* Fotoğraf: Zeynep Kuray
Dönemin Dışişleri Bakanı ve İstanbul Sözleşmesi’ne Türkiye adına ilk imzayı atan Ahmet Davutoğlu’nun “Benim şahsi olarak sahiplendiğim bir mesele. Şahsen takip ediyorum, önem veriyorum”[1] dediği İstanbul Sözleşmesi’nin 19 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile tek taraflı fesih süreci başladı. Kararnamede, sözleşmenin fesih tarihinin 1 Temmuz 2021 olduğu belirtildi.[2] Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, "Fesih kararının" nedeni olarak "Sözleşme'nin eşcinselliği meşrulaştırıyor olması" iddia edildi.[3]
Feshin ardında, yeni hükümet sisteminin dayattığı ittifak bloklarının konsolidasyonu ve genişleme zorunluluğunun olduğu bilinse de bu adımın arka planına baktığımızda, temelde, ataerkil sistemin gösterdiği reaksiyonu görebiliriz.
Söz konusu “kadın” olduğunda, ahlaki ve ailevi dezenformasyon kaygısı, Türk modernleşmesinin ezeli iddialarından hatta peşin yargılarından biridir.
Kadın kimliği ve kadın hakları üzerindeki en güncel ve olumsuz etkileri, kapitalizm ve ataerkinin vücut bulduğu iktidarın aldığı kararlarda görüyoruz. Oysa, kadın hakları ve kadın kimliği, modernleşme sürecinin en kavgalı ve sancılı dilemmalarından. Bu ikilemin başlangıcında, kadın kimliğinin sorunsallaştırılması yatıyor.
Fatmagül Berktay’ın da dediği gibi, “Kadınların ve erkeklerin özgül konumları kendi başına yalıtılmış bir biçimde değil, kadın ve erkek toplumsal cinsiyetlerinin maddi ve kültürel tarihlerinin, aralarındaki etkileşimin ve sınırların bir parçası olarak gelişmiştir. Böyle olduğu içindir ki, ‘kadın kimliği’ne ilişkin her çözümlemenin ‘erkek kimliği’ni de sorunsallaştırmak zorunda olması gibi, ‘erkek kimliği’ne ilişkin çözümlemeler de ‘kadın kimliği’ni sorunsallaştırmak durumundadır.”[4]
Kadın kimliğinin sorunsallaşması, erkeklerde bir tür güç tabanının zayıflaması anlamına gelecektir. Bu kayıp korkusu, Türkiye’nin modernleşmesiyle neredeyse koşut ilerlemiştir. Osmanlı’nın yüzünü tamamen Batı’ya döndüğü ve çeşitli düzenlemeler yapmaya giriştiği Tanzimat Dönemi’nin gündemlerinden biri de “kadın” meselesidir.
Sözgelimi, dönemin yazarlarından Şemsettin Sami, “Hanımlara Mahsus Gazete’de kadının ne derece malumatlı olursa büyüteceği çocuğun da o kadar yüksek terbiye göreceğini yazmıştı. Kadınların kendi eğitimlerini çocuklarına verecekleri terbiyenin faydasıyla meşrulaştırmaları”[5], dönemin kadın yazarlarının da görece kabulüyle devam etti.
Dönemin kadın yazarları, İslamcı ve Muhafazakâr yazarları, hatta Batıcı yazarları; söz konusu kadın hakları ve o hakların sınırları olduğunda, ortak paydada buluşabiliyorlardı. Buluştukları ortak düşünce, modern ataerkinin ilk tepkisiydi. O dönemki tabirle “şiraze-i nisviyet”, yani “kadınlık ölçüsü”ydü. Buradaki ölçü, kadınların ilerlemesinin İslam’ın özüne dönerek yapılmasıdır. Bu şekilde kadınlar, “Batı’nın kötü adetlerinden de korunacaktır”. Kadınlar, bu ölçüye göre ilerlemezlerse Celal Nuri İleri’nin dediği gibi “her türlü aşırılığa ve fuhşa meyyal hale geleceklerdi.”[6]
“Bir Kadın” imzası ile yazmaya başladıktan yüz sene sonra, Müslüman kadın hareketinin öncü isimlerinden biri olan Fatma Aliye ise, kadın haklarını İslam’ın özüne dönme çağrısı ile birleştiriyordu. Ona göre, kadınların toplumsal yaşama katılmaları, İslam’a aykırı değildi. Örneğin, başörtüsünün tesettüre yeteceğini savunarak, tesettürün, kadının sosyal hayata katılmasına mâni olmayacak şekilde düzenlenmesini[7] öneriyordu. Her ne kadar, Aliye’nin fikirleri, çağdaşlarına göre daha farklı olsa da İkinci Meşrutiyet’in getirisi olan “serbestiyet” ve hemen ardından Balkan Savaşları ile başlayıp Millî Mücadele’ye uzanan savaşlar silsilesi, ataerkiyi, kadınlara sosyal hayatta yer açmaya mecbur bırakacaktı.
