juliopolis kenti ve onun üstünde kurulu bulunan Ankara'nın Nallıhan ilçesi, Çayırhan beldesi halen Sarıyar baraj göletinin suları altında.
Keban Barajı'nın inşasında ise Türkiye'deki arkeoloji çalışmalarında çığır açan bir girişim gerçekleşmiş ve 1968'de dönemin Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) rektörü Kemal Kurdaş'ın desteğiyle hazırlanıp başlatılan "Keban Projesi" sonucu Keban'ın kaplayacağı alanda 1975'e kadar yapılan taramalar ve kazılar sonucu ciddi sayıda bir arkeolojik değer gün ışığına çıkarılıp koruma altına alınmış.
Ancak, 1975-1988 yılları arasında yine ODTÜ modeli çerçevesinde "Aşağı Fırat Projesi" başlığı altında gerçekleştirilen ve Fırat nehri üstünde yapımı süren Karakaya ve Atatürk barajlarının gölet alanları altında kalacak arkeolojik değerleri kurtarma çalışmaları, aynı derecede başarılı sonuçlar vermemiş.
Özellikle çok eski bir yerleşim yeri olan Adıyaman'ın tarihi ilçesi Samsat'ın, yeterli arkeolojik kurtarma çalışması yapılamadan Atatürk Barajının suları altında kalması çok büyük bir kayıp olmuş.
Bu başarısızlıkta en önemli neden, konuyla ilgili devlet kurumları ve ODTÜ arasındaki çekişmeler olmuş. Bunun üzerine ODTÜ, 1990'ların sonuna dek arkeolojik kurtarma operasyonlarından el etek çekmiş.
Nihayet 1998'de ODTÜ'de kurulan "Tarihsel Çevre Değerlerini Araştırma Merkezi (TAÇDAM)" eliyle Kargamış ve Ilısu Baraj alanlarında su altında kalacak değerleri kurtarmak üzere yeni bir proje başlatılmış.
Bu proje görece başarılı sonuçlar vermiş. Kargamış Barajının suları altında kalan bölgede ciddi sayıda ören yeri tespit edilmiş, pekçok arkeolojik değer kurtarılıp müzelerle kazandırılmış.
Ilısu Barajı bölgesinde de başta Hasankeyf olmak üzere olağanüstü zengin bir arkeolojik mekan varlığı keşfedilmiş, bu keşiflerle Hasankeyf'in yaklaşık 12 bin yıllık bir yerleşim yeri olduğu ve UNESCO'nun on "Dünya Mirası" kriterinden dokuzunu sağlayan dünyadaki tek yer olma özelliğine sahip olduğu ortaya konmuş.
Dolayısıyla ironik bir şekilde barajlar, ülkemizdeki arkeolojik ilerlemenin lokomotifi olmuş, baraj gölleri altında kalacak alanlarda yapılan kurtarma çalışmaları sayesinde pek çok arkeolojik-tarihi-kültürel değer ortaya çıkarılmış, müzelere kazandırılımış ya da yerleri değiştirilerek korunmaları sağlanmış.
Tehdit sürüyor
Ancak ne yazık ki baraj sularının yuttuğu değerlerin, kurtarılması başarılanlara oranla çok daha fazla olduğu görülüyor. İşte Atatürk Barajının yuttuğu Samsat'ta ortaya çıkartılmaya fırsat olmadan kaybedilenler buna bir örnek.
Daha yakın dönemde, 2001'de su tutmaya başlayan Birecik Barajının suları, tarihi Halfeti ilçesi ile mozaikleriyle ünlü Zeugma kentinin bir bölümünü yutmuştu. 2002'de de Batman Barajı tarihin en eski yerleşim yerlerinden Hallançemi arkeolojik alanını sular altında bıraktı.
Bugün ise süren Ilısu ve Hortanlı baraj inşaatları hala arkeolojik değerlerimiz karşısında benzeri bir tahribat tehditini sürdürüyor. Ilısu Barajı inşaatı yukarıda değindiğim gibi UNESCO'nun on "Dünya Mirası" kriterinden dokuzunu sağlayan dünyadaki tek yer olan Hasankeyfi tehdit ederken; Yortanlı Barajı benzeri bir tehditi tarihi Allianoi'ye ve tarihin en eski ılıcalarından olan Paşaılıcasına karşı yöneltiyor.
