Çizim: AI, Pixabay
Şair, anı yazarı ve edebiyat eleştirmeni Madelon Sprengnether’ın “Freud’un Yası” kitabı, Melih Pakdemir’in titiz çevirisiyle Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Ernest Jones ve Peter Gay başta olmak üzere Freud’un biyografisini yazan isimlerin eserlerinin aksine yeni bir biyografik anlatıma girişen Sprengnether, Freud’un öteki yüzünü, aile ilişkilerini, çok fazla bilmediğimiz olaylarını aktarıyor. Freud’un psikanalizinin kendi hayat öyküsüne içkin olduğunu her defasında vurgulayan Sprengnether, hem Freud’un aktarmaktan kaçındığı durumları hem de bu durumların Freud sonrasında nasıl ele alındığını irdeliyor.
Kitap, Freud’un düşüncesiyle ve psikanalizin keşfiyle kesişen, hayatına ve psikanalize meydan okuyan ve bu nedenle Freud’un peşine düşmemeyi tercih ettiği eğilimleri ortaya koyuyor. Kitap boyunca Sprengnether’ın Freud hakkında aktardıkları her şey, onu itibarsızlaştırmak için değil hayatındaki uğrakların ne derece önemli olduğu ve psikanalize nasıl hizmet ettiğini açığa çıkarıyor. Özellikle Freud’un yas konusuna yaklaşımını ve bundan kaçınma yollarını anlamanın, düzgün bir şekilde onun yasını tutmamıza yardımcı olabileceğini belirten Sprengnether, Freud’a ilişkin bu yeni okumasının onu başarısını hiçbir şekilde azaltmayacağını vurguluyor ve bizleri kendi yaşamlarımızın, zamanlarımızın ve bireysel tarihlerimizin akışını anlamamıza yardımcı olacağını ifade ediyor.
Freud’un yas(asa)ı ve baba…
Kitabın isminin “Freud’un Yası” olması tesadüfi değildir. Sprengnether için Freud’un hayatında ve psikanaliz teorisini geliştirme sürecinde en başarısız olduğu konu yas tutmaktır. Kitabının bölümlerini de yas tut(a)mamaya göre oluşturan Sprengnether, bir nevi “Psikanaliz nasıl keşfedildi?”, “Bu keşfin Freud’un aile ve arkadaş ilişkileriyle ne ilgisi var” ve “Neden Freud’un ardından psikanaliz gelişmiştir?” sorularının cevaplarını arar.
Hastalarının rüyalarında, semptomlarında ve kişisel anlatılarında bulunan şifreleri tek tek çözmeye çabalayan Freud, başkalarının kendi şifresini çözme girişimlerine direnmiştir. Çünkü Sprengnether’ın aktardığına göre Freud, yalnızca kendisinin bilinçdışı anlamların anahtarını elinde tuttuğuna inanmıştır. Biyografi yazan herkesi yalancılıkla, ikiyüzlülükle suçlayan Freud, kendi eksikliklerini gizlemede kararlı olduğu için Viyana’dan ayrılmadan önce Anna Freud ve Marie Bonaparte’a makalelerini ve yazışmalarını gözden geçirip, hayatıyla ilgili olan çoğu şeyi yakmalarını söylemiştir. Hayatının psikanalizin keşfiyle bir tutulması gerektiğini vurgulayan Freud, bu iki durumun iç içe geçmesiyle tanınmayı talep etmektedir. Freud yazdığı bir mektupta, bu durumla ilgili şu ifadeleri kullanır:
“Halkın kişisel işlerimi, mücadelelerimi, hayal kırıklıklarımı ve başarılarımı daha fazla öğrenme talebi yok. Herhalükarda bazı yazılarımı da…[...] Küçük teşekkürler aldım ve deneyimlerinden yola çıkarak kimseye kendi örneğimi takip etmesini tavsiye edemem”
Sprengnether’a göre Freud, yaşamı boyunca bilinmesi gereken durumları tasarlamış ve keskin sınırlar koyarak bu tasarımı korumuştur. Kendi hayatı ve psikanalizi keşfiyle ilgili gelecek nesillerin neler düşünmesi gerektiğini planlayan Freud, kültürel bir ikon gibi kendi kendini ve psikanalizi yaratmıştır.