Bu mecburiyetin sebebi, söz konusu savaşlarda kadın emeğine hem cephede hem de cephe gerisindeki hayatta ihtiyaç duyulmasıydı. Özellikle Millî Mücadele’de belirgin bir şekilde ortaya çıkan “savaşçı” kadın portreleri, Tanzimat Dönemi’nden bu yana yalpalayarak süregelen “kırılgan” kadın imgesini alaşağı eder. Savaş koşulları, “cins-i naif” tamlamasını deforme ederek, kadınlara yeni görevler yüklemiştir. Milliyetçiliğin de etkisiyle “Türk Kadını”, hatta Ziya Gökalp’in deyimiyle “Türk Feminizmi”[8] gibi kavramlarla Cumhuriyet yıllarına gelinmiştir.
Milliyetçiliğin getirdiği “Türk Kadını” imgesi ile kadınlar, Cumhuriyet’in resmî ideolojisi içindeki haklarla toplumsal yaşamın parçası haline getirilmek istenmiştir.
Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar hem ideolojinin toplum içindeki taşıyıcısı (öğretmen vb.) hem de aile içinde gelecek neslin yetiştiricileri (anne) olarak konumlanır.
Kemalist Devrim, her ne kadar Osmanlı’dan kopuş tahayyülü üzerine inşa edilmeye çalışılsa da Cumhuriyet’in kadın söylemi de Osmanlı’dakinden farklı değildir. Atatürk’e göre, Türk kadınının vazifesi “Türk’ü zihniyeti ile pazusu ile, azmi ile muhafaza ve müdafaaya kudretli nesiller yetiştirmektir.”[9] Yani, söylemde farklılaşan tek şey, kadının ve kadın haklarının sınırlarını çizendir. Osmanlı’da din ile çizilen sınırlar, yeni rejimde parti devleti eliyle çizilmektedir.
“Kemalist söylemde kadın ve erkek kamusal alanda daima eşittir. Kadınlar erkekler gibi meslek sahibi, eğitimli, toplumsal yaşama katılan kişilerdir. Ancak bu eşitlik kocaların, babaların desteği, izni ile olmaktadır.”[10]
Hatta, Ayşe Durakbaşa’nın da belirttiği üzere, “Kemalist kadın, bir erkek imajı içinde faaliyet göstermek zorunda kalmıştı. Erkek ağırlıklı bürokratik elit içinde yer almak, kadınlar için, belirli anlarda geleneksel feminen rolleri aşmayı ve kırmayı, başka anlarda ise erkeklerin kadın bedenleri üzerindeki neredeyse formel kontrolüne boyun eğmeyi gerektiriyordu. Kemalist kadınların, özellikle öğretmenlerin giydikleri üniforma benzeri tayyörler, bu olgunun somut bir tezahürüdür.”[11]
Kemalist devrimin heyecanını kaybetmesinden sonra da söylem değişmemiş, Türk Sağı’nın akıl hocası olarak kabul ettiği isimler de “iyi” kadının toplumsal sınırlarını tıpkı Osmanlı ve Kemalist dönemdeki gibi “fedakâr eş ve analık” nitelikleri üzerinden çizmiştir.[12]
Kadının toplumsal hayatta varlık kazanması, ona görece maddi bir özgürlük de sağlamaya başlamıştır. Bu özgürlük, daha önce de belirttiğimiz gibi, erkeklerde, güç tabanının zayıfladığına dair bir algı oluşturmuştur. Berktay’ın şu cümleleri, bu “kaybın” anlaşılması için önemlidir:
“Erkek artık ailenin tek ‘ekmek getireni’ değildir ve bu yüzden de iktidarının temelinde bir gedik açılması tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Bu gediği daha başından tıkamak isteyen erkek kültürü, binlerce yıldır yaptığı gibi, gene “ad koyma” gücüne sarılarak bir yandan yarattığı “meşum kadın”ın kişiliğinde kadınların ideolojik ve pratik olarak özgürleşme mücadelesini mahkûm etmekte; diğer yandan da ‘hem ailevi hem de içtimai vazifelerini müdrik’ uysal kadını rol model olarak sunup egemen toplumsal cinsiyet ilişkilerinin değişmesini önlemeye çalışmaktadır.”[13]
