Dikkatinizi yeterince çekmiştir.
Her hafta olmasa bile on beş günde bir Erdoğan artık Suriye’ye çağrı yapıyor. Diplomaside bunun özgün bir adı var mı bilmiyorum. Japonların hayalindeki Paris ile gerçekte gördükleri Paris uyuşmadığı için ‘Paris Sendromu’ adında bir psikosomatik kavram var.
Hayal edilen ile pratik uyuşmadığı için alıyor bu adı.
Suriye için de benzer bir durum var.
Biz de ‘Şam Sendromu’ diyelim.
Yoğunca Şam’ı düşünme, düşünürken de halüsinasyon görme, siyasal eksen kaymaları yaşama, bolca unutkanlık, kürdomania gibi belirtileri var bu sendromun.
İzlediğimiz üzere CB Erdoğan sabah kalkıyor Suriye’ye çağrı, uçağa biniyor Suriye’ye çağrı, uçaktan iniyor Suriye’ye yeni bir çağrı. Bir başka ülkenin başkanı ile basın açıklamasında çaktırmadan arada yine çağrı. Uyumadan önce son bir çağrı…
Tüm siyasal süreci bir kenara bırakıyorum, gerçekten trajikomik bir durum yaşanıyor.
Hazirandan bu yana düzenli Suriye darlaması var. Kesin gece mesaj da atılıyordur gizli gizli.
Gördüğüm kadarıyla Şam tarafı rahat davranıyor. Çünkü durup dururken, yani 14 yıl kadarcık sonra, yahu ne gerek var böyle işlere; biz ne yapıyoruz, haydi barışalım diyen Türkiye.
Hani hiçbir şey yaşanmamış, milyonların hayatı altüst olmamış, on binler ölmemiş, ülkeler yıkılmamış gibi bir birliktelik pozu istedi Erdoğan, ama olmadı.
Şimdi durum kişisel bir hırsa büründü. Nasıl olur da benim dediğime gelmez, mesajıma cevap vermez, WhatsApp görüldü işaretine rağmen karşılık vermez modu hâkim.
Mısır ne güzel oturdu masaya, geldi bir de ağırlandı güzel güzel.
Saray koridorlarından “Senin derdin ne Suriye?” sesleri yankılanıyor.
İki bağlam var, bu meselede pek konuşulmuyor.
Birincisi Erdoğan ve çağrıları ile ilgili.
Erdoğan çağrıların gücünü artırmak için kullandığı stratejileri sürekli değiştirdi.
İlk başta siyasetin doğasında böyle şeyler normal, ömür boyu küslük olmaz dedi.
Olmadı…
Bu sefer komşu iki devletiz, bize yakışmaz dedi.
Bu da olmadı…
Bu kez devlet mevlet işlerini bıraktı, yaw biz iki dost aileyiz. Oturmuşluğumz, sarılmışlığımız var, ayıptır dedi.
Bu hiç olmadı…
Son yaptığı çağrıda ise aks değiştirdi ve Müslümanlık kartını açarak “Halkı Müslüman iki ülke olarak artık bu birlikteliği, bu beraberliği bir an önce gerçekleştirelim istiyoruz” dedi.
Bu zaten hiç hiç olmadı…
Sırada ne var bilmiyorum. Fakat aynı paralel ve meridyen üzerindeyiz, Kürtlere çektirmişliğimiz var, ikimizin de boyu uzun, ikimizin de bıyığı var gibi daha sahici politik argümanlar gelebilir.
İkincisi, bir konu daha var, o da acıklı.
Esad ya da Şam hükümeti adına her açıklama sonrası yandaş gazeteciler ısrarla konuyu bambaşka yerden ele alarak sanki Şam tarafı yalvarmış gibi bir tablo ve analiz çıkarıyor.
Babam bazen telefon ettiğinde telefonu sanki ben onu aramışım gibi başlatıyor. Sözü doğrudan bana bırakıyor. Ama baba sen aradın desem de kurtarmıyor. TR tarafı da sanki çağrı karşı taraftan gelmiş gibi davranıyor. Çağrı yaptıktan sonra ‘kesinlikle şu şu dışında kabul etmeyiz’ havasına giriyorlar.
Esad’a çağrı yaptıktan hemen sonra şu olursa görüşürüz deniyor.
