*Yazıyı Jinnews'ten aldık.
Yaşamın her alanında baskı ve ‘tek sesin’ egemen kılınmaya çalışılmasına karşı; direnen, gerçekleri açığa çıkaran, olaylara başka bir gözle bakmayı sağlayan ve bir bölge üzerinden yürütülen sistematik politikaları bütün çıplaklığıyla duyuran Kürt basını, Türkiye siyasi hayatının her kritik dönemecinde aynı yöntemlerle hedef alınıyor.
Kürtler üzerinden tüm halklara sopa gösteriyor ve deney olarak kullanılan Kürt illerinde yürütülen politikalar bir süre sonra genele yayılıyor. Tüm gücü elinde bulundurmalarına rağmen, ışık hüzmesi gibi süzülen gerçeklerin, açığa çıkmasını engellemeyen iktidar, en son Meclis’ten Sansür Yasası’nı geçirdi.
Ülke sansür kelimesine yabancı değil elbette. Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemine, 1990’larda, 2000’lerde nüans farkı olsa da her ideolojide pas geçilmeyen kesimin başında Kürtler ve onların sesini duyuran her türlü araçların engellenmesi geliyor. Zaten yaşamın her alanında edebiyat, müzik, siyaset sansürlenirken, bunun yasal kılıfla birlikte olağanlaşması isteniliyor.
Düşünceyi yaymaya set
Sansür derken, özellikle geçmiş dönemlerde sinema alanında sansür kuralları ve bu sansürü bertaraf etme çabaları aklıma geldi. Metin Erksan’ın yönetmeni olduğu “Karanlık Dünya” filminde buğday başaklarının boyu kısa çıkıyor ve bu durumun Türkiye’yi verimsiz gösterdi diye sansür mekanizması düşünülmüş.
Bu örnek şu açıdan çarpıcı; Sansür Yasası’nın resmilleşmesi ile birlikte bundan sonra ister gazeteci olsun, ister yurttaş atacağı her adımda sansürü düşünmesi isteniliyor.
Sansür Yasası ile ilk yapılmak istenen, en önemli şeyde otosansürün kanıksanması olacaktır. Çünkü insanların çoğu, düşüncelerini veya bilgi amacı taşıyan paylaşımları, haberleri paylaşırken, “suç unsuru” iddiasıyla kendini denetleyecek.
Bu kadar çok yargılamanın, yığınla biriken dosyanın ve tutuklanmaların hayat bulduğu bu koşullarda paylaşımlar nedeniyle yurttaşlarda tutuklanmasa bile düşüncesini yayma önündeki sete takılması isteniliyor.
Toplumun hafızası sansüre rağmen aktarılıyor
Peki bu kadar sansür özü değiştirebilecek mi? Ya da zihinlerdeki bilgiyi, gerçekliği silebilecek mi? Bugün o döneme tanıklık etmemize rağmen 1980 Darbesi’ndeki hikayeler, işkenceler, yaşanılan hukuksuzluklar tüm baskı ve sıkı yönetime rağmen bugüne kadar dillerden dile dolandı. Üzerine onlarca film, yüzlerce kitap yazıldı.
Zilan Katliamı, Dersim, 33’ler, Sivas, Maraş, Şeyh Sait tüm çıplaklığıyla zihnilerde değil mi? Faili meçhuller, Kürtlerin yerlerinden göç edilmesi vs. buna sayısız örnek verilebilir.
O yüzden toplumun hafızasını tüm sansüre rağmen 7’den 70’e kulaktan kulağa aktarılıyor. Bu toplumda her Kürdün ister kendi coğrafyasında ister Batı’da, devletle unutamadığı bir anısı, gerçekliği ve buna karşı bir hafızası vardır. Sansür bu hafızayı silebilecek mi?”
Ne olmuştu?Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 25 Ekim’de Mezopotamya Ajansı (MA) Yazı İşleri Müdürü Diren Yurtsever, muhabirler Selman Güzelyüz, Hakan Yalçın, Deniz Nazlım, Berivan Altan, Ceylan Şahinli, Emrullah Acar ile JINNEWS muhabirleri Öznur Değer ve Habibe Eren’in evini bastı. Gazeteciler 29 Ekim’de çıkarıldıkları mahkemece “örgüt üyeliği” suçlamasıyla tutuklandı. Ankara Emniyeti gözaltı baskınları sorasında “suç delili” olarak şu kitaplara el koydu.
|
(HE/EMK)