Peki DSİ ve konuyla ilgili diğer kamu kurumları neden neredeyse Cumhuriyetin başından beri böylesine önemli arkeolojik değerler karşısında böylesine duyarsız ve tahripkar bir tutum takınmışlar acaba? Neredeyse ülkemizin tarihi-kültürel mirasını yok etmek için özel bir çaba içine girmiş gibiler.
Neden?
Bu konuda en önemli etkenlerden biri aslında bu kurumların bahsettiğimiz arkeolojik değerler karşısındaki vurdumduymazlıklarından çok bunlarla ilgili yeterli bilgi sahibi olmamaları ve çoğunun varlığından bile haberdar olmamaları olagelmiş.
Çünkü Türkiye'deki arkeolojik varlığın tam bir envanteri ve haritalaması bugüne kadar tam olarak gerçekleştirilmemiş.
Hele Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu konuda hemen hiç bir bilgi yokmuş. Ta Keban barajının yapımına kadar bu habersizlik ve bilgisizlik sürmüş, ancak Keban Projesi ile birlikte başlayan kurtarma çalışmaları sırasında baraj bölgelerindeki arkeolojik varlığın farkına varılıp, ciddi envanter çalışmaları başlamış.
Yine de arkeolojik-tarihi değerlerimizin tam bir envanteri bugün bile henüz çıkartılamamış durumda. Dünyanın en zengin arkeolojik varlığına sahip olma iddiasındaki ülkemizde halen tescil edilmiş arkeolojik alanların sayısı 7 bin 200 kadar. Bu sayı tarihi evler, anıt ağaçlar vb. ile 60-70 bini buluyor. Aynı sayı tarihi-kültürel miras açısından fakir gördüğümüz İngiltere'de 1 milyonun üstünde; ülkemizden hayli küçük Macaristan'da ise 96 bin civarında.
Diğer bir önemli mesele, bu arkeolojik envanter çıkarma, haritalama ve kurtarma çalışmalarını yürüten, yürütmeyi isteyen kurumlar ile bunları destekleyen sponsorların, konuyla ilgili başka kamu kurumlarıyla aralarında ortaya çıkan sürtüşmler nedeniyle, zaten çok geç başlamış olan bu çalışmaların sekteye ve kesinitiye uğramasıdır.
Örneğin ODTÜ'nün Keban Projesi ile ortaya koyduğu model ne yazık ki Atatürk ve Karakaya barajlarında bu tip nedenlerle uygulanamamış. 1998 yılında ODTÜ TAÇDAM'ın yeniden başladığı çalışmalar, ise 2003 yılında tam Hasankeyf'le ilgili çalışmaların can alıcı bir noktasında, DSİ ve diğer ilgili kurumlar tarafından durdurulmuş; Hasankeyfin arkeolojik varlığının araştırılması tamamlanamamıştı.
Bir başka önemli sorun, barajların projelerinin, fizibilite çalışmalarının ve ÇED raporlarının baraj göllerinin yaratacağı çevrel yıkımın boyutlarını yeterince dikkate almaması. Örneğin Ilısu Barajının projesi 1954 tarihli. Yani 56 yıllık bir proje. O dönemde çevre konusu bu kadar gündemde ve ilgili yasal düzenlemeler yürürlükte olmadığından henüz projeler için Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılmamaktaydı.
O yüzden, 1954'de Ilısu'nun nereye, nasıl yapılacağına dair karar verilirken yalnızca tarım ve enerji konusundaki ekonomik öncelikler ile jeolojik koşullar çerçevesinde karar verilmiş, ekolojik ve arkeolojik gereklilikler hiç dikkate alınmamış.
2001'de hazırlanıp 2005'de güncellenen ama kamuoyuna açıklanmasından kaçınılan Ilısu projesiyle ilgili ÇED raporu ise gerçekçi bir etki değerlendirmesinden daha çok, barajın yapımına dair 56 yıl önce verilen kararı meşrulaştırmak üzere hazırlanmış gibi sanki.
Nitekim Ilısu Baraj ve HES projesine kredi vermeyi planlayan Almanya, İsviçre ve Avusturyalı dış kredi kuruluşları, projeye yönelik olarak, aralarında doğal ve tarihi-kültürel mirasın korunması konusundaki yetersizliklere de vurgu yapan bir dizi eleştiri getirmiş ve iyileştirmeler talep etmişti. Türkiye'nin taahütlerini yerine getirememesi sonucu 7 Temmuz 2009 itibariyle desteklerini çekmişlerdi.
