Celal Üster'in Radikal kitap ekinde yayımlanan aşağıdaki yazısı"Dünyanın Kaynağı"nda Halil Bey", Gustave Courbet'nin 1866'da yaptığı "Dünyanın Kaynağı" (Origine du Monde) adlı tablonun sanat, edebiyat ve gazetecilik dünyasında "ahlakçılık" perdesinin gerisinde nasıl görünmez kılındığını tartışıyor. Yazının kendi zenginliği burada alıntılanması için yeterli olurdu aslında ama bizim derdimiz başka...
Üster'in yazısının başında aktardığı, aşağıda okuyacağınız anekdot, ister istemez, "devrimciler"in gazetesinin "ahlakçılığı"na mukabil "Dünyanın Kaynağı" çevresinde dönen bir eleştiriye sayfalarını açan Radikal Kitap Eki'nin okurlarını Courbet'nin resmiyle tanıştırmasını bekliyor. Heyhat.
Bir resimden söz ediyoruz. Ahlakçılık-özgürlükçülük, orientalisme-occidentalisme, gerçekçilik-gerçeküstücülük tartışmalarının orta yerinde duran bir resimden. Ancak Radikal Kitap Eki tartışmayı izlemeye davet edilenlere "Dünyanın Kaynağı" yerine bir resim meraklısının gerisinin fotoğrafını sunuyor! Bu engeli aşabilenler, bu gerinin gerisinde ne olduğunu merak edebilenler gözlerini kısıp dikkatle baktıklarında, editörün hakkını yemeyelim, evet köşeden, fotoğraftaki resim meraklısının merak ettiği şeyi görebiliyorlar! Ama bu kadarı, Üster'in Paris Komünü'nün Sanatçılar Birliği Başkanı'nın "meydan okuyuşu"na verdiği değerin okurlarınca anlamlandırılabilmesine yetmiyor, ne yazık.
Resmin öyküsüne kısaca göz atınca aslında Courbet'nin kendisinden başka pek az kimsenin "Dünyanın Kaynağı"ndaki meydan okumayı paylaştığını söylemek mümkün. Courbet'ye resmi ısmarlayan Osmanlı Devleti'nin Mısır'daki elçisi Halil Bey'in, aynı resimle birlikte bir de resme perde görevi görecek karlı bir kış manzarası resmi ısmarlaması, ve ancak konuklarına "Dünyanın Kaynağı"nı göstermek istediğinde özel olarak yapılmış kızaklar üzerinde bu "masum" manzarayı kaydırıp arkasındaki resmi ortaya çıkarması batıcı bir bakış açısından bir Osmanlı diplomatına kolayca yakıştırılabilir gibi gelebilir. Ama aynı resmi 1956'ya kadar kendi ev koleksiyonunda bulunduran Fransız psikanalist Jacques Lacan'ın da Courbet'nin eserinin üzerini örtmek için sürrealist ressam Andre Masson'a aynı resmin kaligrafik bir kopyasını yaptırmış olduğunu bilmek, Osmanlı diplomatıyla Fransız psikanalist arasındaki mesafenin ne kadar kısa olduğunu görmek açısından ibret verici olmalı.
Courbet'nin "Dünyanın Kaynağı"nı yapmasının üzerinden 135, Paris Komünü'nün üzerinden 130 yıl geçti ama, Tanzimatçı, Devrimci, Sürrealist yada Radikal, Courbet'nin meydan okuyuşu karşısında modernliğin dizleri titremeye devam ediyor hala...
'Dünyanın Kaynağı'nda Halil Bey
Celal ÜSTER
1995 yazı. "Devrimcilik" savıyla kurulmuş bir gazetede, sanat ve kültür bölümünü yönetiyorum. Haziran sonuna doğru, bir gün, ajanslardan bir haber geçmeye başlıyor: Gustave Courbet'nin "L'Origine du Monde" adlı tablosu, yapılışından nerdeyse 130 yıl sonra, Paris'te Musee d'Orsay'de sergilenmeye başlamış. Salt bu tablonun müzeye alınışı dolayısıyla bir tören düzenlenmiş, açılış konuşmasını da Fransa kültür bakanı yapmış. Kuşkusuz, haberin yanı sıra, tablonun fotoğrafını da geçiyor ajanslar. Renklisi de var, siyah beyazı da. İlk bakışta, resmin bütününden bir ayrıntı sanıyorum; gözü pek bir nü'den, kadının cinsel organını öne çıkaran bir ayrıntı. Gel gör ki, çok geçmeden, ajanslardan gelen fotoğrafın, tablonun ta kendisi olduğu ortaya çıkıyor.
