Funda Şenaol Cantek’in derlediği, İletişim Yayınları’ndan çıkan Kenarın Kitabı, “Ara”da Kalmak, Çeperde Yaşamak isimli kitap, kentlerde “kenarda yaşayanların” anlatıldığı 11 makaleden oluşuyor: “Seyyar esnafın sokakla imtihanı” (Alev Özkazanç, Özkan Agtaş), “Damgalı mekanlar” (Eylem Ümit Atılgan), “Kentin kıyısında kadın olmak” (Tahire Erman), “Kamusal ile özel “ara”sında kalanlar” (Funda Şenol Cantek, Çağla Ünlütürk Ulaş, Sermin Çakmak), “Kırbağları: Kentin köyü ve kenarı” (Elif E. Akşit-Vural), “Gençlik Düşü” (Ayhan Geçgin), “Ergene Nehri kirliliği ve kenar mahalle ekolojileri” (Eda Acara), “Ankara’da kentsel turizm ve kenarda bıraktıkları” (Engin Sarı), “Molozların hüzünlü diyarı, periferiler” (Jean-François Perouse), “Rafael Demirci: Ermeniler, herkesten beş kere daha iyi olmaya mecburdurlar” (Funda Şenol Cantek, Kübra Ceviz), “Cambazların imtihan yeri: Zir (Yenikent)” (Timur Özkan) Kitaptaki Jean-François Perouse imzalı “Molozların hüzünlü diyarı, periferiler” başlıklı makaleyi yayınlıyoruz.
Doğaya da zulmetmeye hakkı yoktur. (...) Tabiatı umursamaz şekilde tamahla, hızla, vahşiçe sömürmek, istismar etmek, kurutmak, bizim medeniyetimizde, tarihimizde yeri olmayan bir tavır. (R.T. Erdoğan, 17 Ocak 2013[1])
Eskiden mücavir alanlar olarak adlandırdığımız mekânlar megakentin düşük yoğunluklu çöplüğü işlevini görüyor, bu belli. Bunun sonucunda mesireler tarihe karışıyor, tatlı sular da kalmıyor. O sular acı olmuşlar çoktandır. Dereler boyunca artık moloz akamamış, yatakları tıkamış durumdadır. Tanık olmak için, hemen sahaya çıkalım, bu vesileyle somut bir örnek ele alalım: Kağıthane ilçesi Arıcılar/Hasdal'dan tam kuzeye devam edelim; TEM'e dik olarak. İstikamet Karadeniz. Göktürk'ten sonraki ana yolda ya da herhangi tali yolda, her elli metrede bir, yolun iki tarafında bir moloz yığını karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde Kemerburgaz'dan Bahçeköy'e giden dönemeçli yolda, levha şeklinde çoğaltılmış bütün ısrarcı "Dökmeyin!" uyarılarına rağmen, molozların hüzünlü pisliği her yere damgasını vurmuştur. Keza, Kemerburgaz ile Habibler arasındaki engebeli yol boyunca da. Tuzla'daki Sabancı Üniversitesi'nden -yine Karadeniz istikâmetinde- kuzeye doğru giden yolun kenarında da. Hep aynı lekelenmiş, karalanmış manzaralar.
Türkçe'de moloz kelimesi, Nişanyan etimolojik sözlüğüne göre, 1873'de "inşaat artığı veya süprüntüsü" anlamında ortaya çıkıyor. "Yığıntı" veya "dalgakıran" anlamında, eski Yunanca'dan gelen bir kelime. Aslına bakarsak İngilizce demolish (yıkmak) kelimesiyle yakın akrabadır; ikisi de aynı uzak kökten geliyorlar. Moloz, yani, evrensel bir boz/yap pratiğine tekabül eden neredeyse evrensel bir gerçeklik... Fakat epeyce farklı şekillerde yönetilen kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Molozların bir yaşamı var
Terk edilmiş sahipsiz molozlar, çevreye ve yasalara karşı işlenen suçlar ve ihmallerden oluşan çirkin bir silsilenin görünen ucudur. Üretim sürecini aşama aşama incelediğimizde, "kaynaktan" taaa terk edilme alanına kadar uzun bir yolculukları var. Merkezî ilçelerden restorasyon çalışmalarının alt ürünü olarak kontrol dışı molozlar, çuvallanıp, İBB[2] ya da yetkili bir şirkete bağlı olmayan bir kamyon üzerine acele acele atılır... Bu işler için, son zamanlarda, yabancı ve kayıt dışı işgücü kullanılır. Ve daha sonra molozlardan kurtulma macerası başlar. Bu süreci birkaç defa takibe aldım... Kamyon beyaz çuvallarını doldurup, periferilere kaçıyor... Çoğu zaman, saat ve gün uygunsa (ya sabah erken yapılır, ya akşam geç saatlerde ve daha çok hafta sonlarında), kontrolsüz kusma alanına varılır. Sağı solu kolaçan eden kamyoncular, yüklerini boşaltmaya başlarlar. Nasıl loşluklarda bir ceset derin sulara atılıyorsa, çuvallar da ormanların kenarına öyle bırakılır. Sessizce. Sessizlikle işbirliği halinde. Molozlar merkezî alanlar ile periferi arasında eşitsiz bir ilişkiyi işaret eder. Bu ilişki bir hâkimiyet teslimiyet ilişkisidir: Değerlendirilmekte olan yerler, ikinci planda kalan başka yerleri pisletmektedirler. Moloz atma/moloza maruz kalma ilişkisi, periferilerin sömürülmesi üzerinde kurulmuş kirli bir ilişkidir. İşbu ilişki örgütlüyse, geçici bir görev paylaşımı belirgin olmaktadır: Teslim olan ve feda edilen yerler çirkinleştiriliyor, öbürleri değer kazanıyor.
