Bu yazı Mesele Dergisi'nin Mart 2007 tarihli 3. sayısında yayınlandı. Dün hayatını kaybeden Ernesto Laclau'nun çalışmaları hakkında ayrıntılı ipuçları barındıran Emrah Göker'in yazsını yeniden yayınlıyoruz. *
Lars Tønder ve Lasse Thomassen'in derledikleri 2005 basımı Radikal Demokrasi: Bolluk ve Eksiklik Arasında Siyaset başlıklı kitabı incelediği bir yazısında sosyolog Jon Beasley-Murray, siyaset kuramındaki psikanalitik modanın bir arazı olarak okunabilecek bir dizim hatasına (dil sürçmesi?) işaret eder: Derlemedeki yazılardan birinin "Agonistik bir Kamusal Alan İçin" olması gereken başlığı yanlışlıkla "Agnostik bir Kamusal Alan İçin" olarak dizilmiştir. Beasley-Murray agonizm ile agnostisizm (bilinemezcilik) arasındaki karışıklığın aslında tam da "radikal demokrasi" kavramındaki temel soruna işaret ettiğini düşünür. Ernesto Laclau ve takipçilerinin demokratik mücadele ve "angajman" çıkışları, kuramsal muhasebenin derinliklerinde çok geçmeden uyuşuk, muğlak bir "karar verilemezlik"e doğru inişe geçer. Tarihsel-toplumsal analiz alanını total olarak "politik" kavramına indirgeyen bu skolastik projenin ardı ardına görücüye çıkardığı "agonizm", "eşdeğer talepler", "eklemlenme", "eksiklik", "heterojenlik" vb. kavramların performansından sonra "radikallik" iddiasının içini dolduran nedir?
Laclau'nun son kuramsal çalışması Popülist Akıl Üzerine**, bence bu soruyu cevapsız bırakmaya devam ediyor. Bu başlangıç tespitini yazının sonunda gerekçelendirmiş olmayı umuyorum.
Yaklaşık 3 senelik bir gecikmeden sonra İngilizce orijinali Mart 2005'te yayımlanan kitap, olabildiğince okunaklı, ama (temel olarak Laclau'nun yazma stratejileri, aynı zamanda dilbilimsel-psikanalitik kuramın Türkçe terminolojisinde bir uzlaşma ortaya çıkmamış olması yüzünden) İngilizce kokan bir çeviri ile Nur Betül Çelik tarafından Türkçeleştirilmiş. Çelik'in Laclau etkisindeki "söylem analizi" literatürüne hâkim bir araştırmacı olması çevirinin en büyük artılarından. Yine de Laclau metinlerine ve psikanalitik kurama aşinâ olmayanlar için zor bir okuma tecrübesi bu. Laclau'nun kuram inşasında seçtiği giriş noktaları ve soyutlamalar arasındaki geçişler bu tecrübeyi daha da zorlaştırıyor. Bu zorluğu yazar da fark etmiş olsa gerek, ne demek istediğini (özellikle popülizm tanımını getirdiği noktayı) sık sık tekrarlayarak okuyucunun kitabın güzergâhını izlemesine yardımcı olmaya çalışmış.
Laclau becerikli, sağlamcı ve dikkatli bir kuramcı, popülizm tartışmasını geliştirmek için seçtiği kitap tasarımı, "total" (belki de teleolojik) bir mantığa sahip: Kitabın birinci kısmında, popülizm hakkında hem kendisini besleyen, hem de kendi pozisyonunun hasmı olarak kuracağı, "eksik" ve "kafası karışık" literatürü tanıtıyor. Anaakım siyaset bilimi, "kalabalıkların sosyal psikolojisi" ekolü, Gustave Le Bon ve Gabriel Tarde masaya yatırılıyor ve entelektüel üretimin popülizmi aşağılayan önyargılarına işaret ediliyor. Bu performans, Laclau'ya "üstü örtülen" bir noktaya, popülizmin aslında "politik"in kendisini kuran bir mantığı olduğu noktasına dikkat çekmesini sağlıyor.
