Fotoğraf: Yura Forrat, Pexels
Gülhaneden bu yana “döl” arayışımız sürüyor. Arayışın gerilim yaratmaması, diyalektik üretmemesi Hakikat üretmemize mani oluyor. Böyle savlıyoruz. Bu yazılama dizisinin varlık nedeni de bu sav. Aynı yerde otlamak. Ama muradı bu değil, bunu ifşa edip aşılabileceğine, bunun yolunun çözümlemeden, anlamadan ve uygun yöntemi geliştirip uygulamaktan geçtiğini göstermek.
Hem hocam hem de yakın bir dostum iki yılı aşkın zamandır kanser. Sancılı bir tedavi süreci işliyor. Hane içinden bir yakını olarak yanında olmaya gayret ediyorum. AKM’de davetli olduğu bir konsere eşlik etmemi istedi. Onur ve mutluluk duyarak kabul ettim. Birlikte konseri dinledik. Tek kelime ile eşsiz bir şölendi. İnsanın kültüre ve sanata neden ihtiyaç duyduğu ancak bu denli ete kemiğe büründürülebilirdi. Öyle de oldu.
Konserden sonra tramvay ile Sultanahmet’e giderken ironik biçimde tam da Galata köprüsü üzerindeyken şöyle bir soru sordu: “Metin, ne iktidar ne de muhalefet, kimse kültürden söz etmiyor. Kültür, kimsenin umurunda değil. Halk desen zaten geçim derdinde.” deyiverdi. Bütün yaşamını genelinde kültüre özelinde sanata vakfetmiş bir insanın bilincinden süzülen bu sözlerin haber değeri olduğu kanaatindeyim. Kültüre dair sözler pek çok kişinin dilinden dökülebilir; zaman zaman Erdoğan'ın kütür konusunda başarılı olamadıklarını dile getirdiği konuşmalarında zaman zaman ‘muhafazakar sanat’ mugalatasında; bunu da aşan ‘muhafazakar sanat’ manifestosunda da tekrar edilen “İslamcıların ‘Batının ilmini ve fennini alalım, kültürünü almayalım.” abukluğunda…
İşin trajik yanı bilincine sıcak gündem çöreklenen entelektüel çevrelerin iki temel derdi olduğu söylenebilir: Demokrasi ve ekonomi. Ekonominin de demokrasi ile çözüleceği savlanınca gündemi, tek kelime ile Demokrasi kaplıyor. Hayat pek çok kavramın bir araya gelerek ördüğü bir ağ; demokrasi başka pek çok şey ile ilişkili de olsa, ağın başat kavramı olsa da zamkı değil, ağın bileşenlerinden yalnızca biri. Yazılamanın konusu bu nedenle kültür. Kültüre dair bir değinin ya da bu dizideki ifadeyle ilginin yerinde bir tasarruf olacağı kanaati oluştu.
Bingöl Elmas'ın Komşu Komşu! Huuu! Belgeseli'nden... Fotoğraf: Mehmet Eren Bozbaş
Hayat -ama büyük harfle Hayat- iyi-doğru-güzel kavramlarının bileşkesidir. Bunları bir araya getiren zamk demokrasi değil kültürdür. Neticede demokrasi de bir kültürdür anlam evreninde olan her şey gibi. O nedenle kültürü, Hayata rengini veren ana değişken, zemin ve zamk ile metaforlaştırıyoruz.
Kültür, en geniş anlamıyla insan ürünü her şey diye yerinde dile getirilir. Dil, kültürün taşıyıcısıdır. Kültür, anlamdır. Kültür, insanın dünyaya yönelmesinin ürünüdür. İnsanı, kültürel bir varlığa dönüştüren bu yöneliş sürecidir. İnsan, söz konusu yönelişin hem nesnesi hem de öznesidir. İnsan bu nedenle kültürel bir varlıktır. Uygarlık adını verdiğimiz tarihimiz, bir bakıma, türümüzün kültürelliği ile biyolojikliğinin çatışması olarak da okunabilir. Bu çatışmadan göreli bir denge ya da uyum yaratabilen toplumlar Hayatı zenginleştirerek varlıklarını sürdürebiliyorlar.
Her ne yaşıyorsak kültürel bir zemin içinde ya da üzerinde varlık kazanıyor. Orada/n yükseliyor Hayat. Kültür, neyi niçin yaptığımızın arkaplanını oluşturan yapısal bir değişken aynı zamanda.