İnanılmaz! Öncelikle Agence France Press'ten geçen haberi okuyorum: Courbet'nin, "Dünyanın Kökeni", "Dünyanın Kaynağı" ya da "Dünyanın Başladığı Yer" adlı bu resmi, 1866 yılında, bir Osmanlı diplomatının, Halil Şerif Paşa'nın siparişi üzerine gerçekleştirdiğini öğreniyorum. İşin içinde, hem Courbet var, hem yılların ötesinden gün ışığına çıkan böylesi bir resim, hem de böylesi bir resmi yaptırmaya "cüret etmiş" Müslüman bir Tanzimat aydını; biz, bu haberi, resmiyle birlikte başsayfadan kullanmalıyız, diyorum kendi kendime.
Ne ki, evdeki pazar çarşıya uymuyor. Yazıişleri toplantısında konuyu açtığımda, önce ilgiyle karşılanıyor; ama az sonra, Courbet'nin resmini masanın üstüne bıraktığımda, gözler faltaşı gibi açılıyor: Olmaz! Böyle bir resim bizim gazetemizin baş sayfasına asla giremez! Bu bir ahlâk meselesi!
"Devrimciler"in böyle bir tepkisiyle karşılaşınca, Paris Komünü'nün Sanatçılar Birliği Başkanı, gerçekçilik akımının öncüsü Courbet'nin büyüklüğünü daha iyi anlıyorum. Ama daha da önemlisi, böyle bir yapıtı sipariş eden bir Osmanlı devlet adamının, Halil Bey'in yürekliliği karşısında şaşkınlığa kapılıyorum. Courbet gibi bir sanatçı ile Halil Bey gibi bir sanat tutkununu "Dünyanın Kaynağı"nda buluşturan bu resmin, geçerliliğini günümüzde bile koruyan bir meydan okuyuşun meyvası olduğunu düşünüyorum.
Bu anlattığım öyküden tabii ki dünyada kimsenin haberi olmadı; ama Halil Şerif Paşa'nın elinden çıktıktan sonra da, ömrü boyunca benzeri tepkilerle karşılaşmış olan "Dünyanın Kaynağı", Orsay Müzesi'nin duvarlarından birine asıldıktan sonra dünyanın ilgisini çekti. Araştırmalar, kitaplar, romanlar, yazılar birbirini kovaladı. Aslında, "Dünyanın Kaynağı"nın fotoğrafı, ilk kez 1967'de seksolog Zwang tarafından basılmış; ardından, 1981'de, tarihçi Roderic H. Davison'ın Osmanlı Devlet Adamı ve Diplomatı Halil Şerif Paşa'sı yayımlanmış; sonra, ertesi yıl, ünlü sanat tarihçisi Francis Haskell'ın, Vasıf Kortun çevirisiyle Tarih ve Toplum'da da yayımlanan 19. Yüzyıl Paris'inde Bir Türk ve Tabloları üstüne incelemesi çıkagelmişti. İş, sonunda kurmaca alanına da uzanmış, 1991'den başlayarak beş yazar, "Dünyanın Kaynağı" çevresinde dolanan romanlar kaleme almıştı. Ama gene de, asıl yoğun ilginin, Orsay serüveniyle başladığı açıktı.
Türkiye'ye gelince; bizde, yanılmıyorsam ilk kez, 1991'de yayımlanan OsmanlıTürk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik (Afa Yayınları) adlı yapıtında Taner Timur söz etmişti Halil Şerif Paşa ve koleksiyonundan. Daha sonra, 1996 yazında, P Sanat Kültür Antika Dergisi'nde, Zeynep İnankur'un bir incelemesi yayımlanmıştı. Bir süre sonra da, Enis Batur'un, çok çeşitli kaynaklardan, kendi deyişiyle "Dünyanın Başladığı Yer" ve Halil Bey'in izini sürmeye koyulduğunu, uzaktan da olsa duymuştum.
Sonunda, şu geride bıraktığımız günlerde, Courbet'nin "skandal yaratan" tablosunun Orsay Müzesi'nde sergilenişiyle tetiklenen maceranın ürünü iki kitap yayımlandı ülkemizde. Biri, Enis Batur'un, "Örgü Teknikleri Üzerine Bir Roman Denemesi" diye tanımladığı Elma'sı (Sel Yayıncılık); öteki de, Fransız sanat tarihçisi Michäle Haddad'ın, Elif Gökteke tarafından dilimize çevrilen Halil Şerif Paşa: Bir İnsan, Bir Koleksiyon'u (P Kitaplığı).
