Kamuoyu kavramı da diğer birçok kavram gibi çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Hançerlioğlu, “kamuoyu, toplumsal yaşamın olay ve olguları konusunda toplumsal kümelerin ya da toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamıdır” demektedir. (Hançerlioğlu, 1996: 225) Kamuoyu kavramı genel olarak, “Belli bir toplum içinde yaşayan insanların belli bir olgu ya da inanç üzerindeki ortak yargısı” şeklinde ifade edilmektedir (Vural, 1999:46)
Başka bir tanım ise şöyledir; “Aynı toplumsal gruplara üye olanların belirli bir olay karşısında gösterdikleri ortak tutumlar” olarak açıklanmaktadır. (Dobb,1966:35)
İletişim Sözlüğü’nde kamuoyu, “Halkın kamusal ilgi konularına ilişkin kanılarının toplamı; genel kamunun üyelerinin siyasi konular ya da güncel olaylar hakkındaki tutumlarının anlatımları” şeklinde tanımlanmaktadır (Mutlu, 1994:117).
Toplumsal hareketliliğin bir sonucu olarak 18. yüzyılda “kamuoyu” kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak kavramı 200 daha önce ilk kez kullanan Montaigne’dir. 1588’de Montaigne kavramdan Fransızca olarak “l’opinion publique” şeklinde söz etmektedir. İngilizcede kamuoyu üzerine ilk düşünceleri geliştiren ise Jeremy Bentham’dır. Kamuoyu kavramı siyasal alanda ilk defa Fransız ihtilalinden önce Jean Jaques Rousseau tarafından ortaya koyulmuştur.
Bu anlamda siyasi açıdan kamuoyu kavramına değinen Arsev Bektaş ‘a göre:
“Siyaset bilimciler kamuoyunu tanımlamaya çalışırlarken kanaatlerin toplanmasını veya açığa çıkması olayını, seçimler, seçim sonuçları ya da kamu siyasasının çoğunluğun isteği doğrultusunda belirlenmesi ile açıklamaktadırlar. Diğer sosyal bilimcilerin odak noktası ise, kanaatlerin biçimlendirilmesi, nitelikleri, yoğunluğu ve etkisidir. Dolayısıyla sosyal psikoloji uzmanlarına göre kanaatler, kişilerin dış çevrelerinden aldıkları etkilere gösterdikleri psişik tepkilerden ibarettir. Sosyologlar, kamuoyunun oluşumunda kamuoyu önderlerinin büyük bir önem taşıdığı konusunda birleşmektedirler. Sosyologlar, kanaatlerin kişiler ve gruplar arasındaki toplumsal ilişkiler ve etkileşimler sonucu ortaya çıktığı görüşünü savunmaktadırlar. Toplumsal iletişim (yüzyüze temas) sonucu ortaya çıkan kanaatler ise kamuoyunu oluşturmaktadır.” (Bektaş, 2002:56)
Buradan hareketle insanların düşünce ve görüşlerinin biçimlendirilmesinin kamuoyu oluşturmak olarak anlaşıldığını ve bunun kanaat önderi olarak adlandıran kişiler aracılığıyla yapıldığını anlamaktayız.
Kanaat önderi ile anlatılmak istenen; düşünce davranışları örnek alınan insanlardır. “Kanaat önderleri, görece belli bir sıklıkta, diğer bireylerin tutumlarını ve/ya da davranışlarını teklifsiz olarak etkileyebilen kişiye karşılık kullanılmaktadır.” (Mutlu, 1994:122) Kamuoyunda saygı duyulan ve izinden gidilen, toplum düşüncesinde, düşünceleri esas alınan lider kişiliklerdir. Kanaat önderi, iletişimi grubun dünya görüşüne göre biçimlendirerek, saygı duyulan bir önder, dolayısıyla güvenilir bir kaynak olarak etkide bulunur. Örnek verecek olursak kırsalda yaşayan insanlar için muhtar, imam, öğretmen, ağa; kentler de yaşayanlar için ise gazeteciler, iş adamları, ticaret odaları, dernek ve birlikler vs. kanaat önderi olarak öne çıkarlar.