Kitabın ikinci kısmı, "halkın inşası" teması dolayımında Laclau'nun birinci kısımda ipuçlarını verdiği popülizm kuramını ayrıntılandırdığı, kitabın en zor ve en uzun kısmı. Benim adına "post-yapısal-işlevselcilik" dediğim bir sistem kuramı çatısı kuruyor burada Laclau, popülizmin işleyiş aksamı hakkında. Popülizm, birbirine eşdeğer ama birbirinden tikellikleriyle farklı politik taleplerin, bu taleplerden biri veya bazılarının zincirin bütününün mümessili haline gelmesiyle eklemlendiği ve "halk" denen o mâhluku oluşturduğu bir politik mantık olarak tanımlanıyor. Aslında burada kuramsal yol gösterici, "popülizm bir politik mantıktır" değil, "popülizm politika yapma mantığının kendisidir" olmalı, zira Laclau'nun arzusu, popülizmi "politik"in ontolojisinden türetmek. Bu arzunun kitabın sonunda söylemin ve "politik kerte"nin toplumsala dair her şeyi yuttuğu skolastik bir ihtirasa dönüştüğünü düşünüyorum .
Kitabın son kısmı mantıklı bir şekilde performansı "tarihsel örnekler" ile tamamlıyor: Burada Laclau "başarılı" (talepleri "halk" üzerinden eklemleyebilmiş) ve "başarısız" (Kemalist cumhuriyet projesi de tartışılmış burada) popülist hareketleri çözümlüyor. Laclau'nun 1980'lerin başından itibaren giriştiği post-yapısalcı siyaset kuramı projesinde çok sık karşılaştığı eleştirilerden biri, tartıştığı karmaşık kuramsal argümanları tarihsel-toplumsal alanın somut analizlerine tahvil etmediği olmuştu. Gerçekten de Laclau akademik mesaisinin çoğunu, post-yapısalcı araçlarla çalışan pek çok eyleyicide olduğu gibi, "empirik olan"a dudak büken bir mecrada harcamış görünüyor. Popülizm tartışmasında Laclau, bu sorunla doğrudan yüzleşmese de ikinci kısımda geliştirdiği tanımı çeşitli tarihsel örneklerde işe koşarak geçmiş eleştirilerin bir kısmına da cevap vermiş oluyor.
Ancak burada hemen göze çarpan bir metodolojik zayıflık, empirik verilerin Laclau'nun örnek tarihsel çalışmalardan değil, ontik-ontolojik tartışmasından türettiği kuramını doğrulamak niyetiyle "ziyaret" edilmesi olmuş. Hatta şunu da eklemeli: Popülist Akıl Üzerine ile aynı sene Francisco Panizza tarafından derlenen, çeşitli yazarların Laclau'nun popülizm kuramını örnek çalışmalarda kullandıkları makalelerden oluşan Popülizm ve Demokrasinin Aynası başlıklı kitap bile, kuramı eleştiren, aşmaya çalışan değil, ona onay verip "işlemselleştirmeye" çalışan yazılardan oluşmuş. Türkçe'ye çevrilmesi bizde özellikle İslamcı, milliyetçi, Türk-İslamcı, sosyalist veya politik-liberal popülizmler hakkında araştırma sorusu kışkırtma potansiyeli nedeniyle hayırlı olabilecek bu ikinci kitabın Laclau'nun kuramsal çalışmasının üçüncü bölümünün genişletilmiş halinden öteye gidememesi, kuramsal tartışmaya (Laclau'yu tekrarlamaktan öte) hiçbir katkı sağlayamaması düşündürücü tabii.
(Bir de ben 1980'lerin sonundan başlayarak Türkiye sosyal bilim çalışmalarında sayıları artan "Kemalist söylemin analizi" yaklaşımlarından daha derinlikli, ilişkisel bir Kemalizm okuması bekliyordum yöntemin mucidinden, ama Laclau ne kurumlarla, ne sınıflarla, ne de 1930'ların Türkiyesi'nin politik ekonomisi ile ilgilenmeyi seçmiş. Benim için hayal kırıklığı oldu.)