Gülhane’den Gezi’ye giden yolda ya da süreçte bu yazılamada sıkça mimariden devşirdiğimiz metaforlardan biriyle söylersek zeminsiz bir mekana yapı yapmaya uğraşıyoruz: Ya yel alıyor ya yer hareketleri neticesinde yıkılıyor ya malzemeden çalınıyor ya bugün yapıp üzerine yarın düşünmeye başlıyoruz, başlayınca da hemen yıkıyoruz ya… Neticede bir türlü o iş olmuyor yani her ne ise yerli yerine oturmuyor. Sürekli şantiye halinde olmaklığın zeminsizlikle ilişkisi bu olsa gerek. Kültürün işte bir türlü olduramadığımız o zemin olduğu kanaatindeyiz.
Gülhane’den itibaren modernleşme süreci vites büyütür. Gülhane, bir bakıma bunun metin haline gelmesidir. Kayıt altına alınmasıdır. Bir üst anlatı olarak -şüphesiz harici güçlerin domine etmesi göz ardı edilmemeli- Hayata dokunmaması söz konusu değil/di/r. Öyle de olmuştur. Göreli özgürlük özellikle asırlardır eşit yurttaşlık statüsünde olmayan ‘azınlıklar’ın potansiyellerini gerçekleştirmeleri dolayımıyla yeni bir toplumsallık üretir. Kültür, Hayattan -ki özü gereği devingendir- etkilenir. Göreli özgürlük Osmanlı toplumunda okulların açılmasına, gazetelerin çıkarılmasına olanak sağlar. Toplum konuşarak, öğrenerek, tartışarak, örgütlenerek de kendini ifade etmeye başlar. Harcı yeniden karılan Osmanlı toplumu, eşit yurttaşlık üzerinden yeni bir toplumsallık, kamusallık, politiklik üretir. Verili durumu kavramak da bir kültür istediğinden şimdiden maziye baktığımızda sütün döküldüğü, vazonun kimi parçalarının tamamen un ufak olarak kırıldığı söylenebilir. Ama bu başka yazılamaların konusu oldu, olacak.
Şimdi gelin bu yazılamanın izin verdiği ölçüde bir tür retrospektif yapalım. Yani şimdiden başlayarak maziye doğru hükümetlerin, kültür politikaların ve bunları yürütecek nazırların ya da bakanların kimler olduklarına, nasıl çalıştıklarına, politikalarına bakarak kültürün habitatımızdaki izini sürelim.
Osmanlı’da 18. yüzyılın sonuna değin hükûmet yapısı Divan-ı Hümayun’dur ve Padişah başkanlık eder. Üyeleri Vezir-i Azam, Kubbealtı Vezirleri, Defterdar, Sadaret Kethüdası, Nişancı, Reis-ül Küttab ve Çavuşbaşı gibi devlet görevlilerinden oluşur. Toplantılara, ihtiyaç halinde Kaptan-ı Derya ve Yeniçeri Ağası da katılır. Zamanla başkanlığı Padişah yerine Vezir-i Azam (Sadrazam / Başbakan) yürütür. Sadrazamın özel ikâmetgâhı olan Bab-ı Ali de zamanla Osmanlı Hükûmetini temsil eder. Reform, yenileşme ya da modernleşme döneminde Sadrazamın başkanlık ettiği ve nazırlardan (bakanlar) oluşan Hükümet sistemi kurumlaşır. Hükümeti oluşturan nazırlıklar (bakanlıklar) arasında hars ya da kültür yoktur: Adliye Nezâreti, Bahriye Nezâreti, Dahiliye Nezâreti, Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti, Harbiye Nezâreti, Hariciye Nezâreti, Maârif-i Umûmiye Nezâreti, Maliye Nezâreti, Posta ve Telgraf Nezâreti, Ticaret ve Ziraat Nezâreti, Umûr-ı Nâfia Nezâreti.
Şimdi Cumhuriyet dönemine bakalım ve kültür bakanlığının ne zaman kurulduğuna, hükümetlerin kültür politikaları olup olmadığına.