Son olarak, bu yıl Ağustos ayında İkizdere üstünde kurulması planlanan barajların olumlu ÇED raporunun mahkemece iptal edilmesi de HES'ler için hazırlanan ÇED'lerin, çevre etkilerinin boyutlarını yeterince dikkate almadığını gösteriyor.
Zira, mahkeme, iptalin gerekçeli kararında HES projelerinde işletilen ÇED sürecinin formaliteden öteye gitmediğine ve HES projelerinin doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar verdiğine özellikle vurgu yapıyor.
Sonuç yerine: Çözüm önerileri
HES projeleriyle doğal ve arkeolojik değerlerin korunumu konusunda oluşan bu çelişkili durumların çözümü oldukça sorunlu görünüyor. Ama en azından gelecekte bu tip çatışmaların tekrarlanmaması için öncelikle ülkemizdeki doğal ve arkeolojik varlıkların envanterlerinin çıkarılmasına sistemli, düzenli ve aralıksız olarak devam edilmesi; ve elde edilen verilerin baraj yapımıyla ilgil kamu kurumlarının kayıtlarına da eksiksiz yansıtılması gerekiyor.
İkinci olarak kurumların yetki sınırlarını, kurumlar arasında özellikle çevre gibi hayati bir konuda gereksiz çekişmelere izin vermeyecek şekilde belirleyecek düzenlemeler yapılmalı. Bu düzenlemelerle doğal çevrenin ve arkeolojik değerlerin korunumu için girişimde bulunan, sorumluluk alan kurumlara ve sivil toplum kuruluşlarına yeterli yetki ve kaynak sağlanmalı.
Son olarak, Ilısu barajınınki gibi neredeyse tarihi değere sahip ve yalnızca jeolojik ve ekonomik (tarım, enerji ve sanayii öncelikli) kıstaslarla hazırlanmış projelerin, göstermelik ÇED raporlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılması değil, ekolojik bir akılla gözden geçirilip güncellenmesi gerekiyor.
Bunu yaparken, yer seçiminde doğal ve arkeolojik varlıkların korunması konusundaki kıstaların ve bunlara uyulması halinde ortaya çıkabilecek alternatif -tarım ve sanayi dışı, özellikle turizme dayalı- istihdam ve gelir kaynaklarının da ciddi ve gerçekçi bir şekilde dikkate alınması şart. (GÖ/EÖ)
Kaynakça
1) Mehmet Özdoğan, "Barajların Yok Ederken Kazandırdıkları", Aktüel Arkeoloji Dergisi, Eylül 2010-17, ss. 20-33.
2) Numan Tuna, "Sudan Kurtarılan Arkeolojik Miras: Höyükler", Aktüel Arkeoloji Dergisi, Eylül 2010-17, ss. 34-45.
3) Nur Akın, "Barajlar ve Yitirilen Değerler", Aktüel Arkeoloji Dergisi, Eylül 2010-17, ss. 62-67.
4) Melih Arslan, "Sarıyar Baraj Gölü'nün Yuttuğu Kayıp Kentin Hazineleri", Aktüel Arkeoloji Dergisi, Eylül 2010-17, ss. 134-139.
5) Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile Röportaj, Aktüel Arkeoloji Dergisi, Eylül 2010- 17, ss. 14-15.
6) DSİ Genel Müdürü Haydar Koçaker ile Röportaj, ktüel Arkeoloji Dergisi, Eylül 2010-17, ss. 16-17.
7) http://www.bayburtpostasi.com.tr/dosya/1327-coruh-vadisi-barajlarla-donatiliyor
8) http://tr.wikipedia.org/wiki/Yortanl%C4%B1_Baraj%C4%B1
9) http://tr.wikipedia.org/wiki/Il%C4%B1su_Baraj%C4%B1_ve_Hidroelektrik_Santrali
10) http://www.gazeteguncel.com/haber-Tortumun-barajlari-mahkemelik-7672/
11) http://www.hasankeyfgirisimi.com/tr/index-Dateien/Brosur_Hasankeyf_Girisim2009.pdf
12) http://www.dsi.gov.tr/bolge/dsi9/tunceli.htm#barajinsa
13) http://www.enya.com.tr/tr/projects.asp?category=3
14) http://www.tuncelininsesi.com/haber/barajin-sondaj-calismasi-tuncelilileri-sokaga-doktu- 1495.htm
15) http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&Date=&ArticleID= 1014464&CategoryID=85