2015 yılının ilk ayında erkekler 26 kadın öldürdü. 11 Şubat’ta Özgecan Aslan öldürülünce bütün Türkiye ayağa kalktı. Bir hamaset edebiyatı da aldı yürüdü. Hemen sonrasında aynı vahşetle başka kadınlar da öldürüldü. Ne yapıldı? Hiç! Kocaman bir HİÇ!
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarıyla birlikte kadına yönelik erkek şiddeti iyice arttı; sadece fiziksel değil, öldürmeler ve öldürme biçimlerindeki vahşet de arttı. Artık erkekler öldürmekle içlerindeki kini soğutamıyorlar ne kadar vahşi olursa o kadar iyi, belki de kahraman oluyorlar. Neden?
Bu vahşetin nedenlerinden biri hukuk sisteminin kadınları korumamasıdır. Ceza mahkemelerinde bu adamların “iyi hal”den “haksız tahrik”ten ciddi indirimler alıyor olmasıdır. Bir diğer neden kadınların bilinçlenmesi ve erkek egemenliğine başkaldırması, kendilerinin de insan olduğunu erkeklere hatırlatmalarıdır.
İşte tam bu noktada kadın-erkek eşitliğine inanmayan, eşitliğin “fıtrat”ta olmadığını düşünen iktidardaki zihniyet, erkek egemenliğinin sarsılmasına tahammül edemediği için çeşitli oyunlar ortaya koymaya başladı!
Bu cümleden olarak bugüne kadar sahip olduğumuz bütün haklarımız yavaş yavaş çeşitli bahanelerle elimizden alınıyor.
Kadın-erkek eşitliği reddedilerek kadın kırımı destekleniyor. Hükûmet, işine gelmeyen mahkeme kararını tanımayacağını açıkça ilân etmektedir. Dolayısı ile ne acıdır ki, hukuka ve mahkemelere en ufak güven kalmadı (Çok az olmakla birlikte duyarlı yargıçların hakkını yemeyerek, özellikle böyle bir dönemde hukuk kurallarını uygulayan yargıçlara teşekkürü borç bilirim).
Kadına yönelik erkek şiddeti başta Ceza Mahkemeleri olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlarca destekleniyor.
Bu hükûmet için kadının hiçbir önemi yoktur. Onlara göre kadın sadece bir ''kuluçka makinesi''dir ve erkeğin şehvetinin tatmin aracıdır.
Bu nedenle sorumluluğu çerçevesinde “kadın” olan devlet bakanlığından “kadın” sözcüğü çıkartılmış yerine “aile” sözcüğü konmuştur. Kadın örgütlerinin büyük çabaları ile kurulan “Kadından” sorumlu (tabii yalnızca kadın sözcüğünden korktukları için yanına gene aile vs. eklenmişti) Devlet Bakanlığı yok edildi.
Bu hükûmetin kadına yönelik erkek şiddetini sonlandırma gibi bir siyasal iradesi hiç olmadı. Daha önceki hükûmetlerde var mıydı diye sorarsanız, onlarda da yoktu. Ama çabaları göz boyamaya yönelik değildi. Sahip olduğumuz ve elimizden alınmakta ve eritilmekte olan haklarımızın aklıma gelen birkaç tanesini hemen alt alta sıralıyorum.
- Kadın’dan sorumlu bir Bakanlık artık yoktur.
- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün bütçesi kısıldı, yakında hem onun hem de Şiddet İzleme ve Önleme Merkezleri’nin kapatılacağı söylenmektedir ki, çok akla yakın bir söylem. İşleri taşerona verip “şiddet”e uğrayan kadınların sırtından da para kazanılacak!
- Medeni Kanun usulca değiştiriliyor. Boşanma, araya çeşitli uzlaşma kurulları sokularak zorlaştırılıyor, her aileye de bir din görevlisi tâyin edilmek isteniyor.
- Artık bütün referanslar dini oluyor.