Ancak unutulmaması gereken nokta kanaat önderleri devlet tarafından eğitilir, belirlenir ve onun isteklerine göre hareket ederler. Bazı durumlarda muhalif kanaat önderleri ortaya çıksa da ya susturulur ya da bir şekilde satın alınırlar. Aslında medya egemenlerin elinde bulunduğu için muhalifler medyada yer bulamadıkları için topluma ulaşamazlar ve kamuoyu oluşturamazlar. “Bir anlamda kitle iletişim araçları kamuoyunu bilinçlendirme rolünü de yüklenirler.” (Bektaş, 2002:251) Bu bilinçlendirmeden daha çok bilinç belirlemedir.
Kitle iletişim araçlarının belirli konu başlıklarını kamunun görüş ve tartışma alanından uzaklaştırma yeteneği üzerinde duran Suskunluk Sarmalı Kuramı, Alman sosyolog Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilmiştir. “Uzun bir süredir geliştirilen ve sınanan (1974; 1984; 1991) bu kuram dört öğe arasındaki etkileşimle ilgilenir. Bu öğeler; kitle iletişimi, kişilerarası iletişim ve toplumsal ilişkiler, düşüncenin bireysel olarak açıklanması, bireylerin toplumsal çevrelerinde onları çevreleyen düşünce ortamı hakkında sahip oldukları algılamadır.” (Alemdar ve Erdoğan, 1998:294) Bu algılama yine bu bahsedilen öğeler tarafından belirlenmektedir.
Kamuoyu konusunda başvurulacak en önemli kavramlardan biri olan Neumann’ın Suskunluk Sarmalı Kuramı sorunu eleştirel bir yaklaşımla irdelemekte ve iktidar ilişkilerinin toplumsal düşünüş, tutum ve davranışlar üzerindeki etkilerini açıklamaktadır:
“Suskunluk sarmalı kuramı, yalnızca üyelerinin birbirlerini tanıdıkları grupların değil, toplumun da uzlaşmanın dışında kalan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanmaktadır. Toplum bunları dışlama ve ihraç ile tehdit etmekte, bireyler de belki genetik olarak belirlenen bilinçaltı bir dışlanma korkusu taşımaktadır. Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin benimsendiğini ya da reddedildiğini ve hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin taraftarlarının arttığını ya da azaldığını düzenli olarak kontrol etmelerine yol açmaktadır. Suskunluk sarmalı kuramı bu tür değerlendirmeleri yapmakta kullanılan istatistik benzeri bir duyunun varlığını da kabul etmektedir. Bu değerlendirmelerin sonuçları, insanların kamu önünde konuşma ve davranışta bulunma isteklerini etkilemektedir. Eğer insanlar kendi fikirlerinin kamuoyundaki uzlaşma içinde yer aldığına inanırsa, özel ve kamusal tartışmalarda yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar. Ama insanlar azınlıkta olduklarını hissederlerse, suskun ve temkinli davranırlar. Böylece kamu önünde kendi taraflarının zayıflığı hakkındaki izlenim daha da pekişir. Bu durum, geçmişten gelen değerlere sıkı sıkıya sarılan kararlı bir azınlık dışında, zayıf tarafın fikirleri tümüyle ortadan kaybolana kadar ya da bir tabu haline gelene kadar sürer...” (Neumann, 1997:226)
Burada Neumann tarafından yapılan açıklamalar ‘öteki’ kavramından ‘azınlık’a, düşüncenin kontrolünden bastırmaya birçok konuya değmektedir. Çünkü, “Her toplumun toplum olarak işleyebilmesi için, bazı bireyleri, bazı tavırları, bazı davranışları, bazı sözleri, bazı durumları, bazı karakterleri kendi alanı ve sistemi dışında bırakan bir dizi zorunluluk parçasına ayrılması koşuldur” (Foucault, 2003:216). Öteki olmadıkça egemen ideolojiyi savunan yapı ya da kişiler kendilerini çok net ortaya koyamazlar.
Yaratılan bir düşman ya da farklılıklar üzerinden insanları yönlendirmek (ya da kamuoyu yaratmak) daha kolaydır. Bu anlamda toplumun düşüncelerinin nasıl belirlendiğini ve kamuoyu kavramının bunu gizlemek için kullanıldığı rahatlıkla söylenebilir.
