Üç ülkenin birleştiği Şemdinli'den döndüm.
Şemdinli'ye gitmeye nasıl karar verdik? Operasyonlar başladığı günden beri, bianet olarak biz de ne olup bittiğini İstanbul'dan en iyi nasıl öğrenebiliriz derdine düştük.
Resmi bir açıklama yok; ki olsa da bu bizim için yeterli olmazdı. Baktık ki, İstanbul'dan masa başından orayı aktarmak kolay değil. Şemdinli nasıl bir yer, insanlar ne hissediyor; oradakiler ne yer ne içer, neye güler. İmkanları biraz zorladık ve yola çıktım.
Hakkari olmasa da "bölge"ye daha önceleri gittim ama çatışmanın 1 km ötede yaşandığı bir zamanda değil. Yola çıkmadan tedirginliğim ve heyecanım birbiriyle yarışıyordu.
Özellikle Hakkari Van arasında benim gitmemden bir gece önce patlama olmuş ve yollar kapanmıştı. En kötüsü yarı yolda geri dönmekti. Van'dan uçaktan inip Hakkari'ye gitmek için yola çıktığımda rahatladım. O andan itibaren de artık "haber süreci" başladı.
Minibüs şoföründen PKK'nin ne sıklıkta yol kestiğini sordum; "Valla artık insanlar ya asker ya PKK kontrol yapsın, bir karar verin diyor" diye aktardı gülerek.
Yanımda oturan genç bir kadın, çekindiğimi düşünmüş olacak ki "Buralarda sakın çekinme; tüm evlerin kapısı sana açık" dedi benim o konuda bir çekincem yoktu zaten.
Şemdinli'nin bu kadar yeşil olduğunu tahmin etmemiştim; ilçeye girene kadar da dağlarda tek bir ağaç yoktu zaten.
İlçeye indiğim anda herkes ilk olarak "Bakın bize inanmıyorlar" der gibi Goman ve Efkar dağlarından yükselen dumanı gösterdi; inanmak için ille de gözle görmek gerekirmiş gibi.
Herkes telaşlıca bana bir şeyler anlatmak istiyordu; çünkü ana akımdan gelen gazeteci yok gibiydi. Radikal'den İdris (Emen) üç gündür oradaydı; onun dışında yerel muhabirler tabii ki oradaydı ama seslerini duyuramıyorlardı.
"Neden gazeteci gelmiyor" diye soruyorlardı, o yüzden İstanbul'dan gazeteci gelmiş; en kısa zamanda derdini anlatmak istiyordu herkes.
İlçedeki herkes zaten 35 yıldır, çatışmaları öyle kanıksamış ki, sürekli top atışları, helikopterlerin alçaktan uçuşu bir şaşkınlık yaratmıyor. Tek bir fark var; ilk defa bu kadar uzun süren bir çatışma yaşıyorlar.
Top atışlarına "alıştım"
Top atışlarına dair benim "İstanbullu" birkaç traji komik hallerim var; gülmek serbest, dalga geçmek yasak.
Dağın hemen yanı başındaki öğretmen evinde kaldım; ilk gece seslerle uyumaya çalışırken bir anda sahur öncesinde hoparlörden bir ses gelmeye başladı; ben de dedim tamam, herhalde kalkın, "ilçeyi boşaltın" diyecekler, o yüzden anons yapıyorlar. Sonra bir anda Kürtçe ilahi okunmaya başladı; meğersem daha önce yasak olan Kürtçe ilahi okuma bir yıldır serbestmiş. Kürtçe ilahiler eşliğinde top atışları öyle bir atmosfer yaratıyor ki gerçekten anlatamıyorum.
İkinci gece ise tam haberi bitiriyordum ki yerler sallanmaya başladı; bir yandan da top atışları rutin halde devam ediyordu; akla ilk gelen tabii ki bir yerlerden bomba geliyor kaygısı. Fırladım, karşı odadaki İdris'e (Emen) seslenmeye başladım; neyse anladık ki deprem.Aşağı indik, bahçede kağıt oynayanları uzun süre deprem olduğuna inandırmadığımız gibi top atışlarının çok yakından başlaması üzerine her seferinde benim "hoplamalarımla" uzun süre dalga geçtiler. Tamam atışlara alıştım ama bünye "refleks" veriyor.
Kürtçe'ye gerek kalmadı
Bu atmosfer altında olabildiğince çok ve her yaştan insanla konuşmaya çalıştım. Kürtçe bilmemek araya aracı soktu ancak Türkçe bilenler bile arada Kürtçe'ye geçiyordu; bizim evde de iki dil konuşulduğundan esas önemli kısımların anadilde anlatılan yerler olduğunu bildiğimden daha bir dikkat kesilerek mimiklere odaklandım. Özellikle köylerini bırakıp göç etmek zorunda kalanların korkudan çok artık "bezmişliğini" anlamak için Kürtçe'ye gerek kalmadı.
Tekrarlıyorum, oralarda korku sadece çocuklar için geçerli (ki onlar bile alışmış aslında); yetişkinlerin en çok kullandığı kelime "yeter, artık barış gelsin; hayat normale dönsün".
İlçe halkının çoğu oruç tutuyor; geçen yıl Ramazan'da merkeze araç sokmayı yasaklamışlar ki insanlar iftardan sonra rahat rahat dolaşsın, dondurma yesin. Ancak gündüzleri temel ihtiyaçlar dışında iftardan sonra merkeze inen pek yok.