- Nikâhların camilerde kıyılması öngörülüyor.
- AKP’nin başı (görev değişikliği ile bu rolü bırakmadı, halktan dört yüz milletvekili istiyor) feminist kadınları İslâmı bilmemekle suçluyor. Oysa önemli olan İslâmı bilip bilmemek değil, temel ve vazgeçilmez insan, özellikle kadın haklarını bilmek, benimsemek, hazmetmek olumlu anlamda “insan” olmaktır. Yoksa BOKO HARAM ve IŞİD de Müslüman olduklarını iddia ediyor, amellerini yerine getiriyorlar! Bu Hükûmet’in IŞİD’e yardım ve destek verdiği yandaş olmayan medyada yer alıyor.
- Kadına yönelik erkek şiddetinin vahşeti her gün artıyor ama hükûmet şiddet üzerinden kendisine prim sağlamak amacı ile komisyon kurduruyor, New York gezileri düzenliyor. Kurduğu komisyona konunun uzmanları yerine AKP’nin yakınlarına kurdurdukları KADEM [Kadın ve Demokrasi Derneği] gibi kadın derneklerini dâvet ediyor.
- Kadına yönelik erkek şiddetinin bu hükûmet ile sona ermesi mümkün değildir. Bu şiddetin bir amacı da kadınları eve sokmak, kamusal alanların tamamen dışına itmektir. Suret-i hak’tan yanaşarak emzikli kadınlara uzun süreli izinler vaat ediliyor oysa amaç kadınlara mümkün olduğu kadar çok çocuk doğurtup (“karınlarından sıpa sırtların sopa eksik edilemeyerek”) evin dört duvarları arasında çocuk baktırmaktır.
- Hangi işveren bu kadar izin vereceği kadını işe alır? Devlet kurumlarında çalışanlar ise, uzun süreli izinli olacakları için kademe ilerlemesi sağlayamayacak ve sonunda emeklilik hakları bile ellerinden alınacaktır. Oysa olay basittir. Devletin yükümlülüklerinden biri çok, ucuz, temiz, güvenilir çocuk yuvaları açmaktır. Kadını eve tıkmak yerine bunu yapmak gerek!
- Şiddet nedeni ile kadınlar kamu araçlarına binemeyecek, anayasal hakları olan seyahat özgürlüğünden mahrum olacaktır. Şehirlerarası otobüs firmaları bunu fiilen uygulamakta, son kalan koltukta bir erkek oturuyorsa, kadının işi ne kadar acele olursa olsun, otobüse binmek zorunda olursa olsun, “erkek yanı” diye koltuğu boş tutmaktadır.
- 4+4+4 eğitim sistemini getirerek kız çocuklarının okullaşması engellendi ve erken evliliğe mahkûm edildi. Oysa on iki yıllık eğitimin kesintisiz ve mutlaka laik olması gerekiyor.
- Liselere “emzirme odaları”nın açılması gene erken evliliği teşvik amacını güdüyor. Gençleri evliliğe özendirmek amacı ile maddi destek sağlanırken, sonrasında iş olanaklarından kimse söz etmiyor.
- Kadınlara doğurdukları her çocuk için bir kereye mahsus olmak üzere 200 liradan başlayan ve çocuk sayısı arttıkça artan rakamlar ödeniyor ancak doğan çocuğun, iaşesi, ibatesi, okulu, geleceği asla düşünülmüyor. Hangimiz bir kerelik 200 lira ile büyüdük!
- Bunların hepsi aldatmacadır.
- Sevgili Özgecan bahane edilerek hadım etmek, kolunu, bacağını kırmak, idam etmek gibi öneriler ortaya atılıyor. Hükûmet, bu kadar vahşi cinayetlerden bile kendisine pay çıkartmaya çalışıyor, idam cezası getirerek, hapishanelerde yeterince çürütemediği muhalifleri böylece ortadan kaldırmayı planlıyor. Kadınlar da buna âlet edilecektir.
