Türkiye’nin Ağrı’sında, Ağrı’nın Diyadin’inde, geçen yıl tam bugün, Muhammet ve Orhan bir fırının deposunda, bugüne kadar hakkında pek az şey öğrenebildiğimiz biçimde, kimin silahından çıktığını bile bilemediğimiz kurşunlarla öldürüldü. 365 gün geçti işte üstünden, henüz kimse yargılanmadı, soruşturma bitmek bilmedi. Bir koca yılda olanlar sadece bunlar değil elbet…
Bizler için hayat devam etti, işlerimize gittik, evlerimize geldik, çocuklarımıza sarıldık... O fırında ekmekler pişmeye, sabahları o sıcak ekmeklerin buğusuyla hayata başlamalar devam etti, evet…
Ama bu bir yılda; annesinden duyduğumuza göre kendisine “Memiş” diye seslenen küçük kardeşi, Muhammet’i beklemekten hiç usanmadı, çocukların evlerinde hiç kimsenin yüzü gülmedi, onlar gideli beri kalanlar gülmeyi unuttu, Orhan’ın babası hep sustu…
Hayat devam etti mi yani şimdi? Ettiyse, kimin için?
12 Ağustos 2015’de, Diyadin’de yaşayan iki yakın arkadaş, 16 yaşındaki Muhammet Aydemir ve 19 yaşındaki Orhan Arslan çalıştıkları fırının odun deposuna yapılan polis baskını sırasında vurularak öldürüldüler.
Aileleri, Muhammet ve Orhan'ın o gece çalışmak üzere fırına gittiklerini söylüyor. Saat 21.00 sularında PKK, fırının birkaç yüz metre ötesindeki Diyadin Emniyet Müdürlüğü'ne saldırıyor ve polis ile PKK arasında çatışma yaşanıyor. Fırının güvenlik kamerasının kayıtlarında da net olarak göründüğü üzere, Muhammet, Orhan ve Muhammet'in ağabeyi fırının önünde oturuyor; çatışma sesleri başlayınca da koşarak fırının deposuna saklanıyorlar. Ondan sonrasına dair bildiğimiz şey, ailenin sabah saatlerinde çocuklarından haber alamamaları üzerine harekete geçmeleri, teşhis için çocuklarının öldürüldüğü depoya varmaları. Sabahına, resmi açıklamalar birbirini izliyor, nasıl da tanıdık aslında; “silahlı çatışma sonucu…”, “silahla karşılık verilmesini takiben…”, “…çıkan çatışmada ölü ele geçirilen teröristler”… Yetkililer, kendilerine silah doğrultulduğunu ve kendilerini korumak için Muhammet ve Orhan'ı öldürdüklerini iddia ediyor. Oysa çocukların ailelerinin, görgü tanıklarının ve avukatların iddiasına göre çocuklar fırında çalışıyor, silahlı olmaları, herhangi politik bir aidiyetlerinin olması bile söz konusu değil. Malum, soruşturma sürmekte, hem de gizlilik kararıyla…
Soruşturmada genelde bu tip vakaların hemen hepsinde gördüğümüz bir biçimde gizlilik kararı var. Muhammet ve Orhan’ın avukatları, aileler ve insan hakları savunucuları için olayı her aşamasında olduğu gibi, soruşturma aşamasında da takip oldukça zor. Depoda bulunduğu iddia edilen silahın balistik incelemesinin yapıldığından haberdarız. Çocukların avukatının iddiası silahın üzerinde parmak izine rastlanmadığı yönünde. Ancak, gizlilik kararı bütün bu bilgilere erişmeyi bile zorlaştırıyor. Olayın üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen, şu an kolluk görevlileri hakkında soruşturma yapılabilmesi için Valilik izni bekleniyor.
Muhammet ve Orhan ile ilgili soruşturma bir türlü bitirilemiyorken, bir yandan da, yine ne yazık ki sık rastlanan biçimde, olaya tanık olanlar hakkında "terör örgütüne destek vermek" suçlamasıyla cezai soruşturma başlatılıyor. Görgü tanıkları, üç gün boyunca gözaltında tutulduklarını, ters kelepçeyle tutulduklarını, dövüldüklerini ve kötü muameleye uğradıklarını iddia ederek suç duyurusunda bulunuyorlar.
Bu ülkede insan hakları savunuculuğu yapmaya çalışan herkes gibi, Muhammet ve Orhan’ın yaşadıklarının ne acıdır ki ilk olmadığını biliyoruz. Gördüğümüz, bildiğimiz, tanıdık olduğumuz yüzlerce, binlerce olaydan biri Muhammet ve Orhan’ın öldürülmesi. Gencecik iki insanın -aradan bir yıl geçmesine rağmen, bırakın yargılanma aşamasına geçilmesini- tam olarak kimler tarafından öldürüldüğü, ne şekilde öldürüldüğü, o esnada neler yaşadıkları bile hala meçhul. Sorumluların bulunması, adil biçimde yargılanması ve cezalandırılmasını dillendirmeye daha gelemeden… Sonuca ve adalete doğru ilerleme varsa bile, çok yavaş ve sorunlu.
