Refik Halit Karay’ın 1919’de yazdığı hikayesinden değilse, Yatık Emine‘yi, Ömer Kavur’un 1974’te çektiği aynı isimli ilk filminden tanırız. Filmde Emine’yi Necla Nazır canlandırmaktadır. Emine Türk sinemasının (ve edebiyatının) en çarpıcı, akılda kalan karakterlerindendir.
İsmi belli olmayan bir vilayet merkezinden, çeşitli hadiselere sebep olduğu gerekçesiyle bizzat vali kararıyla, yine ismi belli olmayan bir kasabaya sürgün edilir filmde Emine. Zaman II. Meşrutiyet’ten, 1908’den az önceki bir zamandır. “Uygunsuz takımı”ndan olduğu için bu kasabada ahlakının düzelmesi umulmaktadır. Kasabalı bu sürgünü önce hakaret, sonra iltifat olarak görecektir.
Kasabadaki herkes “ahlakı bozuk” bu kadının yüzünü görmeden güzelliği hakkında hemfikir olur. Kimine göre bili bili piliç gibidir, gözleri fıkır fıkırdır. Kimine göre Emine “İstanbul kadar güzel”dir. Onu isminden tanıyan kasabanın kadınları kendisini görmek, iki cilve kapmak ister, ama cismini görünce de onu çok cılız bulur, kel tavuğa benzetirler. “Bir bakışına can dayanmayan” Emine için kullanılan sıfatlar: Fahişe, yosma, kaldırım yosması, şıllık şırfıntı, kaltak, namussuz, adi kadın, Allah’ın cezası, rezil, haspa, kahpe sürtük, aşiftedir. Uğursuzluğu nam salar. Dereye düşen, tavlada zarı gelmeyen kabahati Emine’de bulur. Filmde Emine bir kaç defa tecavüzden, bir defa da linçten kurtulur.
Emine bu kasabada önce bir odacının evinde, sonra hastanede, sokaklarda kalır ve en sonunda kasaba dışında yıkık dökük bir kulübeye yerleştirilir. Kasabada ona yardım eden üç kişi vardır: Kumandan, Meşrutiyetçi, sürgün Server ve meczup bir arzuhalci. Bunlardan gelen yardımla Emine film boyunca hayatta kalabilecektir.
Aslında Emine hakkında çok az şey biliriz biz. Babası Abdullah, annesi Hürmüz’dür ve 302 doğumludur. Yaşadığı köyde birinin gönlüne düşmüş, kaçırılmış ve heves geçince de defedilmiştir. Yatık’ın ne manaya geldiğini kendisi de bilmez.
Etrafındaki kötülüklerle hiçbir ilişki kurmaz Emine. Onun içine doğduğu dünyada tevekkülden, kabulden, baş eğmeden ötesi yoktur, bu sebepten bir kadın olarak etrafındakilerle, başına gelenlerle, hayatla Emine arasında hiçbir gerilim yaşanmaz. Emine’nin film boyunca peşinde koştuğu tek şey bir tayın ekmektir. Onun hikayesinde “cemiyet dışına ahlak bozukluğu gerekçesiyle itilen bir kadın”ın hikayesinden çok, yaşadığı kasabadaki insanların nezdinde, kötülüğün en pür hallerini görürüz. Erkekler ve kadınların ilgisine, nefretine, zulmüne, kalpsizliğine eşit şekilde maruz kalır Emine.
Refik Halit Karay’ın hikayesi de Emine üzerinden aslında kasabaya, kasabalıların ikiyüzlülüğüne odaklanır. Karay’ın hikayesinde bu kasabanın adı sanı bellidir ve burası, insanıyla havası, suyu, coğrafyasıyla yeryüzünde var olabilecek “en sakil” yerdir. Karay’ın tasvir ederken kasabaya karşı hissetmediği merhameti, kasabalılar da Emine’ye göstermezler. Bu çok çirkin yerin, zevksiz ve donuk insanlarının Emine’ye hikayede hazırladıkları son ise, Ömer Kavur’un filminde biraz daha güçlendirilmiş bir vurguyla anlatılır. Refik Halit’in adeta üstünü kapatarak, ima yollu söylemeye çalıştığını, Ömer Kavur açık seçik söyler. Ve biz bu sondan Emine’ye gösterilmeyenin kuru bir merhametten çok daha ötede bir şey olduğunu anlarız.
Akılda kalan sözleri
Çocukken bir güzel gülerdim ki.
Ne zahmet ettin, değer mi bana?
Ben gibi kadersize, sen gibi kısmetsizi yakışır. (KA/AS)
* Yazı ilk olarak 5Harfliler’de yayınlandı.