Ben Van’nın merkezine 80 km mesafede bir ilçesinin ilçe merkezine 40 km mesafede, İran sınırında bir köyünde öğretmenlik yapiyorum. Üniversiteyi geçen temmuzda bitirdim. Geçen şubatta da atandım. Çalıştığım köyde hâlâ yerlerde yarım metre kar var. Pencereleri naylonlarla kaplı, tuvaletinin ve banyosunun kapısı olmayan ve suyu olmayan bir lojmanda başka bir öğretmen arkadaşımla birlikte kaliyorum.
Haftaiçi sürekli köydeyim. Hafta sonlar ise kendimizi Van merkeze atarız. Van’daki günlerimizin pek eğlenceli geçtiği söylenemez. Çoğu zaman arkadaşlarla buluşur saatlerce Cumhuriyet Caddesinde turlarız. Bu caddeye kendi aramızda "mecburiyet caddesi" de deriz. Hatta sıkılırız. Ucuz otellerde kaldığımız için kirleniriz.
Mehmet, Dilan, Yusuf... hepsi umuttu
İl merkezinde iken köyümüzü ve çocuklarımızı, köyümüzde iken de sokak lambalarını, insan kalabalıklarını özleriz. Öğretmen atamalarında tercihlerimi yaparken tüm tercihlerimi batıya yaptım. Ama tercih dışı olarak şu anda çalıştığım yere atandım. Önceleri üzüldüm. Ama sonra alışmaya başladım. Çünkü çocukların doğulusu ve batılısı olmaz. Dünyanın her yerinde çocukların dünyası aynı derecede saf, temiz, berrak, eğlenceli, renkli ve anlamlıdır.
Bir yerin alt yapısının, sinemalarının, eğlence merkezlerinin olup olmaması çocukların dünyasını etkilemez. İlk maaşımı aldığımda arkadaşlara bar ısmarladım. Ne de olsa Türkiye’de ekmek aslanın midesindeydi ve ben hayata atılmıştım. İlk kez alın terimin karşılığını parasal olarak almaya başlamıştım. O gece barda hepimiz çok eğlendik. Toplam beş kişiydik. Sarhoş olduk. Sarhoş olduğumuz için birbirimize sevgi sözleri söyledik. Çünkü bu tip coğrafyalarda ayık kafayla daha başka şeyler konuşulur ve düşünülür.
Sarhoş iken de köydeki çocuklarımı özlemiştim. Mehmet’i, Dilan’ı, Yusuf’u … hepsini. Çünkü her birisi bir umuttu. Erkek çocukları saçlarını benim saçlarım gibi taramaya başlamıştı. Anneme de bulaşık makinesi sözü verdim. Yıllardır benim okulu bitirmemi bekliyordu. Sadece bulaşık makinesine sahip olmak değil benim almış olmam onu daha çok mutlu edecekti.
"Senin öğretmenliğini yakacağım"
Geçen hafta sonu da Van’daydım. (22 mart 2008-cumartesi) Van’da Newroz olayları yaşanıyordu. Saat 11:30'a kadar bir dersanenin kantininde arkadaşlarla oturduk. Sohbet ettik. Arada bir pencereden sokaktaki olayları izledik. Gaz bombaları atılıyordu, silahlar sıkılıyordu ortalık savaş alanı gibiydi.
Olaylar yatıştıktan sonra (11:30 dan sonra) bir öğretmen arkadaşımla dolaşmaya çıktık. Caddede gezerken yanımıza sivil kiyafetli bir polis memuru geldi. Kimliklerimizi istedi. Kimlilere baktıktan sonra sadece beni kimlik tespiti için karakola götürmek istediklerini söylediler. Anlatmaya çalıştım ama anlamadılar. Paketlenerek arabaya bindirildim. Arabada dövmeye başladılar. Bir polis bana “Senin öğretmenliğini yakacağım” diyordu.
Mehmet, Dilan Yusuf … ve diğerleri aklıma geldi. Ama kötü bir şakadır diye düşündüm. Emniyete götürüldüm. Nezarete giden yolda 20-30 metrelik bir koridor vardı. Koridorun sağında ve solunda polisler ve her birisinin elinde iki jop... O mesafeyi geçinceye kadar var güçleriyle bizi dövdüler. Bu mesafeyi çok yavaş yürümek zorundaydık. Hızlı yürüyenler ayrıca dövülüyordu. Yaşadıklarımın gerçek olduğuna inanamiyordum.
"Seni Barzani'nin yanına göndereceğim"
Nezarete götürüldük. Anlatmaya çalıştım kendimi. Suçsuz olduğumu, öğretmen olduğumu… Ama anlamadılar. Gece yarısı beni gözaltına alan polis memuru geldi. Beni nezaretten çıkardı. "Gel, seni Barzani’nin yanına göndereceğim" dedi.
Loş ışıklı bir yere götürdü. "Duvara dön" dedi. Döndüm. "Ellerini kaldır" dedi. Ellerimi kaldırdım. "Duvara yaslan" dedi. Yaslandım. "Diz çök" dedi. Diz çöktüm. Işığı söndürdü. Gitti sonra. Ayak sesinden gittiğini anladım. Sonra ayak sesinden geri geldiğini anladım. Kafama bir darbe geldi. Sonrasını hatırlamıyorum.
Uyandığımda karanlıktı, hiç kimse yoktu. Kalkmaya çalıştım kalkamadım. Nezarete döğru sürünerek gitmeye çalıştım. Sonunda nezarete kendimi atabildim. Oradakilere ne kadar zamandır yokum diye sordum. "Yaklaşık olarak yarım saattir" dediler.
Korkuyorum...
Dört gün sonra çıkarıldığım savcılıkta beraat ettim. Şu anda köyümdeyim. Çocuklarımın yanındayım. Korkuyorum. Bu işkenceyi yapanların çocukları, eşleri, aileleri, sevgilileri adına bu işkencecilerden korkuyorum. Türkiye’nin geleceği adına bu işkencecilerden korkuyorum. Anadoluda yaşayanların birlik ve beraberliği adına bu işkencecilerden korkuyorum. Öğrencilerim adına korkuyorum.
Üniversitelerde okuyanlar, aşık olanlar, düğünü olanlar, çocuğu olanlar, sarhoş olanlar, anneler, babalar… herkes adına bunlardan korkuyorum. Buğday tarlaları, Türkiye’nin denizleri, nehirleri, sabah erken okula giden çocuklar adına bunlardan korkuyorum. Çiçekler, kuşlar, dağlar, taşlar… gezegenimiz adına bunlardan korkuyorum. (MK/GG)
* Metin Kalay, Öğretmen