Olayla ilgili çok şey tartışıldı; Muhammet ve Orhan’ın “aslında” kaç yaşında olduğu, “politik” olup olmadıkları, iddia edildiği gibi çatışma esnasında mı öldürüldükleri, silahla karşılık verip vermedikleri gibi pek çok şey konuşuldu, birçok şey iddia edildi. Oysa aileler, Muhammet ve Orhan’ın anne-babaları, dünyada bir insanın başına gelebilecek en korkunç şeylerden birini yaşayan, evlatlarını kaybeden bütün anne-babalar gibi bir şeyi bilmek, bir şeyin de sağlanmasını istiyorlar sadece: Hakikat ve adalet.
Cezasızlık bu ülkede bir sır değil... Belki zaman zaman kuru bir kelime gibi, bir basit kavram gibi kullandığımız “cezasızlık” aslında yıllardır, binlerce insanın yaşamının ortasına düşen bir ateş; adalet arayışının önündeki en büyük ve çetin engellerden biri olarak günlük hayatlarımızın orta yerinde öylece duruyor. Var olduğu çok net ortada olan bir durum bu ülkede; kanıtlanması gereken bir olgu olmadığı, Türkiye’de bunun sistemli biçimde uygulandığı ve sadece tespiti değil, çözülmesi için de katkı sunmak gerekliliği son derece açık. İnsan hakları savunucuları ve kurumları, belki de yıllardır bu ülkenin “kaderiymiş” gibi kabullenmeye zorlandığımız bu durumla, cezasızlıkla mücadeleye dair son yıllarda aktif çalışmalar yürütüyorlar. Uluslararası Af Örgütü’nün Muhammet ve Orhan için dünya çapında ve adalet talebiyle başlattığı “Diyadin Çocukları için Adalet” kampanyası da bu çabanın ve mücadelenin bir örneği aslında.
Türkiye’de özellikle kolluk kuvvetleri tarafından işlenen insan hakları ihlallerinin mağdurları, uzun yıllardan beri süregelen bir cezasızlık hali ile karşı karşıyalar. Olumlu bazı gelişmeler olmasına karşın, yasal boşluklar varlığını halen koruyor. Ne yazık ki, bu boşluklar esasen zayıf ve yeterince gelişmemiş bir sistemin avantajlarından yararlanmanın yollarını iyi bilenler için kaçış fırsatları sağlamaya devam ediyor. Bu kaçış yolları kabul ediliyor, normal sayılıyor, sıradanlaştırılıyor. Bu durum cezasızlık kültürünün sadece iyice yerleşmesine değil bunun yanı sıra adeta kurumsallaşmasına da yol açıyor. Ancak elbette, yasal sistemdeki eksiklikler cezasızlık kültürünün devamının tek nedeni değil.
Cezasızlık alışılmış bir durum toplumdaki çok sayıda insan için. Özellikle kolluk kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen ihlallerin cezasız kalması o kadar sık yaşanan bir durum ki, artık hem insan hakları savunucuları için hem de mağdurların aileleri ve yakınları için bir yılgınlık, umutsuzluk, tehdit, vazgeçiş sebebi. Karşı davalar, zaman zaman tehditler, sonu gelmeyen soruşturmalar, usulsüzlükler, uzayan, olayın olduğu yerden binlerce kilometre uzağa nakledilen davalar ve bitmeyen kovuşturmaların sonunda herhangi bir cezalandırma olmaması, kapanan dosyalar...
Sevdiği birinin öldürülmesinden sonra, onun katillerinin cezalandırılmasını, adaleti talep etmek kadar insani, vicdani ve haklı bir durum için umutsuz olmaktan, yılgın kalmaktan, pek çok kez gördüğümüz şekilde bundan korkmaktan, hatta bunu talep etmekten korkutulmaktan daha acı ne olabilir bir insan için ve daha adaletsiz ne olabilir bir sistem için?
Bir devlet kültürü olarak cezasızlıkta ne kadar ısrarcı olunuyorsa, bizler de insan hakları savunucuları olarak onu sonlandırmak için mücadelemizde ve adalet arayışımızda o kadar ısrarcıyız. Cezasızlığı bitirebilmenin ve mağdurların, ailelerinin yüreklerine biraz olsun su serpebilmenin tek yolu bu çünkü.
Uluslararası Af Örgütü’nün Muhammet ve Orhan’ın öldürülmeleriyle ilgili tüm gerçeklerin açığa çıkarılması için her türlü adımın atılması ve tüm sorumluların adalet önüne çıkarılması için başlattığı “Diyadin Çocukları için Adalet” kampanyası devam ediyor.
Muhammet ve Orhan’ın aileleri de binlerce mağdur ve onların aileleri gibi sadece adalet istiyor, hakikati bilmek, adalete erişmek gibi çok insani ve haklı bir talepleri var. Adalet talep etmek haktır çünkü. Hakkımızı talep etmeye kesintisiz, durmadan, yılmadan devam edeceğiz; Muhammet için, Orhan için, binlerce mağdur için ve aslında, hayata devam edebilmek için. (RSA/HK)