Psikanalist, edebiyat eleştirmeni ve yazar Adam Phillips’in “İlgi Arayışı” kitabı, Aydın Çavdar’ın titiz çevirisiyle okuyucuyla buluştu. Psikanalitik teorinin önde gelen isimlerinden biri olan Adam Phillips, “İlgi Arayışı” kitabında, öznel ve toplumsal alanda ilgi çekme arayışımızı, dikkat çekmenin diyalektiğini, ilgi arayışının kimliklerimize ve yaşamlarımıza nasıl yansıdığını, ilginin utanç ve boşlukla ilişkisini ele alıyor. Kitap, üç bölümden oluşuyor. Ben de burada, kitabın ilk bölümünde yer alan durumları ve günümüzdeki işlerliğini aktarmak istiyorum.
Kitap boyunca ilgimizin organize bir biçimde yapılandığını psikanalitik kavramlarla açıklamaya çalışan Phillips, edebiyattan ve felsefeden de yararlanarak ilgi ve dikkatin “ilgi çekici” özelliklerini okuyucuya aktarıyor. Dikkatimizin ötekiler tarafından çekildiğini ve öznel olarak da dikkat çektiğimizi belirten Phillips, her şeyin çekimine kapılmadığımızı, her şeyi ve herkesi arzulayamayacağımızı, yalnızca belli insanların, imgelerin, şeylerin, modellerin, ritimlerin ve kelimelerin bizi etkilediğini vurgulayarak Freud’un keşfettiği bilinçdışı işleyişi ön plana çıkarıyor.
Günümüzde dikkatimizi tek bir odakta toplamanın, bilinmeyen sonuçlara karşı bir önlem olduğunu ifade eden Phillips, ilgimizin ve dikkatimizin nereye götüreceğini bilmediğimiz için hem heyecan duyduğumuzu hem de rahatsız olduğumuzu belirtiyor. Semptomatik duruma da atıf yapan bu süreç, bizi her defasında ilgi göstermeye ve ilgi çekmeye zorlayarak zihnimizi allak bullak ediyor. Ancak Phillips bu “allak bullak” zihin sürecini öznel bir seçim olduğunu vurguluyor.
Hayatımız boyunca dikkat çekmeye çalışıyoruz. Tüm öznel işleyişimiz, ilgimizi nasıl ve nereye gösterdiğimize dayanıyor. Çünkü ilgiyi ne için istediğimizi ve neye ilgi göstermek istediğimizi tam olarak bilmiyoruz. Kendimizde ve kendimiz dışında neyin ilgiye muhtaç olduğu ve aradığımız ilgiyi bulduğumuzda bunun ne gibi sonuçlar doğurmasını umduğumuz konusunun net olmaması nedeniyle dikkati, ilgiyi talep ederiz. Ancak tam bu noktada Phillips bizleri uyarır. Ona göre, bir şeye yönelik ölçüsüz ve tahmin edilemez bu ilgimiz, tehditvari bir durum oluşturmaktadır. Bir şeye veya birine duyduğumuz ilgi, aşırıya kaçma veya yeterince aşırı olmama tehdidi taşımaktadır. Bu yüzden, yani ilgimizin çeşitli ve yoğun olması nedeniyle de belli durumları kendimize katmayı planlarız.
Phillips’e göre bizler, tabiatımız itibarıyla ilgi duyan yaratıklarız ve bu nedenle ilgi göstermeye de meyilliyiz. Doğuştan gelen ilgiyi, öznel olarak işlediğimizi ve imkânlarımız dahilinde de meraklarımızın peşinden gittiğimizi belirten Phillips için bu işleyiş, neye dikkat ettiğimizi ve hangi fikirlere ilgi gösterdiğimizi belirlemektedir. Onun için ‘tüm dinler, ahlak kuralları, sanat dalları, bilimler, politikalar ve terapi yöntemleri belli ilgiyi organize ve teşvik etmektedir; kendi farklı yollarıyla bize nereye bakacağımızı ve kimi dinleyeceğimizi söylemektedir’. Bu durumların neticesinde de kimliklerimiz ortaya çıkar.