Kitabın sonuç kısmında Laclau döngüyü tamamlıyor: Girişte kendini popülizmin "eski" kuramcılarından tefrik ettiği gibi sonuç bölümünde mesele ile ilgilenmiş "çağdaş" hasımlarından tefrik ediyor pozisyonunu, argümanını özetlerken. Michael Hardt ve Toni Negri'nin "çokluk" kavramında buldukları beynelmilel popülizmi sarih bir eklemlenme vizyonu olmadığı için eleştiriyor. Hatta Jacques Rancière'in kendisininkine çok yakın olan halk kavramını sahiplenmesine şerh koymayı ihmal etmemiş. Laclau'nun popülizm tartışmasındaki güncel düşman kardeşi ise onun burjuva demokrasisinin liberal kavramsal ufkundan kurtulamadığını düşünen Slavoj Zizek. Zizek'in "eşdeğer taleplerin çoğulluğu" çerçevesinden ayrı bir yeri olduğunu düşündüğü sınıf mücadelesine (ve Hegel ile Marx'a) verdiği ağırlık konusundaki derin (hatta "karakolluk") husumetini kitabın sonunda sürdürüyor Laclau. (Bir şöhret ve "Lacan mirası" kavgasına devrilmiş görünen bu husumetin ateşini Zizek, 2006 yılı içinde Critical Inquiry dergisinde yazdığı iki popülizm-karşıtı makalesinde seve seve beslemekte.)
Bana kalırsa Laclau'nun çok dikkatli ve açık vermemeye çalışarak ördüğü metakuram çatısı, kuruluş mantığı, topyekün açıklama ihtirası ve içerdiği işlevselci belirlenimler sebebiyle Talcott Parsons'ın sistem kuramının nesnelci mantığına çok benziyor.
Bunun ilk emâresini (buna birinci metakuramsal buyruk diyeyim), sadece dili değil, ilişkileri, pratikleri, toplumsalı, hemen her şeyi aynen "sistem" kavramı gibi yutan "söylem" kavramının işe koşulmasında bulabiliriz. Söylemin total kapsayıcılığı (söylem analizinin "boş gösteren"i?), popülizm kuramında Laclau'nun popülist belirsizliklerin tarihsel-toplumsal alan tarafından belirlenemeyeceği, bunların politik kertenin kendine has mantığı ile ilgili olduğu varsayımını; yani politik olanın metakuramsal düzlemde ayrıcalıklı kılınması hamlesini de meşrulaştırmakta. Bu hamlenin popülizm ve toplumsal hareketler konusundaki tarihsel-sosyolojik körlüğünü, özellikle İngiliz Marksist tarihçilerin empirik birikimlerini (buna Marksist köylülük çalışmalarını da ekleyebiliriz) ve ABD'nin ("kalabalık" veya "duygu" tartışmalarını uzun süredir yapan) toplumsal hareketler ve çekişmeci siyaset sosyolojisini (başta Charles Tilly) görmezden gelip "tekerleği yeniden icat etmiş" gibi yapmasını da sorgulamak gerekiyor.
Post-yapısal-işlevselciliğin ikinci emâresi de bireylere yönelik geliştirilmiş psikanalitik kategorilerin dar bir "genetik" alana sıkışmadığı, "yapısal, ontolojik" bir alana doğru genişletilebileceği varsayımı (s.133-4). Bu da, klasik yapısal-işlevselciliğin yarattığı kısa devre etkisini andıran, gereğince gerekçelendirilmeyen, popülizm kuramının ikinci metakuram buyruğu. Klasik sosyal kuram da (özellikle Parsonsçu sistem kuramı) anatomiye ait kategorilerin ("organizma" gibi) toplumsalın ontolojisine ait olduğunu kabul ediyordu.
