Futbol dünyasında patlak veren şike olayları her an yeni bilgilerle kafa karıştırmaya devam ediyor. Aynı zamanda sürecin sığ değerlendirmerle dolu tekrarı da.
Süreç boyunca birçok kişi tutuklandı ve bu devam edecek gibi görünüyor. Fakat bunun, şike olaylarının bir çözüme kavuşması anlamında hiçbir değeri yok. Bunun bir tarafı devletteki hesaplaşmalara, diğer tarafı da endüstriyel futbola kadar götürülebilir. Ya da silah ticaretine kadar uzayabilir. Bunların hiçbiri, konunun (şike olaylarının) dışında, şikeden bağımsız ve sadece burada adı geçen kişiler nedeniyle bağlantı kurulabilecek şeyler değil. Aslında tam da içinde. Fakat medya, bunların içinde en çok Aziz Yıldırım'ı öne çıkartıyor. Böylece ideolojik saldırının bir parçası da Aziz Yıldırım üzerinden yapılmış oluyor.
Şike olayları ve kelebek operasyonu ilişkisini düşünürsek, durumun ne kadar da farklı olduğunu görebiliriz. Sedat Peker ve ekibine yönelik kelebek operasyonu kapsamında, Giresunspor Kulübü eski Başkanı Olgun Aydın Peker, Sivasspor Kulübü Başkanı Mecnun Odyakmaz ve Bülent Uygun 2004 yılında gözaltına alınmış ve yargılanmışlardı.
Şikenin tarihinin futbolun tarihine eşdeğer olduğunu ve Türkiye'de bu sürecin ilk kez yaşanmadığını (Akçaabat sebat- kayseri maçını ve sonrasında meclisteki komisyon raporunu hatırlayabiliriz) vurgulamamız gerekiyor. İtalya'da yaşaşanlarla ne kadar benzerlik bulunuyorsa, bir o kadar da Türkiye'ye özgü koşulları da içinde barındırıyor.
Şike olayının patlak vermesiyle beraber aslında olayların nasıl bir eğilim içinde sunulacağı ve gelişeceğini tahmin edebiliyoruz. Bu süreç birinci ve ikinci dalga ve devamıyla birlikte bir fotoğraf sunuyor: Bu da özellikle medyanın olayları kaybettirdiği gerçeği. Var olan olay(lar) üzerinden düşünememenin üretilmesine neden oluyor. Medya aralarında kopukluk olan, bireyleşmiş olayları veriyor. Yani skandal olayların ard arda verilişi bile, hemen her kanalda ısrarla birbirini tekrarlayan programlar yapılmasıyla bebaber "yine mi bu haber vb." dedittirecek biçimde bıktırarak kafalara işliyor ve böylece olay (lar) tekdüze hale getiriliyor. Medyanın bu noktada düşünememe üzerindeki etkisini açabilmek adına Ulus Baker'den yapcağımız alıntı anlamlı olsa gerek:
"(...) Ancak benim anladığım anlamda 'düşünce' herbirimizin, birey ya da topluluk olarak, dünyaya açılma perspektifimizdir. Düşünce her zaman bir optik, bir perspektiftir. Medyanın bir ideoloji alanı olarak işlev gördüğünü biliyoruz. Öte yandan Marx, 'bir köylü kulübesinde bir saraydakinden farklı düşünülür' demişti. Basit bir olguyu anlatan bu cümleciğin neresinde ideoloji kuramının temellerini bulabiliriz? Bir köylü bir saraylı gibi düşünürse, yani "saraylı gibi düşünme" tüm topluma yaygınlaşırsa işte ideolojiyle karşı karşıyayız demektir. Köylü gibi düşünme, köylünün yaşam perspektifini düşünsel bir perspektif haline getirir. Düşünceye düşünceyle karşı çıkılır ancak. Yani düşünceyi bütün perspektiflerinde homojenleştiren, aynılaştıran düşünceye (işte ideoloji budur), perspektife dayalı somut bir düşünceyle karşı çıkılabilir. Bu homojenleştirmeyi, hakikatın her yerde aynılığını ve kendisiyle özdeşliğini sağlayan neredeyse insanüstü diyebileceğim düzeneğin medyanın ta kendisi olduğunu rahatlıkla farkedebiliriz. Böylece, düşüncede olaylar 'perspektiflerin ifadesi' olarak ortaya çıkmalıdırlar.".
Bu noktada şike olaylarında da gördüğümüz gibi medya olay üretmiyor. Yaptığı şey olayı tekrar tekrar sahnelemekten ibaret. Şike diye kavramsallaştıdığımız ve endüstriyel futbolun gelişiminde içkin olan bir eğilimi üzerinden, medya aslında neyi ne kadar düşüneceğimizi işleyerek tam da ideolojik işlevini yerine getirmiş oluyor. (OB/ŞA)