“İlgi alanlarımız ne yaptığımız, kimi dinlediğimizdir”
Phillips için ilgimizi çeken durum, hayatımızı bizim için etkin bir şekilde organize etmektedir. Phillips bu durumla ilgili “İlgimizin peşinden gideriz ve/veya peşinden gitmekten sakınırız. İlgi alanlarımız ne yaptığımızdır, kimi dinlediğimiz, nereye gittiğimizdir. Psikanaliz, ilgi ve dikkati cinsel arzu olarak yeniden tanımlar ve bunu da hayatlarımızın yönlendirici gücü ve amacı olarak görür” ifadesini kullanmaktadır. Şüphesiz burada öznel arzunun ve Öteki’nin arzusunun yankısı bulunmaktadır. Çünkü arzu, görünümünü ilgide barındırır ve bu da kişiye bir çelişki hissettirir. Phillips bu durumla ilgili şu soruyu sorar: “Hiçbir şey ilgimizi çekmediğinde veya çekmezse, kendimizle ne yapabiliriz? Ve yaşama duyduğumuz ilgi kaybolduğunda ne yapmak durumunda kalırdık veya bize ne olurdu?”
Yukarıdaki soru, Phillips için bilinçdışı bir işleyişi açığa çıkarabilecek bir sorudur. Dikkat çekme arayışı, arzuyu da hesaba kattığımızda, istediğimiz şeyin ne olduğunu her zaman bilmediğimizi ancak bir şeyi istediğimizi vurgular. Phillips’e göre bu arayış bir çeşit sosyalleşme aracıdır. Çünkü arayış, ne istediğimiz konusunda bize yardım etmeleri için başkalarına yapılmış bir çağrıdır. Bu çağrının içerisinde bizler, arayışında olduğumuz ilginin ne olduğunu ve kendimizde neyin ilgiye muhtaç olduğunu tam olarak anlamadan dikkat çekme arayışına girmekteyizdir.
Gündelik hayatımızda büyük bir yeri ve zamanı olan sosyal medya platformlarını düşünürsek, Phillips’in kitapta sıkça vurguladığı şu nokta önemlidir: İlgi alanlarımız deneyseldir, risklerin farkında olmadığımızda bile deneyseldir. Bu süreç içerisinde yeni deneyimlerimize, yeni insanlarla yeni iletişimimize olanak tanıyarak, ilgi alanlarımızı bulmaya yönelik adımlar atabiliriz. Phillips’e göre bu süreç içerisinde neye ilgi duyduğumuzu tahmin etmenin yanı sıra neye dikkatimizi boşa verdiğimizi ve neye boş yere ilgi gösterdiğimizi bulmak için de bir fırsat yaratıldığını belirtir. Burada ilgiye yönelik arayışımız, istediğimiz, düşündüğümüz hayatları elde etmeye çalışmanın en iyi yollarından birisidir.
Rüyayla ne ‘ilgi’si var?
Freud’un rüya teorisine giriş yapmadan önce Phillips bize arzunun, ilgiden kaçınmak için bir sığınak olduğunu söylemektedir. Bazen bizim bir şeylerden vazgeçmemize neden olan şey, vazgeçtiğimiz nesne ya da kişiye yönelik çok fazla isteğimiz ve arzumuzdur. Örneğin, hep bizi yaralayacak duruma yöneliriz ya da hep bizi yaralayan bir insanın peşine düşeriz. “Birçok insan, içinde kendilerini kaybedecekleri veya içine çekebilecekleri deneyimler arar ve bunlara değer verir” ifadesini kullanan Phillips’e göre, konunun öznesi olan kişi bu durumlardan kaçtığı için, bu ilginin nedenini sormadığı için hep aynı oyunun içerisindedir. Phillips tam da bu noktada psikanaliz ve edebiyattan beslendiğini vurgulamaktadır. Çünkü bu iki alan, ilgimizin yapısını ve niteliğini ortaya koymaktadır ve ilgimizin neyi aradığını ve neden sakındığını merak etmemizi sağlamaktadır.