- AKP bir kez daha başa gelirse, sokağa çıkmamız engellenecek, “pembe otobüs” uygulaması ile kadın/erkek ayrımcılığı keskinleşecektir. Önümüze gelen her otobüse’e değil sadece “pembe” olanını bekleyerek binmek zorunda kalacağız!
- Daha şimdiden anaokullarında küçücük kızların saçları cinsel nesne olarak görülüp örtülmeye çalışılıyor. Okullar İmam-Hatip’e çevriliyor, normal liselere öğretmen atamaları yapılmıyor.
- Antalya’da, hepinizin bildiği gibi üstelik de kadın olan bir Almanca öğretmeni, erkek çocuklarını tâcize özendiriyor, kız çocukların ise kıyafetleri ile uğraşıyor, kadın erkek eşitliğini hiçe sayıyor, toplumsal cinsiyet eşitliğinden habersiz görünüyor. Üstelik bu kişi Almanca öğretmenidir. Dil bilmek insanın ufkunu açar, farklı düşüncelere yelken açarsınız ama bu olayda tam tersi olmuş!
- Başbakan sıfatını taşıyan bir kişi siyasal protesto gösterisine katılan bir kadının “kız mı kadın mı” olduğunu sorabilen zihniyete sahipse, sözde namus adına işlenen cinayetler nasıl önlenebilir?
- Erken yaşta ve zorla evlendirmeler “kadına yönelik şiddet”tir, kadın ve insan hakları ihlâlidir derken İslâm adına fetva veren bazıları altı yaşında kız çocuğunun evlendirilebileceğini söylüyor. Altı yaşındaki kızınızı evlendirmeye hazır mısınız?
- Namusu; hırsızlık yapmak, halkın özgürlüğünü gasp etmek, soygun yapmaktan soyutlayıp sadece kadın bedenine indirgerseniz hem de bu işi resmi ağızlarla yaparsanız neden “namus adına cinayet işleniyor” diye de soramazsınız.
- Hukuk tamamen elden gitmiştir. O nedenle mahkemeler de bu erkek egemen düzeni desteklemek amacına yönelik kararlar veriyor. 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz eden 26 erkek için çocuğun “rıza”sından söz etmek, işlenen kadın cinayetlerinde cinayet işleyenlere “iyi hal” ve “haksız tahrik” indirimi uygulamak cinayet işleyen ve işleyecek erkekleri cesaretlendirmekten başka işe yaramaz. Eğer bu kural geçerli olursa evli kadınların büyük bir yüzdesinin, kocalarını, “kendilerini aldattığı nedeni ile öldürmeleri” sonra da “haksız tahrik” nedeni ile ceza indirimi almaları mı sağlanacaktır!? Nasıl olsa “haksız tahrik indirimi var!” ama hayır burada da önlem alınmıştır, “erkeğin elinin kiri, kadının alnının lekesi”! O zaman tabii ki kadın-erkek eşitliğinden söz etmek bu düzene aykırıdır.
- Ayrıca erkeklerin, asayişi sağlamakla yükümlü birimlerin kadınlara resmen uyguladığı şiddeti görünce hiç füturları kalmıyor. Diyeceksiniz ki o birimler, işgal ordularının gaddarlığı ile insanlara saldırmakta ve kadın-erkek ayrımı yapmamaktadır. Doğru ama kadınlara ikinci bir şiddet, cinsel şiddet uygulamaktalar.
- Bu partiye bir kez daha iktidar olanağı tanınırsa artık kadınlar denize de giremeyecek, mayo ve bikini giyemeyecekler.
- Nitekim, RTE, bugün (bkz. 27 Şubat 2015 yandaş olmayan gazeteler) biz ne dersek diyelim kendi kafasındaki topluma uygun gençler yetiştirmek üzere okulları tasarladığını söyledi.
