Ağustos'un bu günlerinde birçok gencin üniversite hayalleri içinde olması, beni "üniversite yıllarımdan ne hatırlıyorum?" sorusuna götürdü. Bugün çok sayıda genci bir araya getiren üniversitelerin, gençlere azıcık da olsa üretme imkanı ve mekanı sağladığından emin değilim. Oysa ben üretken olabilme ile, günümüzde çok sözü edilen 'öğrenci merkezli' olma fikri ile üniversitede tanıştım.
Benim üniversitemde öğrencinin gücünün ve emeğinin görülebileceği tek yer Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) idi. 1990 yılında kurulan ve o günden bu yana birçok öğrenciye kapılarını açan ÖKM kapatılma kararı ile karşı karşıya bugünlerde.
Biraz önce ÖKM'nin kapatılmasına karşı imza verdim. ÖKM'deki kulüplerin son çalışmalarını içeren fotoğrafları inceledim. Öğrencileri edilgen kılmaya odaklı kafelerle çevrilmiş İstanbul Üniversitesi'nde öğrencilerin ÖKM ile nefes almaya devam etmesi gerektiğini tam şu an bağırmak; bağırarak dolaşmak istiyorum.
Bağırarak dolaşmak istiyorum çünkü ÖKM ile bugüne dek nice genç soluk aldı. O gençlerden biri bendim. 1992 yılında altı yıl okuduğum kız lisesinden çıkıp üniversiteye gitmek, hayallerimin gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Ancak o zamana kadar oldukça sınırlı ve korunaklı bir çevrede yetişmiş olduğum için ilk kez Beyazıt'a gitmek bana hayatımın en zor işi olarak gelmişti. Kullanıma yeni açılan ve bir süre için ücretsiz olan tramvay benim için önemli bir araçtı. Ben ne kadar ürkeksem, tramvay da o kadar kalabalıktı.
ÖKM ile 1. sınıfın sonlarına doğru, sınıftaki bir arkadaşım sayesinde tanıştım. Benden çok daha rahat ve girişken olan arkadaşım, kulüplerin tanıtım toplantılarına katılmış ve fotoğraf kulübüne kayıt yaptırmıştı. Bir ders çıkışında ÖKM'de buluşalım istedi. Sadece arkadaşımı bulmak amacıyla ÖKM'nin kapısından girdim, tam 18 yıl önce.
ÖKM'de benim ürkek gözlerime ilk çarpan kapıların çok olmasıydı. Bir kapıdan girince fotoğraf sergisi, diğer kapıdan bakınca tiyatro çalışması, bir diğerinde çeşitli filmleri izleyerek tartışanlar, bir diğer kapıdan girince karanlık odada fotoğraf basanlar, diğer odada canla başla dans edenler vardı. Kısaca her kapısından gençlerin, enerjinin ve üretimin fışkırdığı bir yerdi. Bu kapılardan birkaçından içeri kafamı uzatmam ve birkaç kişi ile kısa sohbetler etmem ÖKM'nin beni hemen içine çekmesine yetmişti. Sanki her kapı ayrı bir dünyaya açılıyordu.
Nargile içilen, sigara dumanı tüten, okey-langırt-kağıt oynanan, kalitesiz kaydedilmiş müzik yayan paralı müzik makineleri olan kafelerle etrafı sarılmış İstanbul Üniversitesi, bana ilk kez bu kadar havadar, sıcak, enerjik, üretken ve sevimli görünmüştü. Önceleri ders aralarında gidip etrafı incelemek, insanlarla konuşmak amacıyla yaptığım ÖKM ziyaretleri bir süre sonra yetmemeye başladı. Bence asıl üniversite hayatım, fotoğraf kulübüne üye olmam ile başladı.
Fotoğraf hakkında temel bilgilerin verildiği eğitimlere katılma, hafta sonları fotoğraf gezilerine çıkma, kulüpten dağıtılan birkaç makara filmle güzel kareler yakalamaya çalışma, çekilen fotoğrafları karanlık odada basma, dönemin usta fotoğrafçılarını çağırıp sohbet etme ve yıl sonunda sergi hazırlama... Diyebilirim ki, ÖKM sayesinde üniversite dönemim anlam ve hareket kazandı.
Gençlerin kendi başlarına düşünebilecekleri, üretebilecekleri, tartışabilecekleri ve özerk olarak kullanabilecekleri mekanların eksikliği tartışılmaz bir gerçektir. Onlara "üretken bir birey olma" fırsatını veren ÖKM'nin kapatılması; sanatı, üretimi, öğrencileri olduğu kadar İstanbul Üniversitesini de boğacaktır.
ÖKM kapatılmamalı! Öğrencilerin soluk alması engellenmemeli! Siz de bunları benim gibi bağıra bağıra dile getirmek isterseniz, hiç durmayın. Olmadı; en azından http://www.okmyedokunma.org/ adresinden bir imza ile sesinizi duyurun. (ÇK/EÜ)