Freud’un rüya görme durumunu kitabında aktaran Phillips, ilgiyi birbiriyle rekabet halindeki çok sayıda amaç ve istek için kullanmaktadır. Freud’un psikanalitik teoriyle getirdiği yeniliklerden biri de “farkında olmadığımız ilgi”dir. Freud, bilinçdışı bir şekilde ilgimizi nasıl kullandığımızı ve ne için kullandığımızı anlamaya çalışmıştır. Freud’a atıf yaparak ilgi durumunu açıklamaya girişen Phillips için bu ilgiyle birlikte etrafımızdaki dünyayı farkında olmadığımız sebeplerle ve yollarla algılamaktayızdır. Rüya da bu sebep ve yollardan birisidir. Phillips kitabında, rüya ve ilgi arasındaki ilişkiyle ilgili şu ifadeleri kullanır:
“Freud’un öne sürdüğüne göre rüyalar, ilgimizi ilgimize çeker; hastayı, rüyasının unsurlarına serbest çağrışım yapmaya davet eden Freud’un terapi metodu, rüyayı gören kişiyi, hayatına beklenmedik bir ilgi gösteren bir kişi olarak ortaya koyar. Hakkında bir şeyler öğrenmek istediğimiz şey, ilgimizmiş gibidir; ilgi biçimlerimizin geçmişi ve ilgimizi ne yapmak için kullandığımız sorgulanır. Neyi arzuladığımız, dikkatimizi, nasıl arzuladığımızdan uzaklaştırabilir; nasıl arzuladığımız da dikkatimizi neyi arzuladığımızdan uzaklaştırabilir. Freud’a göre herhangi bir şeyle ilgileniyor olmak için ilgimize yeterince ilgi gösteriyor olmamız gerekir”
Rüya aracılığıyla bilinçdışı işleyiş, bizi nasıl ilgi göstereceğimizi tam bilmediğimiz bir şeye doğru götürmektedir. Phillips’e göre bu işleyiş, ilgimizi çeken şeylerle ve aynı zamanda hiç ilgimizi çekmiyormuş gibi görünen şeylerle beklenenden daha fazla ilgilendiğimizi ve farklı şekilde ilgilenmediğimizi göstermektedir. Phillips bu çelişkili durum içerisinde yer alan arzularımız, amaçlarımız ve tutkularımız sayesinde arzu ile diyalektik bir ilişki içerisinde olan ilgimizin tatmin edilemez olduğunu her defasında vurgular.
“Yeterince dikkat çekiyor muyum?”
Mobil flört ve sosyal medya uygulamaları sayesinde hem dikkat verdiğimiz şeylere yönelik bir eylemde bulunuruz hem de dikkatini çekmek istediğimiz şeylere yönelik eylemlerde bulunuruz. Bir bakıma bu işleyiş, yani dikkat çekme işleyişi, kendi ilgimizi yönelttiğimiz ve ilgisini istediğimiz şeylerin bizde bırakacağı tatmin hissine yönelik anlam arayışıdır.
Bu noktada Phillips, psikanalizi devreye sokar. Psikanalizin bize bir şey olmasını isterken bize aslında ne olduğunu açıklamanın bir yolu olduğunu, yani ne olmamız gerektiğini değil mevcut durumda ne olduğumuzu söylemektedir. Bir dil sürçmesi yaşadığımızda, sakar eylemde bulunduğumuzda aslında bir şeye dikkat çekmeye çalıştığımızı ve ilgi arayışı içerisinde olduğumuzu belirten Phillips, bu tür durumları kendimizden ve ötekilerden talepte bulunmak için aracı olarak kullandığımızı ifade etmektedir. Phillips bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Dikkat çekme arayışının tüm biçimleri gibi aradığımız ilginin ne olduğunu her daim önceden bilmediğimizi varsayabiliriz. Bununla beraber psikanalizde gereksinim duyduğumuz ilginin ne olduğunu bildiğimiz varsayılır; bilinçdışı olarak, içimizde neyin ilgiye ihtiyaç duyduğunu ve aradığımız ilginin arzulanan biçimlerini biliriz. İhtiyaçlar, onlara gösterdiğimiz ilgi türüyle tanımlanır. Ve herhangi bir şey ilgi çekme arayışındaysa, o şey bir ihtiyaçtır”
Phillips’in belirttiği gibi ilgi arayışı aslında “seviliyor muyum” ya da “seviyor muyum” sorusuna, muammasına yönelik bir testtir. Bu testin sonucu olumlu da olsa olumsuz da olsa asıl mesele cevabın çeşitliliği ve onu üstlenme sorumluluğumuzdur. Asıl mesele, bu sorumluluğu üstlenme kararında başlayacaktır ve öznel ilgiye yönelik merak başlayacaktır.
