Taksicilerden memleketi anlamaya çalışmayacak kadar yaşım var artık. Ama yine de bazen öyle karşılaşmalar oluyor ki, insan 'yok artık' diyor.
Bugünün 'yok artık'ı bir taksiciden.
Mesafe kısa aslında. Şişli'den, Asmalımescit'e. Trafik yoksa en fazla on dakika. Varsa, durum vahim. Zaten Taksim trafiği yüzünden kendimize sürekli alternatif yol arıyoruz, delirmemek için. Pek de alternatifimiz kalmamış aslında. Yol belli. Kasımpaşa'ya gelir gibi yapıp, Dolapdere'den, Ömer Hayyam'dan yukarı çıkmak. Kasımpaşa ayrımına kadar yolculuk sessiz. Trafiğin tıkanmasıyla sessizliğin bozulması aynı anda hemen hemen.
Ah işte, trafik diye söylenecekken, taksici beyle aynı anda fark ediyoruz ki, trafiğin sebebi, tam Dolapdere köprüsü üzerinde (yer yokmuş gibi) çevirme yapan trafik polisleri. En kibar halimle 'ay inanamıyorum artık bu polislere de, bu trafikte hem de' diyecekken ben, taksici bey, sazı alıyor eline, saydırıyor da, saydırıyor.
"Bu yeni gelen içişleri bakanını farkında mısınız, cümle kuramıyor adam, iki kelimeyi bir araya getiremiyor, adamı başımıza bakan yaptılar, onun bakanlığından böyle polis olur işte" diyor. Tam, "Eh konuşabiliriz o zaman' hissine kapılıyorum ki, devam ediyor: 'İdris bey öyle miydi, dediğim dedik bir adamdı, şimdi buna bak'..."
Şoför beyde konu çok. Ben içişleri bakanı konusunda ağzımı açamamışken, "Nedir bu yeni milli eğitim bakanı rezaleti" diyor. "Karısı başörtülü, kapıda beklerken, meyhanelere giriyormuş, bir daha geleceğim demiş bir de utanmadan."
"Milli eğitim değil, sağlık bakanı" diyecek oluyorum, monolog uzun, giremiyorum araya. Mesele başörtüsüne geliyor. Yorum klasik: Zorla başını kapatan kadınlar, ama tabi onun da anneannesi başörtülüymüş. Öyle örtsünlermiş, canını yesinlermiş.
"Canınızı yemesinler de" diyorum, "belki anneanneniz da şu anda olsa öyle örtecekti başını?". Sinirleniyor, benim anneannem gerçek bir Müslümandı diyor ve işi, her nasıl olduysa Merve Kavakçı'ya getiriyor. "Getirdiler onu meclise, Amerika ile Fethullah (Gülen) birlikte getirdi, sırf birbirmize girelim diye. Girdik de, ne işi var Amerikan vatandaşı kadının mecliste".
Araya girebildiğim bir üç saniye yakalıyorum. "Keşke kadınların üstünü başı erkekleri bu kadar ilgilendirmese, size ne?" diyorum. "Merve Kavakçı'yı dinledim ben, düzgün konuşuyordu" diyorum. Aynadan sert bir bakışa maruz kalıyorum.
Konu nereden geldiyse "Bak" diyor, "Berfo anaya oğlunun kemiklerini çok gördüler". Şaşırıyorum ama ses çıkarmıyorum. "Ben" diyor, "Kürtleri sevmem ama o kadına çok acıyordum".
Bir of çekiyorum, "Kürtleri sevmem ne demek? Nasıl oluyor o bütün bir halkı sevmemek" diyorum bu sefer. "Sevmek zorunda mıyım canım" diyor, "ırkçı falan değilim ben" diyor; "Sadece Kürtleri sevmiyorum."
"Hem o Merve Kavakçı'yı getirirlerken dertleri başkaydı" diye konuya geri dönüyor.
"Siz kadınlara takmışsınız" diyorum gülerek, sinirden.
"Yok" diyor, "Tansu Çiller vardı mesela, çok iyi bir başbakandı."
Gözlerim büyüyor, tahminen. Hakikaten söyleyecek lafım kalmadığı bir anda, ofisin köşesine geldiğimi fark ediyorum, "İneceğim ben burada" diyorum.
"Yanlış anlamayın, Egeliyim ben, bizim oralarda kadınlarla erkekler eşittir" diyor. (ÇM/BA)