- Erkek arkadaşları, eşleri, dostları ile lokantada yemek yiyemeyecek, bir kadeh bir şey içmeyecekler. Bu gidiş fiilen gerçekleştiriliyor, mahalle baskısı bütün küçük kentlerde ortaya çıkıyor. Hiç unutmuyorum bir kadın, değil mayo giyip denize girmek, mahalle baskısı nedeni ile kısa kollu elbiseyle bile sokağa çıkamaz olduğunu söylemişti.
- Şu anda kanuna göre serbest olan kürtaj, fiilen uygulanamıyor. Hastaneler korkudan kadınların ölmesi pahasına talebi geri çeviriyor. Tam bu yazıyı yazdığım günün akşamı televizyon haberlerinde hamile bir kadının uğradığı şiddet nedeni ile ağır ilaç alamadığını, çocuğu doğurmak istemediğini ancak kürtaj reddedildiği için kolunun kesilmesi gerektiğini söyledi. T.C. Anayasası'na göre bütün insanların yasalar önünde eşit olduğunu hukuk fakültelerinin ilk yıllarında hâlâ öğretilip öğretilmediğini merak ediyorum. Yoksa “bazıları daha eşit” midir? Kürtaj talebinin ısrarla reddedilmesinin arkasından kadın kuruluşlarının ve özellikle Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfının yılmadan yaptığı taleplerle Tepecik hastanesi bu kadına kürtaj yapmayı kabul etti!
Kısacası sevgili kadınlar AKP’ye oy verirseniz, Medeni Kanun’un bizlere tanıdığı bütün haklar ellerimizden alınacak, boşanmak zorlaşacak, belki çocuk velâyeti elimizden alınacak, kadınlar için evlenme yaşı çok düşecek, erkeklerin aynı anda birden fazla evliliğine izin çıkacak (aslında bu durum fiilen var, Meclisteki erkek milletvekillerinin ve hatta bazı yargıçların bile imam nikâhlı birden çok eşlerinin olduğu gerçektir yani hem resmi nikâhtan önce kıyılan dini nikâha ceza uygulaması hükmü fiilen işlememekte hem de “tek eşlilik” kuralı ihlâl edilmektedir. Çıkartmakta direndikleri ve bu uğurda bazı milletvekillerini yaralamaktan çekinmedikleri “iç güvenlik” kanunu ile polis suiistimaline çok daha fazla açık olacağız, sokağa çıkamayacağız, geceleri hele hiç dolaşamayacağız, etek boylarımıza, doğurduğumuz doğuracağımız çocuk sayısına, çocuğu hangi yöntemle doğuracağımıza onlar karar verecek, kürtaj tamamen yasaklanacak, bütün okullar imam-hatip olup normal lise hiç kalmayacak (İran olmaktan korkardım şimdi Suudi Arabistan Vahabiliği getirilmekte).
Kısacası kadınların insan/birey/yurttaş olma ihtimalleri bile ortadan kalkacak, gelecek kuşakların kadınları bugün sahip olduğumuz haklara sahip olmak için yeniden büyük bir mücadele verecekler.
AKP’ye verilen her bir oy kadın cinayetlerinin sorumluluğunu, cinayetlere katkıda bulunmuş olmayı da omuzlara yükleyecektir, hatırlatırım.
Karar sizin! (MCA/BA)
* Canan Arın, avukat, İstanbul Barosu. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA.DER), İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi kurucu üyelerinden. Birleşmiş Milletler Pekin Dünya Kadın Konferansı (1995), Pekin + 5 Birleşmiş Milletler New York Kadın Konferansı (2000) resmi delegasyon üyesi. Birleşmiş Milletler CEDAW toplantısı (2005) gölge rapor grubunda, Türk Ceza Kanunu Kadın Platformu (2003-2004) çekirdek kadrosunda yer aldı. Kadına yönelik erkek şiddeti üzerine çok sayıda makalesi bulunuyor.