Utancını söyle, neye ilgi duyduğunu söyleyeyim
Phillips, kitabın ikinci bölümünde utanç ve ilgi arasındaki bağın hayatımızda nasıl bir etkide bulunduğunu sorgulamaktadır. Bölümün odak noktasını, Phillips’in aktardığı “Utanç verici olan, utancın kendisi değil utançla olan bağlantımızdır” cümlesi oluşturmaktadır. Yaşamlarımızın kendimiz hakkında utandığımız şeyleri idare etmek üzere organize edildiğini vurgulayan Phillips’e göre bizler, utancımız hakkında ve utancımızla yapabildiğimiz şeylerden ibaretizdir. Bu yönüyle kendimizden utanmak, kendimizde neye değer verip vermediğimizi ifşa etmektedir ve hem zevklerimizi hem de ahlak anlayışımızı düzenlemektedir. Phillips bu durumla ilgili “Eğer ne olmak istediğinizi öğrenmek istiyorsanız sizi kendinizden utandıran şeyin ne olduğuna dikkat kesilin. Bu utanç, tabiri caizse ego-idealinizin ilanıdır. Ama aynı sebeple, varsayılan bir özbilincin de ilanıdır” ifadesini kullanmaktadır.
Phillips’e göre, utancımıza belli bir tipte ilgi göstermekteyizdir ve utanca yol açan eylemin oluş süreci de bizde her zaman merak uyandırmaktadır. Çünkü utanç, Lacancı psikanalizde de sıkça vurgulandığı gibi Gerçek ile ilgili bir meseledir, yani tamamıyla anlamlandırılamaz bir durumdur. “Utanç hayatımız boyunca hissettiğimiz en gerçek şeylerden biridir” ifadesini kullanan Phillips de utancın bu yönünü vurgulayarak, basite indirgenemez bir his, yani deneyim olduğunu, dayanılmaz bir duygu olduğu için de üzerine düşünmenin zor olduğunu okuyucuya aktarır.
Phillips’e göre utanç, ilginin ve ilgisizliğin belli bir türüdür ve kendimize gösterdiğimiz ilginin bir niteliğidir. Bu kendimize gösterdiğimiz ilgide amaç her zaman merak edilmekte ve benliğimize etki etmektedir. Çünkü varoluşumuzla ilgili utanç verici olan her ne varsa bütünüyle onunla tamamlanmış olmaktayızdır. Ancak Phillips’e göre utanç deneyimi o kadar dehşet vericidir ki, tamamlanma düşüncesindeyken ‘orada olmama arzumuzu’ harekete geçirmektedir. Çünkü durmamız gereken yeri ve kim olduğumuzu açığa çıkaran utanç, yalnızca bir kayıp, açığa vurulan bir perişanlık ya da bir mahremiyet ihlali olarak yaşanabilmektedir. Phillips’in deyişiyle utanç, insanın kendi kendine korkunç bir manzara yaşatmasıdır.
Peki utanç sırasında ne yaşanır? Phillips’e göre dış dünyaya karşı ilgimiz ortadan kaybolmakla birlikte, kendimiz için neyin iyi olup olmayacağına yönelik ilgimiz de ortadan kalkmaktadır. Suçluluğun aksine utanç, bu durum nedeniyle atlatılması güç bir duygu olmaktadır. Phillips bu durumla ilgili şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Utanç kendimizle ilgili başarıyla saklayabildiğimiz ve saklamak istediğimiz şeyler hakkında hissettiğimiz duygudur. Bir başka deyişle utanç tam anlamıyla muhafazakardır; mahremiyetimizi muhafaza etmek, bizi görülmek istediğimiz halimizle muhafaza etmek için vardır; kendimizi saklayabildiğimiz inancını muhafaza etmek için vardır”
Phillips için utanç, yabancılaştırıcıdır, insanı yabancılaştıran bir tekniktir. Utanç, “Gerçekte olduğumuz kişi” ile “Ben bu olmamalıyım” cümlelerinin arasındaki boşluğa yerleşen, genellikle reddetmeye yazgılı olduğumuz duygu, düşünce ve eylemlerimizdir. Yani utanç, olduğumuz kişi ile olmak istediğimiz kişi arasındaki mesafede yer alan çatışmada ortaya çıkar.
