Bülent Tanör’ün ölümünün ardından 11 yıl geçti. Ben de bu vesileyle unutulmaz hocamın, neden unutulamadığına dair bir şeyler yazmak istedim. İstanbul Üniversitesi’ndeki son öğrencilerinden biri olarak, aslında onunla çok da fazla iletişim kurma fırsatım olmadığını söyleyemem gerek; yani niceliksel olarak.
Onunla geçirdiğim vakit bu açıdan yetersizdi. Onu tanıyanlar bilir zaten, daha o kadar çok şey vardı ki yapacak.
Ondan hiç yüksek lisans, doktora dersi almadım; evindeki partilere, ada seyahatlerine katılamadım, futbol oynayamadım; uzun uzun akademik, siyasi tartışmalara giremedim ve şöyle güneşli bir günde Süleymaniye’de çok sevdiği kuruyu onunla birlikte yiyemedim.
Ama öte yandan bu kısacık süre bile bir hayatı, benim hayatımı değiştirmeye yetti. Çok iddialı bir söz, fakat kesinlikle doğru.
Şimdi hayal meyal hatırlıyorum 1999 yılındaki ilk anayasa dersini. Tabii aradan geçen zamanda hafıza da yanılır, biraz da efsane katıyor olabilirim, ama amfide otururken, biri geliyor, bir şey geliyor, böyle nasıl anlatsam amfide bir heyecan.
Ve Bülent Tanör girer. Öyle bir girer ki… İktidar kavramı tartışılır, siyasi iktidar ve iktidar arasındaki fark, siyasi partiler ve sendikalar, iktidarın kurumsallığı ve onu temsil eden kişiler ve şimdi yalnızca, beni heyecanlandırdığını hatırlayabildiğim daha pek çok şey.
Hukuk fakültesi eğitiminin bu kadar eleştirel ve provokatif bir içerikle süreceğini düşünmemizi sağlayarak bizi yanıltmıştı kuşkusuz Tanör; ama hukuku, ideoloji ve politika üstü bir anlayışla ele alan müfredat içerisinde pek çok öğrencinin sığınacağı bir limandı onun dersleri.
Derslerinin bir diğer özelliği, pek çok öğrenciyi akademik hayata atılmak konusunda heveslendirmesiydi. Ben de bu eğilimden azade değildim tabii; daha ilk yarıyılın sonunda üniversitede kalacağımı ve özellikle de anayasa kürsüsünde çalışmak istediğimi etrafımdaki herkes biliyordu.
Hastalığından bihaber, birinci sınıfın sonunda Tanör’ün yanına gittim; açıldım ona anayasa asistanlığı konusunda. Hemen bana kitaplar önerdi ve her zaman yanına gelebileceğimi söyledi. Ben tabii bütün bir yaz o kitapları okudum ve döndüğümde… Tanör’ün hastalığı ilerlemişti, kimi zaman iyi olduğunu duyuyordum ama üniversitede karşılaşamıyordum.
Ben de en sonunda ona bir not yazmaya karar verdim, kitapları okuduğuma dair. Sonra beklemediğim bir şey oldu, beni evine davet etti, yine kitaplar verdi, ben okudum, tartıştık hastalığı izin verdiği ölçüde, sonra yine kitaplar. Sonrası ne yazık ki olamadı. Bu niceliksel olarak kısa süreçten bana somut olarak kalan birkaç kitap oldu.
Ama işte bunun ötesi var, bunu anlatmak için biraz soyutlamak gerek. Öncelikle eleştirel ve sorgulayıcı bakış açısı. Milli eğitimin çarkından geçmiş bir öğrenci için o kadar önemliydi ki bu. “Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları” kitabıyla geliştirdiği tezlerini okuduğumda,
Nutuk’un öncesinin de olduğunun farkına varmamı, bunun beni rahatsız edişini, yine de okumaya, anlamaya yönelik çabamı hiç unutmuyorum. Dünyayı o güne kadar, eğitim sisteminin dayattığı ideolojinin penceresinden kavramaya çalışan biri için, “acaba?”, “neden?” “nasıl?” ve daha pek çok sorunun zeminini hazırlıyordu onun tezleri.
Bülent Tanör kimdir? |
Prof. Dr. Bülent Tanör’ü 28 Kasım 2002’te kaybettik. Galatasaray Lisesi'nin ardından, eğitim gördüğü İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Tanör, 1963 yılında aynı okulun Anayasa Hukuku Kürsüsü'nde asistan olarak göreve başladı. 1969'da doktorasını veren Bülent Tanör, 12 Mart Muhtırası'nın getirdiği siyasi çalkantılar sonucu görevinden alındı. Dört yıl sonra Danıştay kararıyla görevine geri dönen Tanör, 1977'de doçent oldu. 1983 yılına gelindiğinde 12 Eylül Darbesi kararları sonucu, 1402 sayılı yasa gereği yeniden görevinden uzaklaştırıldı. 1983'te yurtdışına giderek Paris X, Dijon ve Cenevre Üniversitelerinde öğretim üyeliği yaparak; “Üçüncü Dünya Ülkelerinde Siyasal Sistemler” dersleri verdi. 1990’da tekrar Danıştay kararı alarak İstanbul Üniversitesi'nde işbaşı yaptı ve 1992’de profesör oldu. Uzun yıllar İ.Ü. Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı görevinde bulundu. Cumhuriyet gazetesinde köşe yazıları yayımlandı. Birçok kitabı hukuk fakültelerinde ders kitabı olarak okutuluyor. Bir yandan yakalandığı kanserle mücadele ederken, diğer yandan, TÜSİAD için hazırladığı Demokratikleşme Raporunun kamuoyu oluşturması ve büyük ses getirmesi üzerine, İstanbul Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi'ni yürüten Tanör, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu tarafından görevden alındı. Sivil Toplum Kuruluşları Tanör'e destek verirlerken, Alemdaroğlu, "hukuksuzlukla" suçlamıştı. İnsan hakları ve Anayasa Hukuku konusunda önemli çalışmalar yapan ve demokrasinin gelişimine katkısı olan eserler yazan Tanör, kanser nedeniyle yaşamını yitirdi. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesiydi. |
Vurucu olan, Kemalist ideolojinin inşası açısından kilit önemdeki tarih tezlerini sorgulatmasıydı ve farklı kanallardan eleştirel düşünceyle tanışmamış, bir de hukuk fakültesinin aktarmaya dayalı müfredatının ağırlığıyla mücadele eden sıradan bir öğrenci üzerinde “Tanör Etkisi” tam da bu nedenle belirleyici olabiliyordu. Ben de bu öğrencilerden biriydim işte.