Önceleri Başbakanlığa bağlı olan Kültür Müsteşarlığı, 1971’de kurulan Kültür Bakanlığı’na bağlanır.1972 tarihinde yeni bir kararla Bakanlık yeniden müsteşarlık haline getirilerek Başbakanlığa bağlanır. 1974’te yeniden kurulur. 1977 yılında Kültür Bakanlığı kaldırılır yerine Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı kurulur. Aynı yıl Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı kaldırılır, yeniden Kültür Bakanlığı kurulur. 1982’de Kültür Bakanlığı kaldırılarak Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ile birleştirilerek adı Kültür ve Turizm Bakanlığı olur. 1989 tarihinde Kültür Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan ayrılarak yeniden Kültür Bakanlığı olur. Günümüzdeki haliyle T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 10.07.2018 tarih ve Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı 1. Nolu Kararnamesi ile kurulmuştur. İlgili kararnamede sekiz madde altında toplanan görev ve yetkilerinin ilkinde kültüre yönelik kavrayış şu şekilde dile getirilir: Millî, manevî, tarihî, kültürel ve turistik değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve bu suretle millî bütünlüğün güçlenmesine ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmak.
Sıkça açılıp kapanan, turizmle, milli eğitimle birleştirilen kültür bakanlığı makamına kimler oturmuş dönemleriyle birlikte serimleyelim.
Kültür Bakanları (1971-1981)
Talât Sait Halman, Hayriye Ayşe Nermin Neftçi, Rıfkı Danışman, Avni Akyol, Ahmet Taner Kışlalı, Tevfik Koraltan, Cihad Baban
Kültür ve Turizm Bakanları (1981-1989)
İlhan Evliyaoğlu, Mükerrem Taşçıoğlu, Mesut Yılmaz, Tınaz Titiz
Kültür Bakanları (1989-2003)
Namık Kemal Zeybek, Gökhan Maraş, Fikri Sağlar, Timurçin Savaş, Ercan Karakaş, İsmail Cem, Köksal Toptan, Fikri Sağlar, Agah Oktay Güner, İsmail Kahraman, Mustafa İstemihan Talay, Burhan Suat Çağlayan, Hüseyin Çelik, Erkan Mumcu
Kültür ve Turizm Bakanları (2003-günümüz)
Erkan Mumcu, Atilla Koç, Ertuğrul Günay, Ömer Çelik, Yalçın Topçu, Mahir Ünal, Nabi Avcı, Numan Kurtulmuş, Mehmet Ersoy
Yaklaşık elli yıllık süreçte Fikri Sağlar dışında iki kez bakanlık koltuğuna oturan olmamış. (Erkan Mumcu, kültür ve turizm bakanlıkları birleştirilince adı iki kez çıkar.) Burada toplamda 32 kişinin adı anılmıştır. Kültür dünyamızdaki yerleri ne olduğu sorusunu sorup şu anda bakanlık koltuğunda formasyonu işletmecilik olan bir iş insanının (ETSTUR ve MaxxRoyal otellerinin sahibi) oturduğunu hatırlatıp düşünmemizi sürdürelim.
Geç Osmanlı döneminin kimliksel, emperyal, kültürel hegemonya için antikitenin değerlerine dair tutumu ile yenisi olmak iddiasındaki nepotizmden zehirlenen aşiretimsi ucubelikten muzdarip yapının kavrayışı arasındaki benzerlik şaşırtıcı değildir. Günün sonunda kocaman “Kimiz biz?” sorusu var. İstanbul Arkeoloji Müzesi, kaçırılan trene son anda binme telaşıdır. O da olmadığın şeye öykünme momentinde. Bergama Sunağı, Padişah izniyle gönderilen eserler anılabilir. Benzer tutuma Yenikapı metro inşaatı sürecinde bulunanların -ki İstanbul ve insanlık tarihi için çok önemli hatta yeniden tarih yazımını gerektirecek denli önemli keşifler olmasına rağmen- Erdoğan’ın “3-5 çanak çömlek Marmaray'ı 4 yıl geciktirdi. Yazık değil mi günah değil mi?” dediği Yenikapı kazıları ile Beşiktaş’taki metro kazıları. İstanbul'un neolitik dönemdeki MÖ 6500-3000 yılları arasındaki boşluğu dolduran bulgulara ulaşmamızı sağlayan kazı çalışmalarının en yetkili makamca yorumu ‘3-5 çanak-çömlek’ olunca kültürün referansı da belirginleşiyor. O her yerdeki “biz”i kendini ve kendine dair fantazyasını referans alarak inşa ediyor.
Günün sonunda kim olduğumuz kocaman bir soru olarak orada önümüzde duruyor. Bunu anlamanın toplamıdır kültür aynı zamanda. Bütün bilimler, sanatlar, dinler ve felsefeler, insanın tür olarak ayağa kalktığı günden bu yana sorduğu üç temel sorunun yanıtını ararlar. Hayat, dört ayaklı bir yapının içinde yaşanandır. Kültür, işte bu dört ayaklı yapının bir bakıma kubbesi, bir bakıma da zeminidir. Her biri bir araya gelir ve bizim yan anlamıyla Dünyamızı belirir. Bu Dünya diğer deyişle Kültür, içinde yaşadığımızdır Hayat/ımız.