Popülist Akıl Üzerine'deki işlevselci açıklama yapısına döneyim. Klasik sosyal kuramda biyolojiden ödünç alınan bu açıklama biçimi şöyle kurulur:(1) Açıklamayı hareketlendiren, temel bir "çözüm gerektiren sorun" tanımlamasıdır. Bu sorun/meselenin kendisi, onu tarihsel-toplumsal olarak önceleyen bir nedensel süreç tarafından (bir "gerilim") yaratılmıştır. Bir çeşit eleme mekanizmasının (işlevselci açıklamanın "kara kutusu") çalışması sayesinde tanımlanan sorun bir çözümün yaratılmasını tetikler ("pozitif besleme"), bu çözüm de gerisin geri sorunun giderilmesine katkıda bulunur ("negatif besleme"). Bir noktada ya çözümün sorun-giderici etkileri ile meselenin sorun-yaratıcı etkileri arasında bir denge haline ulaşılır ("geri besleme döngüsü"), ya da ortaya yeni bir "gerilim" çıkmış olur. Başka sorunlar yaratılır, başka çözüm mekanizmaları gerekir, vs. Şematize edersem:
Laclau'nun hem politika dediğimiz şeyin ontolojisi olarak, hem de kendi radikal-demokratik (artık "popülist" demek gerekiyor sanırım) ufkunun tanımlayıcısı olarak kurduğu açıklama modelinin bu işlevselci mantıkla çalıştığını düşünüyorum.
Modelin Parsonsçı sistem kuramındaki gibi, modüler bir özelliği olduğunu söyleyerek başlayayım: Her türlü toplumsal formasyondaki politik süreçler için çalıştırılabilen, tarih-üstü bir makine. Politik gerçeklikleri değişmeyen aksamına uyumlu kılma gücüne Laclau'nun yaptığı (ontik) yatırıma göre bu makineyi ussalcı (rasyonalist) olarak adlandırabiliriz.
Giriş noktamız, sorun üretici gerilim: Heterojen, eşdeğer-ama-tikel, çelişkili politik taleplerin, kaynakların sınırlı olduğu bir toplumsal uzayda bir arada bulunması. Bu yapısal gerilimin nedensel bir uzantısı olarak ortaya çıkan politik sorun: Ancak sınırlı sayıda talep karşılanabileceğinden (tatmin edilebileceğinden) sürekli antagonizma üretilmesi, talepler arasında eşitsiz bir (hegemonik) mücadelenin zorunlu olması. Bu soruna işlevsel bir çözüm: "Talepler arasında eşdeğer zincirlerin yaratılması"; bu mekanizmanın adına "halklaşma" da diyebiliriz. Şematize edeyim tekrar:
Problemin çözüm üretimi tetikleyen etkisi, taleplerin rekabeti/çatışması/ittifak ihtiyacı sonucu ortaya çıkan cepheleşmeler; çözümün bu baskıyı hafifletici, mücadeleleri istikrarlı bir zemine oturtucu etkisi olarak da eşdeğerlik zincirini aktive/temsil eden boş gösterenlerin tedavüle girmesi, "halk" denen mahluğun ete kemiğe bürünmesi. Nihayetinde popülizmin işlevselci açıklamasının aldığı biçim şöyle özetlenebilir: "Halklaşma, hegemonya mücadelesinin işlevidir." Laclau'nun tartışmaya devam ettiği gibi, popülizmin kara kutusu tarihsel bir çözüm olabilse de yeni bir yapısal gerilim arz edebilir. Karşısında başka talep zincirleri kurulabilir, "halk" dikişi tutmayabilir, vs.
Şunu da söylemek mümkün: Laclau'ya göre kendisinden önceki popülizm düşüncesi, aslında bir işlev olan bu politik mantığı açıklama modelinde bir "patolojik sorun" olarak tanımlamış ve açıklamayı eksik bırakmıştır. Bu meşru bir iddia, ama bence burada vaktinde Marksizm'e yaptığını yapıyor Laclau, literatürü kendi meşrebine hizmet edecek bir şekilde seçiyor.