Hocanın Kemalistliği, onu tanıyanlar ya da yorumlayanlar tarafından kimi zaman Marksist yönteminin de önüne konur. Her ne kadar Marksizm üzerinde etkisi tartışmasız olan modernleşme kuramı, onun Kemalist reformlara dair görüşlerinde, bence, temel bir belirleyici olsa da vurgulamaya çalıştığım eleştirel ve sorgulayıcı bakış açısını besleyen ideolojisinin Marksizm olduğunu kabul etmek gerekir.
Köşe yazılarının yanı sıra “Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar” başta olmak üzere pek çok çalışmasında hissedilir bu.
“Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar” aynı zamanda Tanör’ün bir başka niteliğinin de yansıdığı bir çalışmadır. Kendisinin deyimiyle; cesaret-i medeniye. Onun özellikle politik konulardaki cesareti ve bu nedenle maruz kaldığı baskılar zaten herkesin malumu. Ben, iktidarın daha görünmez olduğu akademik camiadaki cesaretinden söz etmek istiyorum.
Tanör, “Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar”da, akademik hiyerarşinin dayattığı kalıpları zorlayarak, döneminin pek çok hukukçusunun, özellikle de aynı koridorları paylaştığı hocalarının görüşlerini ele alır ve bunları yeri geldiğinde, gerektiği şekliyle eleştirir; tıpkı pek çok diğer eserinde yaptığı gibi.
“Gerektiği şekliyle” ifadesini bilhassa kullanıyorum burada, çünkü sıklıkla rastlanan ve eserin bilimsel niteliğini sorgulanır hale getiren, kişisel egonun yansıdığı saldırgan ve kırıcı üslubu da göremezsiniz onun çalışmalarında.
Bu özellikleriyle Tanör’ün, bizim kuşağımızın ve eminim daha pek çok kuşağın okurken hayran olmadan edemeyeceği bir yöntem kullandığı söylenebilir, Çünkü akademide var olan hiyerarşi, bu tür eleştirileri imkânsızlaştırır; mobbingin rutin bir uygulama olduğu, “saygı” ve “çırak-usta” ilkeleri ardında meşrulaştırıldığı bir ortamda, akademik üstlerinizi eleştirmek, adeta kendi sonunuzu hazırlamak anlamına gelir.
İşte Tanör’ün akademik çalışmalarında kullandığı bu yöntemin, diğer bir deyişle soyut kuramları değil de somut kuramcıları karşısına almasının gerçekten devrimci olduğunu düşünüyorum. Benzer bir şekilde derslerde ve özel sohbetlerdeki, akademik alt-üst ilişkisini kıran tavrının da. Bu iki unsur da bana göre “Tanör Etkisi”nin diğer önemli parçalarını oluşturur.
Onun cesareti hakkında kelam ettikten sonra; kuramsal düzlemde devrimci, fakat üniversitelerdeki ve genel olarak da Türkiye’deki olaylar karşısında günü kurtarma gayreti içindeki bazı hocaların, TÜSİAD raporu nedeniyle ona yönelttiği eleştirilere, hatta döneklik suçlamalarına değinmemek olmaz.
Tanör o rapor da dâhil olmak üzere, görüşlerinin arkasında duran biriydi. Kuşkusuz görüşlerinde hatalı ya da geliştirilmesi gereken pek çok husus bulunmaktadır. Bu eleştiri ve suçlamalar karşısında onun “yüksek” politikanın sarsılmaz görüşlerine sahip olmadığını kabul etmek gerekir.
Ama Tanör yaşamının son anına kadar, bence bu soyut ve pek “yüksek” politik düzlemden çok daha kıymetli alanlarda mücadelesini sürdürdü: üniversite içerisinde yalnız kalma pahasına despot bir rektörle ya da öğrencilerine saldıran polislerle. Üniversitede bundan daha politik, daha devrimci ne olabilir ki.
“Tanör Etkisi” hiç şüphe yok ki üniversitelerin kurumsal yapısını biçimlendirmekten uzak. Bu durum bir yanıyla umut kırıcı, bunu kabul etmek gerek. Ama öte yandan Tanör’ün pek çok kez gösterdiği gibi akademinin çarklarına çomak sokmak mümkün ve bunu biliyor olmak cesaret ve umur verici.
Yokluğu hep hissedilen hocamı özlemle anıyorum… (BÖ/EKN)