Phillips kitabın ilerleyen sayfalarında, psikanalizde cinsellik mefhumuna ve Freud’un görüşlerine sıkça yer verir. Freud için cinsellik, ilginin ve merakın kaynağı ve amacıdır. Cinsellik, ilgi ve utanç arasında bir bağlantı olduğunu belirten Phillips, Freud’un bu bağlantıyı açıklarken cinselliğe daha çok önem verdiğini, utanç kavramının ise eksikliğini hissettiğini ifade etmektedir. Freud’a atıf yaparak utancın daima doğaçlamasız tekrar olduğunu söyleyen Phillips, utancın olduğu yerde her zaman travmatik durumların olduğunu belirtmektedir. Psikanaliz için cinsellikle karşılaşma, travmatik bir deneyimdir, dolayısıyla utanç da bu karşılaşmada ortaya çıkan savunmadır. Çünkü bu karşılaşmada kişinin hem kendini küçük düşürdüğü hem de toplumun onu küçük düşereceği arzular açığa çıkmıştır.
Freud için utanç, tiksintiyle birlikte direnç olarak işlev gören zihinsel güçlerdir. Onun için utanç toplum tarafından inşa edilmiş ahlak ve otorite yapılarıyla birlikte bir kategori içerisinde yer almaktadır. Ancak Freud’un utancı, tiksinti, acı ve ahlakla birlikte kategorize ettiğini aktaran Phillips, bu durumların baskılayıcı bir güç olmayabileceği iddiasını taşımaktadır. Çünkü onun için Freud, utanca baskılayıcı bir güç atfederek, ona bir tür aracılık etkisi vermiştir. Yani utancımız aslında, bize veya bizim için bir şey yapıyormuş gibidir ve bizim adımıza hareket etmektedir. Utancımız ilgimizin bir türüdür, bu yönüyle hem zorakidir hem de zorlayıcıdır, bizi olayları belli bir yolla görmeye itmektedir. Phillips için utancı barındıran ilginin her bir biçimi, belli bir deneyime ulaşmanın bir yoludur.
Freud’a göre, utancın olmaması demek cinselliğin serbest olması demektir. Utancın olmadığı yerde hem birey hem de toplum tehlikededir. Bu yönüyle Phillips, utancı bir baraja benzetir, cinselliği organize eden bir baraja… Bu baraj tehlikeden koruyan bir barajdır. Yani utanma duygusu olduğu için beden tüm çıplaklığıyla ötekine yansıtılmamaktadır, sadece düşlemsel olarak tahayyül edilmektedir. Burada görüldüğü gibi utanç, aslında düşüncelerimize, düşlemimize, eylemlerimize set çekmektedir. Çünkü utanç, yasak bir arzunun bize yaklaştığında ya da uzaklaştığında hissettiğimiz duygudur, bu yakınlaşıp uzaklaşmaya karşı pozisyonumuzdur, ortaya koyduğumuz dirençtir; Phillips’in deyişiyle oluşturduğumuz barajdır.
Utanç, cinsel arzumuza ne tür bir ilgi gösterdiğimizin kanıtıdır. Daha doğrusu en kabul edilemez arzularımıza ilgi gösterdiğimiz için utanç duymaktayızdır. Phillips burada bir manevra yaparak, ilginin utançla ilişkisinin bir sevgi testi olduğunu varsayar ve “İnsanın kendinden utanması demek, en büyük sevgi testi demektir, ama başkalarının sevgisinin olduğu kadar kişinin kendi sevgisinin de test edilmesidir” der.
İlginin boşlukları
Kitabın son bölümünü Phillips, ilgimizdeki eksikliklere ve boşluklara ayırmıştır. Psikanalitik teoriden devam ederek, Freud’un eserlerinden örneklere de yer veren Phillips, Freud’un ‘hastalarında yeni bir tür ilgi arayışı bulunduğunu’ keşfettiğini ifade etmektedir. Yeni bir tür ilgi olan ‘psikanalitik ilgi’, Freud için, bilinçdışı motivasyona dair faydalı tanımlara ve anlatımlara hizmet eden bir yorumlayıcı işlevi görmektedir. Psikanalitik ilgi, hastanın/analizanın doğasıyla ilgilenmektedir ve bu doğa da genellikle geçmişin şimdileştirilmesine (dil sürçmesi, sakar eylemler vb. örneklere) dayanmaktadır. Analitik pratik sırasında yaşanan bu bilinçdışı durumlar, Freud’un semptomatik eylemler dediği unsurlardır ve Phillips’e göre bu durumlar, dünyaya sunulan ve içinde ilgiyi de barındıran bir tür sevgi testi olabilmektedir.
