*Fotoğraf: AA (Arşiv).
"dürtme içimdeki narı
üstümde beyaz gömlek var"
Birhan Keskin
Sabah erken uyandım, yabani dağ inciri toplayacağım yürüyüş yolumun üzerinde daha bir ay önce kıpkırmızı çiçeğe durmuştu yemyeşil ağaç.
Şimdi ise taneye durmuştu. Çok değil! Bir ay kadar sonra her bir tanesi bir dolu küçücük kırmızı tanelere dönüşecekti. Hikmetini düşündüm ve epey önce yazdığım bir "nar yazısı" aklıma düştü. Güncelleyerek yeniden paylaşıyorum.
"anam, hemen her kış en karanlık bir vakitte, eve girerken bir nar vururdu yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine..."
Oysa hayat böyle olmadığını gösterdi...
"yaşamak, durmadan, ardında yıkıntılar bırakarak bir yerden bir yere gittiğimizi sanmak mıdır?" sahi...
Yere hoyratça çakılmış ve darmadağın olmuş nar taneleri misali hayli uzun yıllar sonra çekilen büyük acıların tuhaf zamanlarının yaşandığı bir çağ yangınında hadi şimdi gel de Bilge Karasu'nun adına "gazel" dizdiği Nar'dan ve İncir'den söz et...
Zor iş...
Nar ağacının ne denli zor kök tuttuğunu, sonra yeşerdiğini ve sonra da kıpkırmızı çiçeğe kestiğini ancak bilenler bilir.
William Saroyan "Nar Ağacı" öyküsünde amcasının kıta Amerika'sının Sierra Nevada çölünde nasıl inatla nar ağacı diktiğini! Ama bütün uğraşına rağmen diktiği yediyüz nar ağacının büyümeden kuruyup ayakta öldüğüne tanık olur.
Nar ağacı böyledir işte! Toprağını sevmeye görsün! Kışın çok şiddetli geçtiği yıllarda yeni diktiğiniz, henüz boy verme vaktinde olan nar fidelerinin kuruduğunu fark eder tutmadı diye kederlenirsiniz!
Sonra, baharla birlikte birden canlanır, yeşile keser. Umut verir. Bir kaç yıl içinde yeşile, çiçeğiyle kırmızıya, sonra da küçücük tomurcuğa ve en sonunda bir başka bahar, sonbaharda kendiliğinden çatlayan kocaman narlara dönüşür.
Dalından ne kadar olgunlaşmış kızaran narları koparıp derleseniz de ulaşamadığınız biri, birkaçı nar ağacının uzak bir dalında kalakalır. Sopayla düşürmek istemezsiniz!
Çünkü bilirsiniz ceviz ya da diğer meyveler gibi değildir nar. Yere düşünce dağılır, kıymeti kalmaz.
Sonra Sapho'nun dizelerini anımsarsınız.
"Kızaran nara benzersin, dalın tepesinde;
En yüksek dalında unutulmuş, bir ağacın.
Hayır, unutulmuş değil, yetişilememiş."
Hem sahi, nar sizce de yalnızca nar olarak bildiğimiz, kabuğundan sıyrılıp içi açıldıkça büyüklüğüne göre tane sayısı değişen meyve midir?
Ve dahi nar, meyveler içinde belki de kesilmeyen tek meyvedir.
Hele bir kesmeye yeltenin bıçağın değdiği her bir tanesi, böğründen hançerlenmiş insan misali kanar.
Siz tanelemeye yeltenirken, nar taneleri kanayarak sanki sizden öç alır.
Hem de ne öç! Suyunu kan misali akıtarak değdiği / dokunduğu yerde unutmayasınız diye iz bırakır...
İşte bu sebeple nar kesilmez nar kırılır.
Kırıldıkça da tanelenir.
Tanelendikçe dağılır.
Dağıldıkça; olmadık bir anda, ummadık bir yerde çatırdayarak ince naif kırılgan bir ahh çığlığı çıkarır sanki.
Ve belki sade siz duyarsınız o ahı!
Ahım var cümle aleme der gibi...
O an hüzündür artık. Her bir tanenin feryat ve figanıdır sanki, hayatın cümle yitirdiklerine dair...
Nar, aynı zamanda ateştir. İnsan tekinin kor olup içine düşen, yakıp kavuran köz ateş.
Sonrası "hoy narê, narê, cigerim dağ ê" diyen ve yitip gidenlere dair şarkı sözü müdür
Ya da;
Vardım yarin bahçesine
Bir nar aldım yemeğe,
Meramım nar yemek değil
Gittim yâri görmeğe.
Yare, bir çift sözüm vardır
Utanırım demeğe
Dağlar taşlar dayanamaz
Ah û zarıma benim...
Söz, diyenin midir nar'dan nar'a yananlara, ya da sözün kıymeti soyları kıt'ale uğramışlara...
Ağustos 2021 / Diyarbekir
(ŞD/PT)