Sprengnether’a göre, Freud’un kendi çocukluk dönemindeki kayıplarının yasını tutmadaki yetersizliği, psikanalizin teorisine ve pratiğine etki etmiştir. Örneğin Freud’un kendi çocukluğunda yaşadığı travmatik kayıplar, pre-ödipal dönemle ilgili dinamikleri araştırmadaki yetersizliğinin nedeni olarak görülmektedir. Pre-ödipal dönemin teorik başarısızlığı, çocukluğundaki acıların ve sıkıntıların ona hatırlattığı olumsuz duyguları kabul etmemesindeki direncinde yatmaktadır. Kitapta dikkat çekici bir biçimde Sprengnether, bu durumla ilgili “Freud’un hayatının ilk yıllarındaki yas tutma eksiklikleri, yetişkin yaşamında bütünüyle ifade edilen yas ve travma teorilerini geliştirmesini engelledi. Ayrıca onu pre-ödipal dönemi araştırmaktan da alıkoydu ki bu dönem ayrılık ve kayba dair ilk deneyimlerimizi içerir ve bunlar da sırasıyla bireyin benliğindeki öznel duyguya yol açar” ifadesini kullanır.
1896 yılında babası Jacob Freud’un ölümü, Freud’un yaşamında bir krizi tetiklemiş ve yıllar boyunca bu kriz onu meşgul etmiştir. Bu kriz, Freud’un Ödipus Kompleksi olarak bilinen kavramın formülasyonuyla sonuçlanmıştır. Sprengnether’a göre, Freud’un babasıyla ilişkisi, babasını “çocuklarını taciz eden baba” olarak konumlandırması, babasının ölümüyle kendisini “kökünden sökülmüş” halde hissetmesi ve mektuplarında babasının ölümüyle ilgili aktarımları, psikanalize -özellikle Ödipus Kompleksi’ne- ve yas tutmaya ilişkin bir sorun olduğunu göstermektedir. Freud için kardeşlerinin histerisine neden olan şey ‘sapık’ babasıdır.
Bu baba aktarımı nedeniyle Freud, kendi babasıyla değil de Büyük İskender, Cromwell ve Napolyon ile özdeşleşmiştir. Bu durumlardan hareketle Sprengnether, Freud’un babasının cenaze töreninin ‘basit olmalı’ ısrarının, törene geç kalmasının altında birçok anlamın olabileceğini belirtir. Sprengnether için Freud’un babasına karşı tavrı ve baştan çıkarma teorisinden vazgeçmesiyle ilgili Fliess’e yazdığı mektupta Hamlet’e atıf yaparak kullandığı “Neşeli olmak her şeydir” sözünü yanlış yazması, psikanalize ait bir meseledir. Bu tür durumlar nedeniyle Freud yas tutmayı başaramamıştır, bu nedenle Freud ailesiyle ilişkisinde çaresiz ve kırılgandır, ancak bu tür durumlar da onun düşüncesinde yaratıcı etkiler yapmıştır.
Freud’un erilliği
Sprengnether için Freud’un mektuplarından ve makalelerinden yola çıkan takipçileri, onun düşüncesindeki bölük pörçük parçaları, egoya ilişkin görüşlerini, psikanaliz pratiğinin içindeki dil ve temsilin evrimini, travmanın bireylere olduğu kadar uluslara, toplumlara da etki ettiğini keşfederek psikanalizi daha da ileriye götürmüşlerdir. Dolayısıyla Sprengnether, Freud sonrası psikanalizde yaşanan gelişmeleri “Freud’un ihmal ettiği alanlar” olarak aktarmaktadır. Örneğin Sprengnether’a göre, Freud’un ihmal ettiği alanlardan birisi “kadınlık/kadınsı”dır. Irma’ya iğne yapılması rüyasıyla ilgili analizleri ve Emma Eckstein ile ilişkilerinde Freud, kadınsı olana önem vermek yerine “eril” anlamları keşfetmeye çabalamakta ve bunu psikanalizin teorisine ve pratiğine aktarmaktadır.
