*İllüstrasyon: Özge Öz/Kaos GL, Fotoğraflar: bianet, sosyal medya
Uzun süredir siyasal iktidarın LGBTİ+ları hedef gösterdiği, muhalefetinse muhafazakâr seçmeni küstürmeme kaygısıyla körüklenen bu nefret iklimini seyretmekle yetindiği bir dönem yaşıyoruz.
Aşırı sağın küresel ölçekte tırmanışa geçtiği şu günlerde ataerkil kapitalizm, ırkçılık, militarizm, mizojini, homofobi ve transfobi de paralel şekilde katlanarak artıyor.
LGBTİ+ Fobi
Öyle ki gözlemlerimiz, can sıkıcı olmanın yanında tüm bu kurumların "erkek kardeş" olduklarını da doğrular nitelikte.
Hâl böyleyken ve Onur Ayı da gelmişken iyice sistematikleşen LGBTİ+ fobinin teşhiri ve mücadele ağlarının genişletilmesi ihtiyacı daha bir hasıl olmuş durumda.
Bilindiği üzere 28 Haziran 1969'da New York polisinin Stonewall Inn ismindeki gay barına saldırması ve bunun üzerine gelişen kitlesel kolektif direniş neticesinde Haziran ayının tüm dünyada Pride yani Onur ayı olarak kabul görülme mücadelesi veriliyor. O tarihten bugüne biz lubunyalar varoluşumuzun meşruiyetini haykırdık. Bize zorunlu heteroseksüelliği dayatan devlete, aileye ve gerici topluma "alışın, barışın, burdayız" demeyi bildik.
Weimar Almanya'sının ceza kanunlarının saf ve pak bir toplum istemi ile bir gecede kimliklerini cezalandırdığı LGBTİ+lar Yahudi ve Çingeneler gibi toplama kamplarına sürüldü ve yakalarına takılan siyah pembe üçgenler ile istismara ve aşağılanmaya açık bir şekilde ölüme terk edildi. Bundan yıllar sonra bu zulmün kurbanları olan Yahudiler ve Çingenelerden bahsedilirken lubunyalara hiç değilmemesine karşın en çok da Nazi'ler düşerken "artık yasalım" diye haykırarak hâlâ hayatını kaybetmemiş mahkûm lubunyalarla gurur duymak, onları onur nişanesi bellemek anlamlı.
Öncülerimizin bize aktardığı çetrefilli mücadele geleneğimiz sayesinde toplama kamplarından, onarım terapili kliniklere, ruh sağlığı merkezleri ve cinsel esaret temelli insan tacirlerden, bugünlere gelmek bizler için şüphesiz göz dolduruyor
Üzülerek ifade etmek gerekiyor ki eşcinselliğin hâlâ yasak olduğu birçok ülke var. Bu gösteriyor ki “artık yasal” olmayı bekleyen sayısız yoldaşımız için kat etmemiz gereken yollarımız uzun ve çetin.
Peki patriyarkanın iddia ettiği gibi meselemiz basit bir cinsel düşkünlük ve dolayısıyla sapkınlıktan mı ibaret, öyle ise bunu neden dört duvar arasında yapmak yerine ahlaksızlığı meşrulaştırıp temiz bir nesil imkanına tehdit oluşturuyoruz?
Her şeyden önce biz cinsel “azınlıklar” var olmak istiyoruz. Duygusal, cinsel, tensel ve sosyal gerçekliklerimizin gerici, dinci, kinci ve mukaddesatçı tehditler karşısında anayasal bir teminat altına alınmasını, ayrımcılık yasağına cinsel yönelim ibaresinin eklenmesini, cinsel yönelimimiz gerekçesiyle bizlere yapılan her türlü saldırının ağırlaştırıcı sebeple cezalandırılmasını istiyoruz.
Eşit birey eşit yurttaş olmak istiyoruz
Kendini "Ayetel Kürsi çocukları" olarak niteleyip bizi "LGBT çocukları" diye hedef gösteren bir içişleri bakanının hüküm sürdüğü bir ülkede insan haysiyetine yaraşır bir yaşam istiyoruz. Diyanet ‘in coraavirüs sebebi olarak gösterdiği biz lubunyaların “hayvanlarla evlenecekleri” gibi izahı olmayan ve istismarı meşrulaştıran bakan
Süleyman'ın işkence edeceği hortumların rengini suç mağduru trans kadınlara seçtiren Hortum Süleyman’ın aksine bizler Ahmet Yıldız ve Hande Kader’leri öldüren bu sistemik nefret içinde yaşamak istiyoruz.
Devletin en temel negatif yükümlerinden olan öldürmeme ödevinden sonra da istediklerimiz var elbette. Aile kurma hakkımızın olmasını, eş olmaktan doğan sağlık sigortasından yararlanmayı, bir hastalık durumunda refakatçi olmayı, vefat halinde kanuni mirasçı olmayı, kaybettiğimiz eşlerimizin naaşlarını alıp dini vecibelerini yerine getirebilmeyi en basit anlatımı ile yas tutabilmeyi istiyoruz. Sözün önü birilerinin yelpazesinin bir rengi değil LGBTİ+lar olarak siyasal bir özne olmak, tıpkı natrans heteroseksüeller gibi eşit birer yurttaş olmak istiyoruz.
Peki ne istemiyoruz? Kamu idarelerinde cinsel bozukluğa sahip olarak görünmemeyi, belirlenen etik ve estetik standartlar dışında giyinip hareket edince ahlaka aykırı davranma bahanesiyle yargı tacizine uğramamayı, açık kimliklerimizle çalıştığımızda mimlenip işten çıkarılmamayı, bütün varlığımıza cinsel indirgemeci bir tavırla yaklaşılmamasını, varoluşlarımızın siyasiler eliyle bir kara propaganda malzemesi yapılıp devamlı suçlulaştırılmasını, hali hazırda var olan ön yargıların kemikleşmemesini, partnerlerimizin ve birlikteliklerimizin doğal olmayan ilişkiler olarak
nitelenmemesini, dolayısıyla sigorta ve miras haklarımızı kullanmanın bir önşartı olarak heteroseksüel bir evliliğe zorlanmamayı istiyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizler için “yok böyle bir şey” söyleminin aksine cisheteroseksüellerin var olduğu ilk andan beri var olduğumuzu, yerleşik ön yargı, yaftalama, nefret ve bilinçsiz yaklaşımlara ve “sapkın” ithamlarına karşın meşruiyetimizi hayatlarımız ve bedenlerimize yönelen işgal ve istilalar karşısında verdiğimiz mücadeleye dayandırıyoruz.
Toplama kampları ve idam sehpalarından, Esat Eryaman ve Ülker/Bayram Sokak’a bugünlere özgürlüğün önünü açma ve kaderimizi tahakküm güçlerinin eline bırakmamaktaki motivasyonumuz, muhakkak eşitleneceğimiz ve özgürleşeceğimiz günün geleceği tahayyülünde saklı.
Bu yazı vesilesi ile belirtmek gerek ki sana söz lubunya, özgürlüğün geldiği o gün, o gün bizlere ölmek yasak lubunya. Sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına, selam ve sevgilerimle..
(EL/EMK)