Bu ussalcı modelin arızası tanım gereği işlevselci olması değil. Eğer böyle bir açıklama modelinde tanımladığınız mekanizma (ve geri besleme döngüsü) empirik meselenizin mümkün olduğunca çok boyutunu kaldırabiliyor, anlamlandırabiliyorsa, hatta daha iyisi, karşılaştırmalı bir çözümlemeye de zemin olabiliyorsa, "işlev" kavramına yaptığınız epistemolojik yatırımın hesabını verebilirsiniz. Burada Laclau'yu zayıflatan, İdeoloji ve Politika'da (Türkçe çevirisi 1985) Latin Amerika'nın somut meseleleri üzerinden sınıf mücadelesi ve popülizm arasındaki eklemlenmeyi çalıştığı çerçeveden geriye, ontolojiye, çekilmiş olması. Modelin sorunu, argümanlarını metakuramdan türeten, politiği toplumsaldan kopartan nesnelci bir kısa devreye sebep olması. Bu yüzden mesela, bürokrasi alanı (yerel ve ulusal yönetimler) ile popülizmler arasındaki ilişkiyi, bunun iktidar teknolojileri ile bağıntısını da kavrayamıyor empirik olarak. Bu zayıflığı, Türkiye'de İslamcı popülizmleri çalışırken ülkenin neoliberal dönüşümleri, sınıf süreçleri ve bürokrasi alanının yeniden yapılanması ile İslamcılığın organik bağlarını görmezden gelen olumlayıcı "toplumsal hareket", "kültürel kimlik" vs. çerçeveleri ile karşılaştırabiliriz.
Laclau'nun radikalizmi, bir şeylere karşı olumlu bir "halk"ın inşa edilmesi gerektiğine inanır gibidir ama bu model, "halk"ın hangi hayırlı şeyler için, hangi hayırsız şeylere karşı (oligarşiye, militarizme, milliyetçiliğe, bürokrasiye, iktidarın kendisine?) halklaştırılması gerektiğinin kriterlerini tedarik etmekten yoksun. Başka bir deyişle, popülizmin temel başka bir meselesine ("sağ popülizmi sol popülizmden ayıran nedir?") derman olamıyor, çünkü politiğin kendisi olarak popülizm toplumsaldan kopartılıp kendine has bir mantık ile çalıştırılıyor, bu yüzden de bu mantığın dışında "hayırlı" politik simgeler/söylemler ile "hayırsız" olanları arasında ayrım yapmak imkansızlaşıyor. Kanımca modelin bu yoksunluğu, Parsons'un sistem kuramının ideolojik (statükocu) etkisine benzer bir şekilde, her türlü a priori radikallik iddiasının içini de boşaltmış oluyor. Durum böyle olunca da, "iyi" kalabalıkları "kötü" olanlarından tefrik edecek kriterleri Laclau kendi kuramının dışından tedarik etmek zorunda. (EG)
Notlar:
* Emrah Göker sitesinde bu yazıyı bu notla yayınladı: "Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine‘sinin eleştirisi. Hayli özendiğim bir yazıdır. “Parsons’la nasıl aynı kefeye koyarsın!?” diye küfür addedenler olmuştu, argümanlarıma değil de eleştirinin sertliğine takılmışlardı diye hatırlıyorum. Bunu aslında Mesele‘ye değil, Ulus Baker’in önerisi ile (yaklaşımı orjinal mi bulmuştu acaba rahmetli?) Virgül‘e gönderecektim, ama Ulus’la hızlı iletişemedik, ben de sabırsız davranıp Mesele‘ye yolladım. 3. sayısında (Mart 2007) çıktı, oradan da okunabiliyor. Ayrıca Körotonomedya arşivinde de kayıtlı. Burada da pdf’i dursun."
(**) Ernesto Laclau, Popülist Akıl Üzerine, çev. Nur Betül Çelik, Epos Yayınları, Ankara, 2006.
(1) İşlevselci açıklama modelinin bu paragraftaki anlatımı ve şema Arthur Stinchombe'un Constructing Social Theories (1968, New York) başlıklı klasik çalışmasından aktarılmıştır.