Freud erkek cinselliğine ve erilliğe ilişkin açıklama yaparken kadın cinselliği ve kadınsı işleyişi olabildiğince gözardı etmiştir, bu nedenle de kadınlığa/kadınsılığa karşı anlaşılması zor ifadeler kullanmıştır. Sprengnether’ın iddiası, Freud’un çocukken annesiyle olan ilişkisi, onu bir güç figürü olarak tahayyül etmemesi ve yasını tut(a)madığı kayıplar, kadınlığa/kadınsılığa dair bir şeyler keşfetmesine engel olmuştur. Bu durum yetişkin hayatındaki kadınlarla ilişkisini etkilemiştir, tıpkı babasının yasıyla ilgili pre-ödipal durumları gözardı etmesi gibi…
Örneğin Sprengnether’a göre Freud’un hayatındaki kadınlar, onun çevresindeki erkeklerle olan bağlarında bir aracı olarak ‘görevlendirilmiş’lerdir. Bu görevlendirilmiş aracıların en önemlisi Anna Freud’dur. Freud’un kızı Anna ile olan ilişkisi son derece açık ve rahatsız edici boyuttadır. Sprengnether’a göre Freud’un Anna’yı analiz etmesi, onu kendine ‘sadakat’ bağıyla bağlamasının tek yoludur. Öyle ki, Anna’nın Dorothy Burlingham ile olan samimi bağına karşılık Freud, Dorothy’i analiz etmiş ve böylece Anna-Dorothy ilişkisinde güçlü bir üçüncü rolünü üstlenmiştir.
“Kendini dayatan” Freud…
Sprengnether, kitabın ilerleyen bölümlerinde Freud’un bir baba, bir eş ve bir arkadaş olarak nasıl bir insan olduğunu aktarır. Özellikle Freud’un Martha’ya karşı tavrını oldukça rahatsız edici bulur. Kokainin anestezik özelliklerini bilimsel ortamlarda aktarma fırsatını kaçırmış olmasını Martha’ya bağlamaktadır. Yazdığı bir mektupta “Genç yaşta ünlü olmayışıma nişanlımın bir hatası yol açtı” ifadesini kullanmaktadır. Martha’ya yönelik aktarımları bununla da sınırlı değildir. Yazdığı birçok mektupta Martha’ya çok çabuk aşık olduğunu ifade eden Freud, Martha’nın hareketlerini sürekli kınamakta, ona kötü davranmakta ve yazdığı mektuplarda da sık sık bunu dile getirmektedir. Örneğin Freud, Martha’ya yazdığı bir mektupta şu ifadeleri kullanır:
“Ne de olsa, ilk gördüğüm andan itibaren, seni baştan çıkarmaya nasıl kararlı olduğumu -Hayır, buna zorlamış olduğumu- ve sağduyuya dair tüm uyarılara rağmen nasıl ısrar ettiğimi ve şimdiye kadar olmadığı ölçüde nasıl sınırsızca mutlu olduğumu, kendime olan güvenimi nasıl kazandığımı biliyorsun”
Martha’ya yazdığı bir mektupta “Sadece benim seni sevdiğim için beni sevmelisin ve bu durumdan utanmamalısın” satırlarını yazan Freud, başka bir mektubunda ise şöyle demektedir:
“Sanırım seni her zaman senin beni sevdiğinden çok daha fazla sevdim ya da daha doğru bir şekilde söylersem, kendimi sana dayatmış olmamın üstesinden gelemedin ve beni büyük bir muhabbet olmaksızın kabul ettin”
Bir arkadaş ve meslektaş olarak Freud, “Histeri Üzerine Çalışmalar” da dahil olmak üzere Breuer’in çalışmalarının, ‘daha önce yapılmış ve kendi çalışmalarından çok sonra yayınlanmış’ çalışmalar olduğunu belirtmektedir. Sprengnether’e göre Freud, Breuer’in çalışmalarının çoğunu kabul etmekte zorlanmaktadır ve arkadaşının, meslektaşının katkısına ilişkin küçümseyici bir tavır takınmaktadır. Bir diğer meslektaşı Pierre Janet’in çalışmalarını da kendi çalışmaları için ‘açık bir tehdit’ olarak görmektedir. Freud, 1914 tarihli “Psikanalitik Hareket Tarihi Üzerine” başlıklı makalesinde şöyle demektedir:
“Psikanaliz benim yarattığım bir şeydi, on yıldır bununla ilgilenen tek kişi bendim ve çağdaşlarımda yeni fenomenin uyandırdığı tüm memnuniyetsizlik, kafamdan aşağı eleştiri şekilde döküldü”
Sprengnether’ın Freud’un yaşamının bilinmeyen yönlerini aktarmadaki cesareti takdire şayandır, çünkü bilinmeyen Freud’u okuyucuyla paylaşmaktadır. Freud’un yası, baştan çıkarma teorisinin terk edilmesi, Ödipus Kompleksi’nin keşfi, Martha ve Fliess’e yazdığı mektuplar, Fliess ile olan ayrılığı ve ona artan düşmanlığı, bu düşmanlığın babasına yönelik ödipal duyguların yer değiştirmesi ve daha birçok durum, Freud’un otoanalizi ve keşfettiği psikanaliz etrafında birleşmektedir. Sprengnether için Freud bu yaşadıklarıyla, kendi teorisinin efsanevi kahramanı ve garantörüdür. Freud’un kendi hayatını tasarlaması, aktarması ve psikanalizi keşfetmesi, kendisini ve teorisini doğrulamasına hizmet etmiştir. Sprengnether okuru bu noktada uyarır: Freud’un hayatı ile psikanalizi arasındaki ilişki güçlendirici olarak gözükse bile dolayımlı ve sorunludur. Çünkü Freud’un yolundan giden bir psikanalist ya da okur, tasarımlı, yani planlanmış bir biyografi ile karşı karşıyadır. Bu nedenle Freud’un biyografisi ve otoanalizi, bir anlamda eksik bir biyografi ve oto-analizdir. Dolayısıyla sorgulamaya ve sorunsallaştırmaya açıktır.