Kadınların toplumsal hayattaki yeriyle ilgili bu söylemler, tabiri caizse hız kaybetmemiş, 2000’li yıllarda da kendilerini en üst perdeden göstermeye devam etmiştir. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016’da Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) hizmet binası açılışında yaptığı konuşmanın şu bölümü manidardır:
"Çalışıyorum diye annelikten imtina eden bir kadın, aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, eksiktir, yarımdır. İnsanlığın yarısını oluşturan kadın, anneliğiyle, evinin ve çocuklarının üzerindeki etkinliğiyle, zarafetiyle, estetiğiyle, iç güdüleriyle, sahip olduğu farklılıklarla kadındır. Bu gerçeği bir kenara bırakıp erkekle kadını birbirlerine hasım olarak rakip olarak gören anlayışı kesinlikle reddediyoruz."[14]
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yaklaşımı; “şiraze-i nisviyet”ten kadın fıtratı söylemine uzanan yolda, ataerkil söylem için gök kubbenin altında değişen hiçbir şeyin olmadığını dile getiriyor.
İstanbul Sözleşmesi; kendi vatandaşını koruyamadığı, sadece adli süreci işlettiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce mahkûm edilen Türkiye’nin alnındaki kara lekeyi silmek için çoğunluğu Türkiyeli sivil toplum kuruluşlarınca kaleme alınmıştı. Kimilerine göre 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’dan daha “yerli” ve “milli”ydi. Sözleşme metninin altında, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın imzası vardı.
İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden kararnamenin altında, yine Erdoğan’ın imzası tek bir farkla yer aldı. Başbakan unvanının yerini, Cumhurbaşkanı sıfatı aldı. Kadınlara yaşam hakkı “sunmak” için üst perdeden atılan bir adım, ataerkil zihniyetin direnişiyle, “daha üst” bir perdeden geri dönmüş oldu. (ÇU/AÜ/AS)
[1] Aktaran: Mehveş Evin, “Kadınlara müjde: İstanbul sözleşmesi onaylanacak!”, Milliyet, 16 Ekim 2011.
[2] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/03/20210320-49.pdf (Son erişim: 12.07.2021)
[3] https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/243318-istanbul-sozlesmesi-nin-feshi-resmi-gazete-de (Son erişim: 12.07.2021)
[4] Fatmagül Berktay, “Doğu ile Batı’nın Birleştiği Yer: Kadın İmgesinin Kurgulanışı”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 3: Modernleşme ve Batıcılık, ed. Tanıl Bora & Murat Gültekingil (İstanbul: İletişim Yayınları, 2012), s. 276.
[5] Tanıl Bora, Cereyanlar, İletişim Yayınları, 2017, s. 743.
[6] Bora, a.g.y., s. 744.
[7] Bora, a.g.y., s. 745.
[8] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda, “Eski Türkler hem demokrat hem de feminist idiler. Zaten demokrat olan cemiyetler umumiyetle feminist olurlar. Türklerin feminist olmasına başka bir sebep de eski Türklerce Şamanizm’in kadındaki kutsi kuvvete istinad etmesiydi.” (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ötüken Yayınları, 2016, s. 180).
[9] Bakacak, 2009. Aktaran: Y. Demir & R. Y. Yüksel (2017). Kemalist İdeolojide Kadın İmgesi: Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının Verilmesi Bir Lütuf Mu Yoksa Kazanılmış Bir Hak mı?, JILSES (3):2, s. 229.
[10] Yunus Demir & Rahime Fulya Yüksel, a.g.m., s. 228.
[11] Ayşe Durakbaşa, Halide Edib Türk Modernleşmesi ve Feminizm, İletişim Yayınları, 2017, s.119-120.
[12] Daha fazla bilgi için bkz. Fatih Yaşlı, Türkçü Faşizmden “Türk İslam Ülküsü”ne, Yordam Kitap, 2020.
[13] Berktay, a.g.m., s. 284.
[14] https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160605_erdogan_kadin (Son erişim: 12.07.2021)