Kamuoyu oluşturmak demek bir konuda belli bir topluluğu yönlendirmek anlamına gelmektedir. Kapitalist devletin ve egemenlerin amacı ezilenleri yanlış yönlendirmek ve bilinçlerini çarpıtmaktır. “Kamuoyu savıyla bilinçlere ekilen düşünce, bireylerin her konu hakkında fikir sahibi olduğu ve bunu demokratik koşullarda ifade edebileceği; herkesin görüşünün demokratik toplum içinde aynı düzeyde etki ve değere sahip olduğu tek tek bireylerin görüşlerinin toplamının dağılımındaki yeterli çoğunluğun veya merkez yönelimin ‘kamuoyunu’ belirlediği ve bunun doğruluğu ve geçerliliğidir.” (Erdoğan 2000:34) Kamuoyu denilen şey egemenlerin belirlediği toplumsal düşünceden başka bir şey değildir. “Kapitalist mülkiyet ilişkileri ve siyasal güç yapısına bakıldığında, kamuoyunun anlamı oldukça özel bir biçim alır: Bilinç ve kitleleri yönetim aracıdır. Bu araç çok ender olarak kamu için ve kamu yararına kullanılır; çoğunlukla kamunun çıkarlarına ters düşer.” (Erdoğan 2000, s.34) Kamu dediğimiz halk bu yanılgıya düşmek üzere eğitilmektedir. Burada egemen ideoloji ve hegemonya sorunları tekrar karşımıza çıkmaktadır.
Kamuoyu oluşturulurken, yani toplum yönlendirilirken topluma kendileri üzerinde yapılan araştırmalar gösterilir. Ancak unutulmamalıdır ki “kamuoyu araştırmaları kolektif toplumsal düşüncenin çarpıtılmış bir resmini yapabilir.” (Berinsky, 1999:1212) Çünkü “kamuoyu araştırmaları kolektif toplumsal düşünceyi çok az yansıtır, çünkü bazı bireyler araştırma görüşmelerinin toplumsal baskısına boyun eğer kendi gerçek düşüncelerini aktarmaktan kaçınır.” (Berinsky, 1999:1210) Toplumsal yapı içersinde “bireylerin birbiriyle olan karşılaşması, onlar için, kendilerinin üzerinde bulunan, yabancı bir toplumsal güç üretir; birbirlerini karşılıklı etkilemeleri, onlardan bağımsız bir süreç ve güçtür” (Marx, 1999:134), bu güç iktidardır. İktidar bazen korkutur bazen ikna eder. “Korkuya karşı en genel savunma mekanizması; uyum sağlamaktır. (…) toplumun güçlerine boyun eğmektir” (Duhm, 1996:36). Bu durumda topluma gerçeğin farkına varanlar da korkudan susmakta ve topluma uyum sağlamak ve çoğunluğa biat etmek zorunda kalmaktadır. “(…) bireyler, yaygın sandıkları görüşler karşısında toplumdan soyutlanma korkusuyla, kendi görüşlerini söylemekten çekinmektedirler.” (Severin ve Tankard, 1994:443) Toplumsal anlamda genel düşüncenin aksine başka görüşleri benimseyenler dışlanma ya da başka korkularla susarlar, eğer baskıcı bir toplumsal yapı varsa susmak zorunda kalırlar. “Aynı şekilde bireyler, toplumda baskın olan görüşlere sahip olduklarını fark ettiklerinde de kendi görüşlerini söylemekte daha inançlı davranmaktadırlar. Baskın düşünceye sahip olanlar daha çok konuşmaya başlayınca, diğer bireyler suskun kalma eğilimi içine girmektedirler. Açıklanan görüşü hızla baskın duruma getiren eğilim sarmal şeklinde büyümektedir. Baskın görüşler de çoğu zaman medya aracılığıyla öğrenilmektedir.” (Severin ve Tankard, 1994:443-446). Kısaca özetlemek gerekirse egemen ideolojiyi benimsemeyenler susarken, egemen ideoloji taraftarları daha seslerini daha gür çıkarmakta hatta yeri geldiğinde saldırgan bir dil kullanmaktadır. Medya egemen görüşleri öğretme işlevini gören en önemli etkenlerden biri olarak kamunun önündedir.