Sprengnether’a göre Ödipus Kompleksi’nin başarısının ve evrensel olmasının nedeni, sosyal statükoyu açıklamasındaki kolaylıktır. Ödipus Kompleksi ayrıca, psikanaliz içerisinde de özel bir statüye sahiptir çünkü evrenselliğiyle birlikte hakim cinsiyet ve toplumsal cinsiyet sisteminde erkekliğin/erilliğin yerini sağlamlaştırmaya, hatta bu kavramlar üzerinden başta Freud olmak üzere eril olanı kahramanlaştırmaya yaramaktadır. Ödipus Kompleksi ile ilgili Sprengnether, babasının ölümü aracılığıyla Freud’un kendisine yararlı olacak ve doğruluğu sorgulanmayacak bir kavram keşfettiğini belirterek, Freud’un “Ben kendi durumumda anneme aşık olma ve babamı kıskanma fenomenini buldum ve şimdi bunu küçük çocukluk döneminde evrensel bir olanak olarak görüyorum” sözlerini aktarmaktadır. Freud’un bu evrensel ve otoriteye vurgu yapan kavramı, anne-baba-çocuk ilişkisindeki çok sayıda arzu meselesini keşfetmesini engellemiştir ve kendi çocukluğundaki anne ve babasına yönelik kaygılarını anlamsız bir yere konumlandırmasına neden olmuştur. Örneğin Freud’un annesiyle ilişkisi, annesinin bakımını ve sevgisini sunamamış olması, Freud’un birçok konuda -bilinçdışı bir şekilde- inkâra başvurmasına vesile olmuştur. Sprengnether’a göre bu inkâr sayesinde Freud, erkek çocukların -güçlü erkek otoritesinin bir sonucu olarak- annelerine yönelik arzularından vazgeçtiğini, küçük kız çocukların da kendi kendilerini gözden düşürücü ve tedavi edilemez bir yaradan mustarip olmasını teorileştirmiştir.
Son söz olarak… Madelon Sprengnether’ın Freud’un hayatının bilinmeyen yönünü aktarmadaki başarısı, Freud’un psikanalizi keşfetmesindeki başarısıyla paralel ilerler. Bu kitapta sadece Freud’un teorilerinin kendi hayatına dokunan yönleri değil, Baştan Çıkarma Teorisi’nden neden vazgeçtiği, Freud’un torununun neden Fort-Da oyununu oynadığı, Shakespeare’in Hamlet ve Kral Lear oyunlarının Freud’a nasıl etki ettiği, “Cinsel konularda öğretmenim” diye bahsettiği dadısıyla ilişkisinin nasıl hayatına etki ettiği ve bu gibi durumların psikanalizin keşfine ve yetişkin Freud’un hayatında nasıl yer aldığı aktarılmaktadır.
Bana kalırsa Freud’un kendi hayatıyla ilgili bilinçli ya da bilinçdışı müdahalesi, onun yaşam oyununu değersizleştirmez. Örneğin, 1915 tarihli “Savaşın ve Ölümün Güncelliği” başlıklı metninde, “Yaşam oyunlarına, başka bir deyişle yaşamın ta kendisine son derece yüksek bir müdahalede bulunma cesareti gösterilmediği takdirde ilgilerini yitirip yoksullaşmaktadır yaşam” ifadesini kullanır. Sprengnether’ın onun hayatının bilinmeyenlerini yazmadaki cesareti gibi bir cesarettir, Freud’un cesareti… Bulaşıcıdır, yaratıcıdır ve nesilden nesile aktarılacaktır.
Freud'un Yası, Madelon Sprengnether, Çev. Melih Pekdemir, Ayrıntı Yayınları, 2023, 336 sf.
(AY/AS)