Gerçekten çok acayip bir kompleks hali.
Çok uzağa gitmeden son bir iki aya bakalım…
1) Haziran başında Hürriyet gazetesi “Şimdilik Şam-Ankara arası diplomatik temas yok. İhtiyaç olursa istihbarat örgütlerince yürütülüyor” dedi.
2) Çok geçmeden “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Suriye ile normalleşme süreciyle ilgili Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile olası bir görüşme için ‘her an’ davette bulunabileceklerini söyledi” haberi düştü. Zaman da her an! Bakın, çok acil, her an olabilirmiş.
3) Cevap istedikleri gibi gelmeyince o meşhur biz ailece görüşüyorduk kapısı açılmıştı.
4) Bu çağrıdan bir hafta sonra Esad, ancak iki ülkenin Ankara’nın “terörizme” verdiği destek ve Türk silahlı kuvvetlerinin Suriye topraklarından çekilmesi gibi “temel” konulara yoğunlaşması hâlinde görüşebileceğini söyledi. Ajanslara böyle haberler düştü.
5) Daha sonra Esad’ın Halk Meclis’inde bir konuşması oldu ve Türkiye çağrılarına da bir parantez açtı. Burada küresel ve bölgesel krizlere atıf yaparak, ”düzeltilecek ilişkilerin düzeltilmesi için hızlı çalışma yapılması gerektiğini” söylemesi üzerine AKP medyası hemen üzerine atladı ve “Esad şartları kabul etti” haberleri geçmeye başladılar. Gerçekten internet sitelerinden, akşam TV’lere kadar Esad şartları kabul etti sevinç havası hâkim oldu. Bu dalga yüzünden ülkede sıcaklıklar yeniden arttı.
6) Bazı gazeteciler kendini tutamayarak gündem maddelerini yayınladı ve iki taraf tartışmaları bunlar olacak dedi. Yani masa kuruldu, her şey ok demeye getirdi.
7) Türkiye tarafı hemen anlaşma için 4 şart açıkladı. (Bakın çağrıyı yapan karşı taraf da bir de şart açıklıyor Dışişleri. La hewle!)
Söylemeden geçemeyeceğim, bu dört şartın da ortak noktası illa ki konunun Kürtlere bağlanması idi. Helal olsun dedirtecek şekilde bir ayarlama vardı.
8) Savunma Bakanı da verdiği bir röportajda “Esad’ın son açıklamalarının gayet olumlu olduğunu değerlendiriyorum. Aramızda çözülmeyecek bir sorun yok” demez mi? kimse de demedi yahu diyor ki ülkeden çıkın, ne işiniz var burada önce bunun cevabını verin dedi. Buna dair cevabınız nedir mesela? Yok!
9) Psikolojik olarak bir ortam hazırlayıp daha sonra Suriye ile görüşme olmadan görüşme oldu, şartlarımızı kabul ettiler deme haline toplumu hazırlıyorlar gibime gelmeye başladı bu açıklamadan sonra.
10) Eylül ayında da çağrılar yeniden geldi. 21 Eylül’de New York’a gitmeden önce Erdoğan yine çağrı yaptı. “Biz bu konuda çağrımızı yaptık ve Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için Beşar Esad ile görüşme irademizi de ortaya koyduk. Biz şimdi karşı taraftan cevap bekliyoruz. Biz buna hazırız” dedi.
11) Eee hani her şey tamamdı, şartlar ok idi. Durumdan memnundunuz? Sil baştan!
12) Dün yani 26 Eylül’de “Geri çekilme şartını kabul etmeden masaya oturmayız” demez mi Şam? Beşar Esad’ın üst düzey danışmanlarından Buseyna Şaban, Türkiye’deki yetkililerin ‘Suriye ile yakınlaşma’ konusunu kendi çıkarları için kullandığını belirtti haberi geçildi. Şaban, “Bugün Türkiye, Suriye’nin kuzeybatısının kıymetli, değerli ve zengin bir parçası olan topraklarımızın bir kısmını işgal ediyor ve tehlikeli bir Türkleştirme süreci yürütüyor” dedi.
Buyurun buradan yakın!
Araya karışan CHP görüşme isteği, Rusya’nın çabalarını falan fistan geçiyorum.
Bakalım bu absürt aksiyon nereye varacak.
(ÖA/VC)