Batur'un Elma: Örgü Teknikleri Üzerine Bir Roman Denemesi adlı yapıtı, yazarın okurlarının kolayca kestirebileceği gibi, alışılagelmiş bir iz sürme değil. Gerçi, Batur, "Dünyanın Kaynağı", pardon "Dünyanın Başladığı Yer"in serüvenindeki tüm "saha"yı tarayarak, az önce değindiğim uğrakların tümünden fazlasına uğrayarak, dahası bu uğraklara açımlamalar getirerek iz sürmenin de ötesine geçiyor; ama gene de, Elma, "Courbet'nin resminin Halil Bey'den Macar beysoylusu Havatny'ye, oradan Jacques Lacan'ın çalışma odasına, neredeyse hep peçeli bir gezinti içinde yaşadığı uzun göçü konu edinmiyor". "Yıllardır İstanbul ile Paris arasında yazı mekiği dokuyan bir Türk yazarı, kitabına ana kahraman olarak seçtiği bu resmin peşi sıra Courbet'yi, Halil Bey'i, Proudhon'u kazırken bir 'elma kuramı' geliştiriyor: İlk günahla son günah arası, yazmasının aslında elma dişlemekle aynı anlama gelişi arasındaki tuhaflığı sökmek için jelatininden elli ikilik bir iskambil destesi çıkarıyor. Kâğıtları masadaki dört oyuncuya dağıtmadan önce, destedeki iki jokeri de aralarına katıyor. Karıştırıp kestiğinde anlıyor ki: Öbür oyuncular henüz gelmemiştir."
Belki, apayrı teknikleri ya da işlemleri bir kitapta örmeye yönelen, araştırıp bulduklarını uzunca bir denemeye döken, ama denemeden denemeye geçerken gizliden gizliye bir kurmacanın ilmiklerini ören, bir çeşit yazma ve düşünme hafiyeliğinin tadını çıkaran bir yazar burada Enis Batur. Türkçesi, verilerin, bulguların, kazıların ışığında ya da belli belirsizliğinde özgürce bir kitap kuruyor.
Michéle Haddad'ın Halil Şerif Paşa'sı ise, bu kitap için bir önsöz yazan Batur'un deyişiyle, dört dörtlük bir Halil Bey portresi sunuyor meraklısına. Daha önce 19. Yüzyılda Çıplak'a, A'dan Z'ye Courbet'ye imza atan sanat tarihçisi, bu kez, Halil Bey'den Halil Şerif Paşa'ya uzanan bir kimlikle ilgili açığa çıkabilmiş hemen hemen her şeye, anılara, tanıklıklara uzanıyor. Kitap için küçük bir sunu kaleme alan Francis Haskell'a sorarsak, Haddad, sanat yapıtları koleksiyonculuğu ve alım satımının doruğuna eriştiği İkinci İmparatorluk'un yükseliş yıllarında, 19. Fransız resminin Ingres, Delacroix, Courbet ve ThÇodore Rousseau gibi ustalarının yapıtlarını elinde bulunduran parlak bir Osmanlı siyasetçisi ve diplomatının, Halil Bey'in yaşamı ve sanat koleksiyonculuğu üstüne eksiksiz ve bilgi yüklü bir inceleme gerçekleştiriyor.
Haskell'ın yazdıklarında, Haddad'ın kitabında ve Batur'un yapıtında, gözden kaçması olanaksız bir ortak görüş var: Haskell, "Halil Bey, aralarında Avrupa'nın en ışıltılı sosyetelerinden birindeki en parıltılı kişilerin de bulunduğu dostlarını zekâsı ve konukseverliğiyle derinden etkilemiş; ama onlar Halil Bey'i kimi zaman sahte bir alçakgönüllülükle, bazen de küçümseyerek karşılamışlardı" diyor. Haddad, Haskell'ın bu sözünü örnekleyerek açıyor:
"Çağdaşları, Halil Bey'i özellikle ilgi çekici bir insan olarak görüyorlardı. Oysa, bu renkli kişiliğin ardında, ülkesinde büyük önem taşıyan bir devlet adamı ve gözüpek bir koleksiyoncu vardı. Paris'te, 1865 dolaylarında, köşe yazarlarının yakıştırdığı takma adlar, Halil Bey'in gerçek yüzünü gizler: 'Asyalı zevk düşkünü'... 'şakacıktan diplomat', Osmanlı dandy'si... olarak dönemine damgasını mı vurmaya çalışıyordu, yoksa tutkusu, burada 'Bulvardaki Türk', orada da 'İstanbul'daki Parisli' olmakla mı sınırlıydı?" Batur da, durumun adını koyuyor: Yabancı ya da Öteki...
Gerçekten de, çağdaşları, Batı'nın 19. yüzyılının kültür merkezinin, Paris'in göbeğinde, bugün hâlâ konuşulan görkemli bir resim koleksiyonu yaratmış olan Halil Bey'e orientaliste'çe bakmışlar. Halil Bey, bu bakışa en güzel yanıtı, bir occidentaliste olarak mı vermiştir acaba?