İlgisizliğin bireyin kendince bir kışkırtması olduğunu ifade eden Phillips, ilgisizliklerimizin de fark edilmesini istediğimizi öne sürmektedir. Phillips için Freud’un psikanalizi, ilgisizlik üzerine kurulu yeni bir tedavi biçimidir. İlgisizlik burada amaç değil araçtır ve içinde belli kışkırtmaları barındırır. Bu kışkırtmalar, bilinçdışı arzuların kışkırtmalarıdır. Söz konusu kışkırtmalarla beraber ilgisizliğin kendisi, aslında ötekinin bizi fark etmesinin, yani ilgi çekmemizin bir yoludur. Phillips’e göre ilgisizliğin içinde yer alan ilgi, psikanalizin meselesidir. Hem Freud’a hem de Phillips’e göre bu ilgi, ilgisizliğin yarattığı gerilimi açığa çıkarmaktadır ve kişi de bu gerilim nedeniyle analiz talep etmektedir.
İlgisizlik ve ilgi, paradoksal bir yapıya sahiptir. Bu paradoksta yer alan boşluklar, yani ilgi boşlukları Phillips’e göre ilgi gösterilecek can alıcı yerlerdir. Çünkü hasta/analizan için bu boşluklarda önemli kavrayışlar, aydınlanmalar gerçekleşebilir. Bu durum neticesiyle öznel arzu görünür hale gelmeye başlayabilir. Phillips için ilgi boşlukları üzerine düşünmek, ne yaptığımızı düşünmek demektir. Yani ilgimizin ne olabileceğini, neye yönelebileceğini ve nasıl bir biçim alabileceğini öznel olarak tasarlamak demektir.
Kendimize karşı bölünmüş olmadığımızı ve düşündüğümüzden çok daha fazla tek parça halinde olduğumuzu öne süren Phillips için bizler, merkezden uzaklamış canlılar değiliz. Ona göre merkezden uzaklaştığımızı hissettiren şey, semptomatik tekrarlar ve bu tekrarların içerisinde yer alan yer değiştirmelerdir. Phillips bize açıkça şunu vurgular, ilgi dediğimiz şey, aynı şeye daha fazla ve farklı bir biçimlerde yönelmektir. Burada arzunun işleyişi yer almaktadır. Freud’un aktarımlarına devam eden Phillips, arzunun olduğu yerde daima ilginin olduğunu söylemektedir… Bölümün sonuna doğru Phillips önemli bir aktarımda bulunmaktadır. Ona göre ilgi isteme, bilinmez bir deneyimi yaşama arzudur. İlgi değişimi de deneyim değişimidir. İlgi ve ilgisizlik arasında yer eden varoluş, isteme ve deneyim meselesinde de kendisini göstermektedir.
Son söz olarak… Phillips’in kitap boyunca aktarımı, Beckett’in şu cümlesini aklıma getirdi: "İki mırıltının arasında varoluyoruz hala, şüphesiz hep aynı şarkı bu.."
Edebiyat metinlerinden ve psikanalitik teoriden beslenen Phillips’in “İlgi Arayışı” kitabı, iki mırıltı (ilgi ve ilgisizlik, utanç ve suçluluk, anlam ve anlamsızlık vb.) arasında nasıl varolduğumuzu ortaya seriyor. Phillips ayrıca, ilginin güncel biçimlerini tartışmaya açarak okuyucunun ‘ilgisini’ çekmeye çalışıyor ve öznel ilgiye yönelik okuyucuda bir soru işareti yaratma amacı taşıyor. Kısaca bu kitapta ‘ilgi çekici’ çok fazla şey var, kıymetinin bilinmesi dileğiyle…
* “İlgi Arayışı”, Adam Phillips, Çev. Aydın Çavdar, Ayrıntı Yayınları, 2023, 128 sayfa.
(AY/AS)