Belki de başka bir senaryo devrededir: Molozlar yakın şantiyelerden taşınmaktadır. O halde, çuvalsız gelip, çuvalsız atılırlar, kaba kaba, çıkarıldıkları gibi. Yığın tarzı ve görünüme göre molozların tarihi tahmin edilebilir. Yazılamayacak iddianameler için teferruatlı malzeme vardır gözlerimizin önünde. Fakat bu koca cüssesine orantısız bir umursamazlıkla karşılanır molozlar. Levhalar ve uyarılar tamamen faydasızdır, bu umursamazlığın altını çizerler sadece. Bütün bu sebeplerden dolayı, kaynaklarına göre çeşit çeşit moloz türü vardır diyelim biz en iyisi. Maruz kaldığı müdahaleler, renk, yaş, ağırlıklı olan hammadde, boy, yapıya göre değişik değişik olabilir. Sırf molozlardan hareket ederek ihmal hikâyesi bin bir şekilde yazılabilir şehrin... İşte bu molozların trajik estetiğidir. Veya estetize edilen İstanbul'un çürüğü, çürüdüğüdür.
Molozlar neyin simgesi?
Egemen şehir gelişme tarzının çarpıcı bir işaretidir molozlar. Kısa vadeli, dar mekânlı, göbek ölçekli. İnşaat sektörünün hareketliliğinin bir emaresi olarak moloz; yani molozların yoğunluğundan, inşaat sektörünün belli bir şekilde de olsa, dinamik olduğunu çıkarsayabiliriz. Bu açıdan bakıldığında molozlar, kutsanmış büyümenin kaçınılmaz, göz ardı edilebilecek ve mühim olmayan bir alt ürünüdür. Aynı zamanda, sinsi ve kontrolsüz bir depodur. Gündüz övgülerle "büyüme kahramanı" ilan edilen girişimcilerimiz, geceleri sinsi bir moloz yaratan canavara dönüşmektedirler. Riyakâr büyümenin bir tezahürüdür moloz.
Organik bir metafor kullanacak olursak, molozlar obur kapitalist kentlerimizin bir nevi düzensiz kusmuğudur. Ya da dışkısı. Suç ortakları da bellidir: mevcut mevzuatı bir türlü uygulatamayan, bugünden yarına torba yasalardan tavşan çıkarır gibi kılıflı kentsel kanun maddesi üreten yönetimler; çevre bilincini geliştirme gibi bir politika sorunu olmayan yönetimler, merkezî olsun yerel olsun...
Dışsallaştırma (extemalization) pek çok farklı alanda kullanılan bir kavram. İktisadi anlamda molozlar tamamen küçük hesaplı inşaat ekonomisinin dışsallaştırılmasıdır. Belli bir aktör tarafından üstlenilmesi gereken masraflar ve sorumluluklar, periferidekilere aktarılıp aktarılıp, sonunda topluma ödetiliyor. Bu sorumluluk meselesinin ötesinde, çevre yönetimine dair ciddi bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu "anlayışla" çevreye parçacıl bir şekilde yaklaşıldığına dair aşikâr ipuçlarımız var. "Benim bahçemde olmasın da nerede olursa olsun" (NIMBY)[3] zihniyetiyle hareket ederek üretilen çevre bilinci ise ancak sakat olabilir. Sanki çevre, birbirine bağlı olan unsurlardan oluşan bir sistem değilmiş; sanki bağımsız olarak algılanabilen ve yaşanabilen adacıklardan oluşuyormuş gibi... Rüzgarlar, yağmurlar, dereler, yeraltındaki sular ve aralarındaki etkileşimi yok sayıyor bu molozlaştırma zihniyeti.
Üstelik, molozlar, genel bir dışsallaştırma politikasının bir bileşendir. Periferilere bakacak olursak, molozlardan başka dışsallaştırmaya maruz kalmış olanlar da var. Aralarında en can yakıcı olanları İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kulakları küpelenmiş sokak ve tüketim toplumunun lanetlisi olarak daha yeni terk edilmiş ev köpekleri. Moloz yığınları arasında dolaşıyorlar, molozlarla beraber atıldıkları yerlerde ölmemek için yenebilecek her şeyin peşine koşuyor bu dışlanan köpekler. Latincede molossus, bir nevi mitolojik köpektir... Ne acı tesadüf!
Metropollerimizin periferileri, dünyamızın periferilerinin gördükleri aynı alt-görevi görüyor: Tüketim furyasının yan/alt ürünlerinin depolanması görevi. Birdenbire bir korku sarıyor beni: Yeni ilan edilmiş olan geniş çaplı kentsel dönüşümün müstakbel molozları boğacak bizi. 20 yılda 6,5 milyon binanın yıkılacağından bahsediliyor. Asbestler, demirler, sıvalar borular tozlar, tozlar... En yetkili ağızlardan duyduğumuz kentsel dönüşüm politikası çerçevesinde İstanbul'un yarısı yıkılmaya adaysa, önümüzdeki yıllarda üretilecek molozların miktarı korkutucu boyutlara ulaşacak. Haliç ve İstanbul Boğazı dolgulanabilir onlarla, periferiler çoğaltılacak yığınlarla dalgalanır, hareketsiz öldürücü bir dalgayla... Molozlar üzerinde kurulacak yeni İstanbul çok sağlam olmayacağa benziyor. Merkezi ve merkezî otoyollarının kenarı bol bol lalelerle kaplanmış İstanbul periferilerindeki molozlarla beraber kokar ve çöker. (4) Aynı zamanda psikanalizin basit prensiplerine göre, sinsice kurtulunmak istenen unsur, kaçınılmaz olarak, büyütülmüş şekilde fırlatıp atana döner. (JFP/AS)
---