İktidar toplumsal yapıdaki parçalılığın, çatışmaların üzerini örtmek için toplumsal bilinçte “oybirliği halinde olan bir kamuoyunun var olduğu fikrini kurmak, böylece onu kuran ve olanaklı kılan bir siyaseti meşrulaştırmak ve güç ilişkilerini güçlendirmek” (Bourdieu, 1995: 179) için uğraşır. Burada çoğu zaman medya devreye girmektedir. Medya egemen ideolojiyi her gün yeniden üretmekte, onun hegemonyasını sağlamak ve oluşan hegemonik çatlakları onarmak için gereken her şeyi yapmaktadır. Kapitalizm günümüzde medyayı elinden geldiğince etkili kullanmaktadır. “Günümüzde halk hala kendi bireysel kararlarıyla hareket ettiğini sanır. Aslında davranışları sosyal mekanizmalar tarafından biçimlendirilir. Halkoyu denen şey egemen özel ve kamu bürokrasisinin ürünüdür” (Horkheimer, 1986:.145). Bu ürün medya tarafından pazarlanmaktadır. “Medyanın ‘toplumsal amacı’ topluma ve devlete egemen ayrıcalıklı grupların ekonomik, toplumsal ve siyasal gündemlerini halka aşılamak ve bunları savunmaktır.” (Chomsky & Herman: 1998:100) Neumann’ın ‘Medyanın dillendirme işlevi’ dediği şey burada ortaya çıkmaktadır. “İnsanlara görüşlerini savunmakta kullanacakları sözcükleri, argümanları medya vermektedir. İnsanlar kendi bakış açılarına uygun, düzenli bir biçimde tekrarlanan ifadelerle karşılaşmayınca ‘dilsizleşirler’.”(Neumann, 1998:199) Yani kamuoyunu oluşturan insanlar aslında bilgiye sahip değillerdir, sadece sahiplerinin sesini yansıtan papağanlardır. Ancak herkes bu görüşe katılmamaktadır onlara göre insanların düşünceleri yönlendirilmektedir. Metin Işık kamuoyu yaratmayı bireyler açısından ele almaktadır:
“Gündem (kamuoyu) oluşturma, herşeyden önce bireylere nasıl düşüneceklerini değil, ne hakkında düşüneceklerini belirtmektedir. Bu süreçte birçok faktör rol oynamaktadır. Bireylerin sosyo-kültürel ve sosyo-demografik özellikleri, yaşı, cinsiyeti, gelir durumu, eğitim seviyesi, siyasal, toplumsal ve ekonomik olaylara duyarlılık düzeyi, okuma ve izleme alışkanlıkları gibi değişkenler izleyici tepkilerini oluşturmakta; sonuçta, gündem oluşturma sürecini olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir.” (Işık, 2002:77-78)
Tüm bileşenler ele alındığında toplumda çok farklı düşüncelerin ortaya çıkması beklenir. Ancak gelinen noktada eğitim, yaş, cinsiyet fark etmeksizin aynı fikirde olan binlerce insan olduğunu gördüğümüzde bunların medya kadar etkili olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Medyanın kitleler üzerinde etkili olduğu ve onu yönlendirme konusunda en etkili araç olduğu yapılan araştırmalarla da kanıtlanmıştır. Medya, kamuoyu oluşturma ve propaganda sayesinde özellikle siyasal anlamda kitleleri yönlendirmek için kullanılmaktadır.
“Kitle iletişim araçlarının bireylerin siyasal olaylara ilişkin açıklamalarının karmaşıklık düzeyi üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Bu etkinin en fazla kitle iletişim araçlarının güvenilebilir olduğunu düşünenler arasında görüldüğü de dikkate alınırsa, kamunun genellikle kitle iletişim araçlarınca verilen haberlere inandığını gösteren bulgular rahatsız edicidir.” (Milburn, 1998:265)
İnsanlar kitle iletişim araçlarını sorgulamadan ve ilettiklerini yorumlamadan kabul etmektedirler. Onlar için kitle iletişim araçları tarafsız ve sadece bilgi verme amaçlı kuruluşlardır. “Değişik bir dizi araştırma, televizyon izlemenin, özellikle de televizyon haberlerini izlemenin, insanların siyasal olaylara ilişkin düşüncelerinin karmaşıklık düzeyini düşürdüğünü göstermektedir.” (Milburn, 1998:266) Haberler yoluyla kitleler belli bir görüşe kanalize olmakta ve düşünmekten vazgeçmektedir. Bu anlamda medyanın desteklediği bir parti çok rahatlıkla hükümet olmakta ve düzen işlemeye devam etmektedir. İnsanlar ise demokrasi kandırmacası sayesinde kendi oylarıyla siyaseti belirlediklerini zannetmektedir.