Kültürü anlamak, bir bakıma içinde yoğurulduğumuz Hayatı/mızı anlamaktır. Kuçuradi, kültür kavramına dair yaptığı anlam çözümlemesinde çoğul anlamıyla kültürü, bir ülkenin kültürünü, yani taşıyıcısı kişilerin değil de grupların olduğu kültürü, o andaki insana bakış ve değerlilik anlayışıyla beliren bir kavram olarak ele alır. Bu anlamıyla kültür, bir grupta o anda yaygın olan insan anlayışı ve değerlilik anlayışı olarak karşımıza çıkar. Ona göre kültür, o grubun yaşamın bütün boyutlarına sinmiş anlayışlar bütünüdür. Kültürün tarihselliği göz önüne alındığında bir gruptaki kültürün gelişmesi ya da ilerlemesinden ise, kişilerin insan olarak olanaklarının gerçekleşmesini sağlayan etkinliklerin o grup tarafından geliştirilmesi anlamına gelir. Kültür kavramının kullanıldığı bağlamlar düşünüldüğünde diğer tüm kavramlarda olduğu gibi bu kavram özelinde de bilgi ve felsefe ekseninde bir bakışa ihtiyacımız olduğu açıktır. Oysa içinde nefes aldığımız habitatımızın kültüre bakışsızlığın da ürünü olabilecek politikasızlık, bu yazılamaya da adını verdiği şekliyle kültürsüzlüğe götürüyor.
Kültür, göreli süreklilikte varlık kazanır. Bunu sağlayansa teknik bir terimle kurumlaşma, kurumsallaşmadır. Aktarım dediğimiz olgunun gerçekleştiği zemin kurumlardır. Keyfi biçimde yap-bozla hareket edildiğinde göreli birikim her seferinde ihmal edilir, bunun kaçınılmaz sonucu o birikimin ölmesi, deneyimlerin aktarılamadan unutulmasıdır. Oysa ondan beslenebildiğimiz, sürekliliğimizi sağladığımız ölçüde problem çözme gücümüz de mukavetimiz de gelişebilir, böylece Dünyamızı anlamlandırabiliriz. Çünkü her ne yaşıyorsak yaşadığımızı anlamlandırmada kilit kavramdır kültür. Çünkü kültür dolayımıyla dünyaya yöneliyoruz. Geniş anlamıyla kültürle kültürü anlayıp yaşıyoruz.
Kültür, göreli ahenk ister. Dünyayla ilişkilenmek ile dünyaya göreli denge ile yaklaşmak bir ve aynı şeyler değil. Her nesnenin ideolojisi var; kombili bir dairenin de internet erişimi olan bir cihazın da. Bunları bağlamından koparamayız. Biz, Gülhane’den bu yana kopar(ıl)ma yaşıyoruz Deyim yerindeyse sürekli dölle(n)me telaşındayız. Buna dair soruşturma, farklı farklı bakımlardan bu dizinin farklı başlıklarında soruşturma konusu yapıldı, yapılacak. Şimdi bağlamımıza yani kültüre dönelim.
Tanım, özü gereği bir referansa ihtiyaç duyar. Nereden alacağız? Aldığımız yer, şüphesiz bizim baktığımız yeri ve gördüklerimizi belirler. Sözlüklere -bilincimizin taşıyıcısı olan sözlüklerimizin o hiç zarar görmeyen anlam müzelerine- girelim, girip bakalım etimolojilerine, sözlüklerdeki yani anlam dünyamızdaki temsillerine.
Ekin, Eski Türkçe ekin “ekilen şey, tahıl” sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Eski Türkçe ek- fiilinden Eski Türkçe +In ekiyle türetilmiştir. İkincil anlamı Ziya Gökalp'in popülerleştirdiği hars "tarım" > "kültür" sözcüğünün yeni dile uyarlamasıdır. Her iki sözcük Fransızca culture "1. tarım, 2. kültür" çevirisidir.