Basit bir soru soruyorum; "Ne oluyor?" Herkes sessizce şunu söylüyor: "Dağın öte tarafında PKK hakimiyeti sağlamış".
Her şey normal mi?
İlçenin tek resmi mercisi Kaymakam'ın CHP heyeti ile görüşmesinden anladığımız operasyonların "normal" olduğuna dairdi. Burada bir vatandaşın tepkisi önemliydi; çarşıda hiç göremeyip sadece televizyonda gördüğü Kaymakam'ın "Her şey normal" dediğini duyduğunda "Atlayıp yayına girecektim, neresi normal buranın diye soracaktım" diyor.
Şunu da eklemek gerek, bir önceki Kaymakam'ın ne kadar sevildiğini de "Akşam vakti çıkar köylere çaya giderdi" diye açıkladılar.
Çatışmanın ikinci haftasında hala ölen asker ve PKK'lilere dair net bilgiler yok. Orada konuştuğumuz kişiler, yıllardır operasyon zamanında asker ailelerinin rastgele Şemdinli'den bir numara çevirerek artık kim çıkarsa (bakkal, manav ya da herhangi biri), ilçedeki durumu öğrenmeye çalıştıklarını aktardı. Bu sefer de yine böyle telefon açan asker aileleri varmış.
CHP heyeti de "aslında burada ne oluyor"u öğrenmek için, tarihinde ilk kez çatışma bölgesine gelmişti. Aslında öğretmen evinde yerleri bir gece önceden hazırdı ancak ilçeye sabah gelip akşama doğru ayrıldılar.
Barış Şemdinli'den başlar mı?
Belediye Başkanı ve Kaymakam ile görüşmeleri basına kapalı yapıldı; çıktıktan sonra da bize söyledikleri "pek bir şey öğrenemedik" şeklindeydi. Aslında boşaltılan köylere gitmek, ya da hala çatışma altındaki köyleri ziyaret etmek bir heyet için en gerekli olan şeydi. Biz gazeteciler de heyecanla birlikte gitmek için bekliyorduk. Ancak Kaymakam "güvenlik gerekçesiyle" izin vermedi; açıkçası Adıyaman milletvekili dışındakiler de çok ısrar etmedi.
Bu anlaşılabilir bir şey belki ama sonuçta muhalefet partisinin heyeti taa Şemdinli'ye arkasına Goman dağlarını alarak köylülerle fotoğraf çektirmeye gelmemişti herhalde. BDP'li vekil, ve yöneticiler, ilçedekiler CHP'nin gelmiş olmasını değerli buluyordu. Belediye Başkanı Sedat Töre'nin, heyete söylediği bir şey vardı; "Şemdinli, çatışmaların ilk başladığı yer, o yüzden çözümün de ilk başlayacağı yer olabilir."
Ancak yoldaki birinin "Durum nedir" sorusuna verdiğim "CHP heyeti geldi" cevabının ardından "Onu biliyoruz, peki ne oldu?" sorusuna verecek bir yanıtım yoktu.
Gazetecileri bekliyorlar
Kısacası, resmi açıklamaların ötesinde Şemdinli özelinde "bölge"nin Goman dağındaki dumanları göstermek için değil, insanları dinlemek için gazetecilere ihtiyacı var. "Bölge"ye kadın gazeteci gönderilmez önyargısı yanlış; hiçbir sıkıntı yaşamadım hatta erkek gazetecilerden bazen daha da rahat çalıştım.
Yerel muhabirler gelen gazetecilere çok yardımcı oluyor. Şemdinli'de yaşayan Azem Demir elinde kamerasıyla sürekli sokaklarda. Hangi helikopterin nereye inip nereden kaldığından bile çok derin analizler yapabiliyor.
İlçe halkı, beni kadın gazeteci olduğumdan şaşkınlıkla "Hoş gelmişsin, baş tacısın" diye karşıladı. Evlerinde iftara misafir ettiler; yöresel yemeklerini yedim. Oruçlu olmalarına rağmen susamışımdır diye ben demeden yanımda suyla bittiler.
Tek istekleri "ne yaşadığımızı yaz"dı.
Mele Mustafa sigarası
Top atışlarının altında güldüğümüz zamanlar da oldu; ilçede pirinç, çay, mazot Irak'tan geliyor. Bir de çok ucuz "MM" sigarası var ki; ilçe halkı ona Mesut Barzani'nin babasına atfen "Mele Mustafa" diyor. Kaçak çayın yanına getirilen kıtlamalık peynir şekerini bilmemem, gazeteciliğimin sorgulanmasına neden oldu.
Ayran aşına benzeyen "Doğuve" çorbasını iştahla kaşıklamam gülüşmelere neden oldu ancak benim suçum yok; ilçede gündüzleri ramazan nedeniyle yemek yiyecek tek yer, hastane bahçesinin kantini; o da sadece tost.
Bayramın gelmesine az kaldı, normalde ilçede hazırlıklar 20 gün önceden başlarmış ama bu yıl bayramın ramazanın bitiminden öte bir anlamı kalmamış gibi. (NV)
* Çukurcalı İhsan'ın hikayesini okumak için tıklayınız.
* "Şemdinli'de Aslında Bal ve Üzüm Zamanı" yazısı için tıklayınız.