Kamuoyu oluşturmak, kitleler üzerinde ideolojik ve hegemonik açıdan egemenlik kurmak demektir. Özkök, Horkheimer ve Adorno’nun toplum ve tahakküm kurma konusundaki görüşlerini şu şekilde özetlemektedir:
“Frankfurt Okulunun önde gelen iki üyesi, M. Horkheimer ve T. W. Adorno kitle üzerinde egemenlik kurma tekniklerinin önemini kabul etmekle birlikte bazı koşulların da dikkate alınması gerektiğini savunmaktadırlar. Onlara göre kitle demagoglarının başarı ya da başarısızlıkları yalnızca kitle üzerinde egemenlik kurma tekniklerine değil, aynı zamanda bu kişilerin daha güçlü iktidarların amaçlarıyla bütünleştirip bütünleştiremediklerine bağlıdır.” (Özkök, 1985:97)
Bu bağlamda medyayı yönetenlerin egemenler adına egemenlik kurmaları kadar kendilerini onların istek ve amaçlarıyla aynılaştırmaları da önemlidir. “ ‘Onlar her zaman daha önceden hazırlanmış toprağı işler. (Horkheimer ve Adorno)’ Bu yüzden hiçbir zaman kitleleri cezp etmek için belli bir yöntem yoktur. Emrinde kitlesel medya bulunan kişi ve grupların kitleler üzerinde kesin bir egemenlik kurabileceği görüşüne gelince Adorno ve Horkheimer o denli kesin konuşmaya yanaşmazlar.” (Özkök, 1985:97)
Ancak şu bir gerçektir ki o günden bugüne çok şey değişmiş medya çok farklı bir yere gelmiştir. Teknolojik açıdan hayatın tüm alanlarına, kılcal damarlarına kadar giren ideoloji, medya aracılığıyla kendini çok güzel pazarlamaktadır. Haberler, cep telefonları ile hem yazılı hem görsel olarak cebimizde durmaktadır. Adorno ve Horkheimer bunları görseler çok daha farklı ve kesin konuşurlardı. Öte yandan onlardan çok daha sonra ortaya çıkan düşünürler, medyanın etkilerini pek ciddiye almamışlardır.
Yakın zamana kadar egemenlerin medya aracılığıyla insanların düşüncelerini belirlediği görüşüne saçmalık gözüyle bakıldı. Ancak artık birçok düşünür, araştırmacı ve medya konusunda çalışan insan medyanın etkilerini daha net bir şekilde ifade etmektedir.
Neumann medyanın etkilerine ilişkin geleneksel yaklaşımları eleştirir ve iletişimsel alanda doğal gibi gösterilenin ideolojiden soyunuk olmadığını aslında egemen ideolojinin tam da bu doğallıkta gizlendiğini ortaya koymaya çalışır:
“Medyanın etkileri uzunca bir süre görmezden gelindi; burada basit bir neden-sonuç ilişkisi olduğu görüşü hakimdi. Medyadaki bir söylem neden olarak, okuyucular, dinleyiciler ve seyircilerin kanaatlerindeki değişimler ya da kanaatlerin pekiştirilmesi de sonuç olarak ele alındı. Medyanın etkileri iki insan arasındaki doğal konuşma süreci gibi görüldü; biri diğerine bir şey söyler öbürü de ya görüşünü pekiştirir ya da değiştirir. Oysa medya etkisinin gerçekliği çok daha karmaşıktır ve iki insan arasındaki konuşma modelinden tamamen farklıdır. Walter Lippman bize medyanın sayısız tekrarlarla nasıl stereotipler oluşturduğunu ve bu stereotiplerin ‘ara dünya’nın yapıtaşları olarak insanlarla nesnel dış dünya arasındaki ‘sahte gerçekliğe’ nasıl hizmet ettiğini göstermiştir. Ayrıca Luhmann da medya tarafından beslenen kamuoyunun ‘gündem belirleme’ işlevini gözler önüne sermiştir: Nelerin acilen ele alınması lazım? Herkes neyi tartışıp konuşmalı? Bütün bunlara medya karar verir.” (Noella-Neumann, 1998:80)
Neuman’ın görüşlerini özet olarak, azınlıktaki bir iktidar grubunun geniş kitlelerin bilinçlerini etkileme ve biçimlendirme gücünde olduğunu iddia etmektedir; “Kitle iletişim araçları ile önce bir dünya imajı çiziliyor, ardından da çizilen bu imaj hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze ediliyor. Bir başka deyişle üzerinde düşünülecek dünya da, bu dünya hakkında düşünülebilecek şeyler ve düşünme biçimleri de bir avuç insan tarafından tayin ediliyor.” (Avcı, 1990:180)
Kamuoyunun düşüncelerini belirleyen ve yeniden-üreten araç olan medya egemenler açısından vazgeçilmezdir. Çünkü medya sayesinde kamuoyu istenilen şekilde düşünmekte, tepki vermekte ve tüketmektedir.
