Geçen hafta bazı medya organlarında benimle ilgili yazılar çıkmaya başladı. Gazetecilik kariyerleri boyunca yaptıklarıma ilgi göstermemiş bazı yazarların aktif katılımıyla yürütülen bu eş zamanlı medya taarruzu bana normal bir gazetecilik olayından çok, bir karalama kampanyası başlatma çabası gibi görünüyor. Temelsiz suçlamaların kafa karışıklığı yaratmasını bir nebze önleyebilmek için birkaç noktayı aydınlatmak ihtiyacı duyuyorum.
Bu yazıların ortak iddiası, HDP'yi başkanlık sistemine karşı çıkmaya yönlendirdiğim ve böylelikle İmralı sürecini baltalayan bir kumpası başlattığım. Aynı derecede çirkin bir diğer iddia ise, benim etkim altındaki bir grup aydının Kandil'e silah bıraktırmamak için çalıştığı. Söz konusu yazarlar, Milliyet'te Şubat 2013'de yayınlanan İmralı zabıtlarında Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’a, benim adımı da kullanarak söylemiş olduğu "Bir de Başkanlık meselesi var. Kamuoyu bu konuda çok hassas. (Başkanlığın) totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediyorlar” sözlerini benim sürece karşı olduğumun kanıtı olarak kullanıyorlar.
Bu görüşmede adımın geçmesine neden olan, 2012'de yeni bir anayasa hazırlanması gündemdeyken BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a yollamış olduğum yazı. Burada ifade edilen düşünceleri çeşitli vesilelerle kamuoyuyla paylaşmıştım, bunlar gizli değil. Aynı noktaları tekrarlamakta fayda görüyorum.
"Yeni anayasanın toplumsal kabul görmesi ülkenin demokratikleşmesi açısından son derece önemlidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa Özerklik Şartı ilkelerine uygun, yerinden yönetim kurumlarını ve kültürel hakları tanıyan bir anayasanın toplumun en az 3/4 çoğunluğuyla kabulü Türkiye için gerçek bir demokratik dönüşüm olacaktır. Bu mümkün bir hedeftir, ancak denetim kurumları zayıflatılmış bir başkanlık sistemi ve yargı kurumunun üzerindeki siyasi vesayeti kurumsallaştıracak düzenlemelerde ısrar bu hedeflere ulaşmayı engeller. Eğer partiler arasında yukarıdaki ilkeler ekseninde ve parlamenter rejim temelinde mutabakat sağlanabilirse, anayasa referandum sürecinde yaşanabilecek kutuplaşma en aza indirilir, böylelikle Kürtleri de ilgilendiren temel reformlarla ilgili mutabakatın toplumsal desteği genişler."
Meclis Anayasa Komisyonu'nun hala görev başında olduğu o tarihte Kürtlerin durumuyla ilgili düzenlemeleri de içerecek yeni anayasanın mümkün olan en geniş mutabakatla yapılmasını savunuyordum. Çatışmaların durmasının, silahların devreden çıkmasının yaratacağı diyalog ve uzlaşma fırsatlarının Başkanlık sistemiyle ilgili yaşanacak gerginlik ve kutuplaşma ile heba olmasından da ciddi biçimde endişe duyuyordum.
Maalesef korktuğumuz oldu, o dönem yakalanan olumlu iklim anayasa hazırlığı için değerlendirilemedi. Tam tersine, siyasi partiler arasında ilişkiler daha da kötüleşti. İmralı sürecinin yönetiliş biçimi, bir taraftan hükümet ve muhalefet partileri, diğer taraftan hükümet ve PKK arasındaki güvensizliği daha da derinleştirdi.
Bugün gelinen noktada neyin yanlış gittiğini, hangi olayların güven bunalımına yol açtığını soğukkanlılıkla tartışabilmemiz son derece önemli. Tabii, Kürt meselesinde barışçıl çözümü hala arzu ediyorsak. Başkanlık sistemine karşı çıkanları suçlu ilan etme anlayışıyla fazla yol alınamayacağı açık.
Hilal Kaplan, Sabah gazetesinde F-16 uçaklarının modernizasyonunun benim tarafımdan yapıldığını yazarak yürütülen kirli savaştan rant sağladığımı ima etmiş. 2010 yılında başlayan F-16 modernizasyon projesiyle herhangi bir ilgimiz olmadı, ama Türkiye'nin elektronik sektöründe yeni atılımların başladığı 1980 sonlarında, savunma sanayine yönelik teknoloji ve software üretmek amacıyla kurulan MİKES'de bir dönem ortak olduğumuz doğru. F-16 uçaklarının elektronik koruma sistemlerinin Türkiye'de üretiminin önemli bir software geliştirme kapasitesi yaratacağı düşüncesiyle bu projeye girdik. Ortağımız ve yönetimle aramızdaki çeşitli anlaşmazlıklar sonucunda, 1994 yılının ortalarında yönetim kurulundan ayrıldık, sermaye artışlarına katılmadığımızdan dolayı ortaklık payımız da hızla eridi. Yönetimde olduğumuz dönemde şirkette yolsuzluk sayılabilecek bir işlem olmadı, şaibe yaratacak ilişkiler içine girmedik, bu tür iddialarla da karşılaşmadık.
Bu proje dışında savunma alanında bir faaliyetimiz olmadı. Kaplan'ın Sevan Nişanyan'dan naklettiği Türkiye'ye dönünce uçak satmaya başladığım sözü bir fanteziden ibaret.
Kaplan'ın ekonomik çıkarlarla siyasi tavır arasında bağ kurma arayışını anlayışla karşılıyorum. Özellikle ekonomik rantın büyük ölçüde siyasi kararlarla dağıtıldığı bizim gibi ülkelerde bu ilişkiyi ortaya çıkarmak aydınlatıcı olabilir. Ama benim Kürt meselesine olan ilgimin bu konuyla herhangi bir bağlantısı yok. Neredeyse 40 yıldır Kürtlerin Türkiye'de kendilerini eşit vatandaş olarak hissetmeleri ve çatışmaların durması için kültürel haklarının tanınmasının, siyasi haklarının verilmesinin ve yerinden yönetimin güçlendirilmesinin gerekli olduğuna dair inancımı dile getiriyorum. Barışın teminatının ise, çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi demokrasi olduğunu düşünüyorum. (OK/EKN)