28 Kasım'da tarihi Haydarpaşa Garı yandı.
Yangın sonucunda garın dördüncü katı tümüyle ile yandı, kulelerin önemli oranda hasar gördüğü ve çatının neredeyse çöktüğü vapurla geçerken bile görülebiliyor.
Binanın içindeki hasarla ilgiliyse hala resmi bir açıklama yapılmadı.
Haydarpaşa Garı'nın yandığını duyar duymaz Haydarpaşa'ya gidenler arasındaydım.
Haberciler, canlı yayınlarda "yangını duyan sorumlu yurttaşlar koşa koşa olay yerine geldiler, bu İstanbul için ne kadar önemli bir kazanımdır" türünden şeyler söylese de orada bulunanların nerede ise tümü, ağlamanın kıyısında çaresizlik içinde bekleşiyorlardı.
Haydarpaşa köprüsünün üzerinde dertleşen insanlara kulak kabartınca yangının seyri anlaşılır hale geldi.
İlk dumanlar saat 14:00 sularında görülüyor. Görenler yakındaki bir binada çalışan kamu emekçileri.
Kamu emekçileri ilk olarak "ufak bir duman" gördüklerini, durumu pek de önemsemediklerini ancak zaman geçtikçe dumanların yoğunlaştığını ve alevlerin görünmeye başladığını anlatıyordu.
Dumanların yoğunlaşması ve kısmen alevlerin görünmesi ile GATA'da (askeri hastane) bulunanların da dikkati gara yöneliyor. Konuştuğumuz bir hasta saat 15:00 sularında yangın olduğunu gördüğünü anlatıyor. O da yangının önce çok küçük olduğunu vurguluyor.
Yine saat 15:00 sularında bir mimar vapurla Avrupa yakasına geçerken artık yangın halini almış duman ve alevleri görüyor, Mimarlar Odası yöneticilerini arıyor.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, anılan telefondan sonra saat 15:10 sularında itfaiyeyi aradığını, telefondaki sesin yangını kendisinden öğrenmiş gibi konuştuğunu; yangına havadan müdahale edilmesi gerektiğini vurguladığını anlatıyor.
Birleşik Taşımacılık Sendikası üye ve yöneticileri ise yanan işyerlerine bakarken olayın oluş biçimine ilişkin kuşkularını dile getiriyorlar.
Emekçilerin dile getirdikleri kuşkuların kaynağı sahihtir: Haydarpaşa Projesi olarak adlandırılan "özelleştirme"nin yağma hasanın böreği olduğu, pek çok sermayedarın ve sermayedarperver devlet ricalinin, gündüz hayaline gece düşüne girdiği sır değil ...
İstanbul'da ufacık yeşil alanları, biraz daha büyük çocuk parklarını, hallice kamu arazilerini, artık sinema/tiyatro olamayacak kadar değerlendiği düşünülen binaları (üzerinde bulundukları arazileri) yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açmak için her yolu deneyenlerin, yapabileceklerinin sınırlarının genişlediğinden kuşku duyulması haksız mıdır?
Önceleri, içi boş, bakımsız, eski eser binalar (en çok Süleymaniye'de) bir gece nasıl olduğu anlaşılmaz biçimde yanar giderlerdi. Eski binanın "boşalttığı" alanda yapılan yenileri ise bahsi diğer ....
Bugün artık İstanbul'un önemli simgelerinden biri de içinde en az insanın bulunduğu bir pazar günü, öğleden sonra yanmaktadır.
Doğrudur, sermaye bu kadar önemli bir binanın kendisinden vazgeçmeyecek kadar akıllıdır. Ancak, uzun bir süre kullanılamayan bir tren garının insanların hafızasında silikleşmesi, ulaşım tercihleri sıralamasından çıkması ve sonra da antrepoları, tamirhaneleri, arka açık alanları ile kentin merkezindeki devasa bir alanın rahat rahat "projelendirilmesi"nin orta vadede sermaye için çok parlak bir yatırım "stratejisi" olduğu apaçık değil midir?
Haydarpaşa Garı'nın günlük yaşamımızın bir parçası olmaktan çıkması, uzaktan baktığımız bir hayalet haline gelmesi; birkaç yıl sonra kimi kurtarıcıların, çağın gereklerine ve sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde "yenilemesi"nin önünü açacak formüllerden bir tanesidir.
İhtimal bir "aydınlatma projesi" uygulaması yapıldığı yönündeki açıklama ile (daha onu bile açıklamadılar) yetinmemiz, adından bile belli olduğu üzere İstanbul'un en önemli anıt yapılarından birinde yoğun bir elektrik aksamı ile yapılan çalışmalar sırasında gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı dahi açıklanmayacaktır ....
İhtimal, bilmem hangi taşerona bağlı olarak çalışan, sigortalı olup olmadıklarını bilinmeyen, bir Pazar günü çalışmalarına karşın fazla mesai ücreti alıp almadıklarını bilmediğimiz, iş güvenliği tedbirlerinin yeterli olup olmadığı belirsiz iki işçi kardeşimizi "suçlu" olarak önümüze atacaklar, onların ihmalini lanetlemekle yetinmemizi bekleyeceklerdir.
Bizim ise Haydarpaşa'dan vazgeçip geçmediğimize karar vermemiz gerekiyor ...
Tersinden soralım, Haydarpaşa'dan, Tekel Cevizli Fabrikası'ndan, Likör Fabrikası'ndan, Ataköy Sahili'nden, Tarlabaşı'ndan, Sulukule'den, Fener-Balat'tan, Gökkafes mücadelesinden, AKM'den, Emek Sineması'ndan vazgeçtiğimiz bir kent İstanbul olacak mıdır? (CA/EÜ)
__________________________________________________________________________
Not: Bu hafta geçtiğimiz günlerde Tekel İşçileri'nin üzerine yürümeyi, darp etmeyi dahi göze alabilen Tek-Gıda İş Sendikası Başkanı'na bir soru sormak için bir yazı yazmayı planlamıştım. Önümüzdeki haftaya kaldı, ama o yazı boyun borcudur.