Fikirlerin özgürce açıklanabilmesi ‘kamuoyu’nun oluşumunun ilk basamağını oluşturur. İkinci basamak ise düşüncelerin özgürce açıklanıp kısıtlama olmaksızın başkalarına iletilebilmesidir. Üçüncü basamakta, iletilen bilgi ve düşünceler, algılanarak yorumlanır. Genellikle fikirlerin iletilmesinde medyadan, algılanması ve yorumlanmasında da propaganda tekniklerinden yoğun olarak söz edilir. “Propaganda ise kısaca, kamuoyunu etkilemek için gerçek, yarı gerçek ya da yalan bilgiler yaymada simgeler aracılığıyla inanç, tutum ve davranışları etkileme yönünde sistemli gayretlerin tümüne verilen addır.” (Bektaş, 1996:153) Dolayısıyla, propagandanın amacı, kamuoyunu belirli bir amaç yönünde etkilemek ve daha sonra da onda istendik davranış değişikliği yaratmaktır. Bunun için de kitle iletişimine olanak veren her türlü aracın, özellikle medyanın, propaganda tekniklerinin uygulanabildiği en uygun ortamlar oldukları söylenebilir. (SÇ/EKN)
--------------------------------------------
Kaynakça
-Alemdar, Korkmaz ve İ. Erdoğan. Başlangıcından Günümüze İletişim Kuram ve Araştırmaları, My Yayınları, Ankara 1998
-Avcı, Nabi. Enformatik Cehalet, Rehber Yayınları, İstanbul 1990
-Bektaş, Arsev. Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, Bağlam Yayınları, İstanbul 1996
-Bektas, Arsev. Siyasal Propaganda, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2002
-Berinsky, A:J. “The Two Faces of Public Opinion”. American Journal of Political Science, Vol.43. No.4. Wiley P. 1999
-Chomsky, N. ve E. Herman. Medyanın Kamuoyu İmalatı, Chiviyazıları, İstanbul 2004
-Duhm, D. Kapitalizmde Korku, Ayraç Yayınları, Ankara 1996
-Erdoğan, İrfan. Kapitalizm, Modernleşme, Postmodernizm ve İletişim, Erk Yayınları, Ankara 2000
-Foucault, M. İktidarın Gözü, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003
-Hançerlioğlu, Orhan. Toplumbilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1996
-Horkheimer, Max ve Theodor W. Adorno. Aydınlanmanın Diyalektiği II, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1996
-Işık, Metin. Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Eğitim Kitabevi, Konya 2002
-Leonard Doob, , Public Opinion And Propaganda, New York: Archon Books, 1966
-Mutlu, E. İletişim Sözlüğü. Ark Yayınevi, Ankara 1994
-Neumann, E. N. “Suskunluk Sarmalı Kuramının Medyayı Anlamaya Katkısı”, Medya, Kültür, Siyaset (Der.) S. İrvan. Ark Yayınları, Ankara 1997
-Noella-Neumann, Elisabeth. Kamuoyu Suskunluk Sarmalının Keşfi, Dost Kitabevi, Ankara1998
-Marx, Karl. Grundrisse, Sol Yayınları, Ankara 1999
-Milbum, Michael A. Kamuoyu ve Siyaset, İmge Kitabevi, Ankara 1998
-Özkök, Ertuğrul. İletişim Kuramları Açısından Kitlelerin Çözülüşü, Tan Yayınları, Ankara 1985
-Severin, Werner J. ve James W. Tankard. İletişim Kuramları, Kibele Sanat Merkezi, Eskişehir 1994