Hars, Arapça ḥrs̠ kökünden gelen ḥarṯ حرث “kültivasyon, tarla sürme, tarım” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça ḥaraṯa حرث “toprağı sürdü, ekip biçti” fiilinin faˁl vezninde masdarıdır. (NOT: Bu fiil İbranice ḥāraş חָרַשׁ “1. kazmak, hakketmek, 2. toprak sürmek, 3. yazı yazmak” fiili ile eş kökenlidir.)
Kültür, İngilizce ve Fransızca culture “1. ekip biçme, tarım, 2. terbiye, eğitim, 3. bir toplumun (eğitim yoluyla elde edilen) töre ve simgeleri” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince aynı anlama gelen cultura sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince colere “ekip biçmek, toprak işlemek” fiilinden +(t)ura ekiyle türetilmiştir.
Gülhane Hattı Hümayun metnine yeniden bakalım bu gözle. Kültüre dair ne var? Sonra göreli kırılma anlarına gidip Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in kültür politikalarına. En son da Altılı Masa adı verilen ve Türkiye’yi güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye geçireceğini yani rejimi değiştireceğini iddia eden ve 28 Şubat’ta kamuoyuyla paylaşılan 20 sayfalık 3826 kelimeden oluşan metinde kültüre dair ne var? Kültür kelimesi bir kez geçiyor; bağlamı da şu: “Söz veriyoruz: Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemde, temel hak ve özgürlüklerin tamamını ve kurumsal kültürün (Vurgu VMK) hakimiyetini güvence altına alacağız.”
Sıklıkla kültürel özcülük yapılır. Retorikler havada uçuşur. “Şanlı tarihimiz, ecdadımız, yüceliğimiz…” her biri bir araya gelir ve adına hamaset kakofonisi dediğimiz orkestra çıkar. Hem icracılar hem de dinleyicilerin geniş anlamıyla kültür dünyaları böyle kurulur. Latinlerin “Sakalı ve hırkayı görüyorum ama filozof nerde?” (Video barbam et pallium philosophum nondum video) sözü ile Yunus Emre’nin "Dervişlik olaydı taç ile hırka, Biz dahi alırdık otuza kırka.” dizeleri de yapının taşıyıcı ayağını yani kültürü imler.
Hayatı dört ayaklı kültürün kubbe olduğu yani bütün ayakları bir araya getiren ve göreli ahengi olan bir yapının kubbesinin altında yaşananlar olarak dile getirdik. Uyum, tutarlılığa içkindir. Ancak tutarlılık kavranabilir olmadığındaysa inanç edimi ile bağlanma ya da ilişkilenme gerçekleşir. Bu da bilgi ile birlikte eleştiriyi de dışlar. Geriye fantazya içinde bir evren kalır ki gerçeklikten kopukluk tam da budur. Hakikatimsilik buradan beslenerek canlanır ve kendine yer bulur. Ne dört ayak sağlam ne de bunları organik biçimde birleştiren kubbe. Bunu su basmanı beton, duvarları sıvasız tuğla, ikinci katın habercisi yandan merdiven ile tavandan yükselerek göğü delen paslanmış demirlerle gecekondu.
Gülhaneden bu yana bu resmi değiştirmek iddiasındaki İktidarlar, nedense her seferinde çağ atlatmayı vaat ediyorlar. Bu vaadin kendisi sorunlu çünkü çağ atlanmaz. Çağ yaşanır; çağın değişmesi birbirine geçen onlarca yılda gerçekleşir ve bir kuşağın teneffüs edebileceği bir olgu değildir doğası gereği. Bu çağ atla(t)mak dahi kültürü indirgeyici (redüktif) mantıkla belli türden bir simgeye ya da somut varlığa indirgemektir. Mesela televizyona, arabaya, ikinci konut olarak yazlığa, diploma sahipliğine, gökdelenlere, köprülere, tünellere… Oysa kültür, tıpkı hayat gibi bunlardan herhangi birine indirgenemeyendir, bunların toplamıdır. Kültürü bağlamında arkaplanıyla ele almak, kurumsal bir bellekle olanaklıdır.
Kültür kelimesinin etimojilerinde ortak olan toprağı işlemek, birikimi sabırla aktarmak; kilit kavramın yerleşiklik olduğu söylenebilir. Yerleşiklik, yaşanan yerin yurda dönüştürülmesidir. Yersizliğe Bir İlgi adını verdiğimiz yazılamada “Gülhane'den bu yana yer arayışımız bitmiyor.” diyoruz, bu arayış kültüre dair kavrayışımız değişmedikçe, kültür politikalarını yap-bozdan kurtarmadıkça sürecek… Havanda su dövenlere selam! (MVB/AS)