6-7 Eylül Pogromu maddi olarak en büyük hasarını İstanbul'da Şişli-Taksim-Galata ekseninde bıraktı. Ancak aslında o geceden kalan en büyük yıkım, Rum, Ermeni ve Yahudi toplumlarının Türkiye'de yaşama iradesinde açıldı. Güvenlik güçlerinin varlığına rağmen yaşanan öldürme, taciz ve cinsel istismarlar nedeniyle...
1948 doğumlu Garbis Çelik, Ermeni Soykırımı'nın birinci kuşağı ile aynı evde yaşadığı için onların hislerini aktarabilenlerden. 2006'da Ülkede Özgür Gündem için Yüksel Genç ve Talip Kanar'a konuşan Çelik, o gece büyükannesinin 1915'i hatırladığını vurguluyordu:
"Benim için oldukça kontrast bir durumdu. 1915'i yaşayan büyükannem 'Bu ikinci kırım olacak' diyordu. O gün 4 saat boyu karanlıkta, ilk defa ölüm korkusunu yaşadım. Yedi yaşında bir çocuktum ve ölümün ne demek olduğunu bilmiyordum. Sadece durumun normal olmadığını biliyordum fakat o gün yaşadığım ölüm duygusu bende bir travma yarattı ve unutamadım."
O gece 7 yaşında olan ve soykırım anlatıları ile büyüyen Garbis Çelik, yaşadıkları baskının normal olmadığını yetişkin olunca fark edebilecekti:
"Babaannem bana soykırım hikayeleri anlatırdı. Ben soykırım hikayeleriyle büyüdüm. Bizim ancak böyle baskılarla yaşayabildiğimizi, bunun kaderimin bir parçası olduğunu düşünüyordum. O yüzden bana her şey normal geliyordu. 23 yaşına kadar da doğal görünüyordu."
Bugün bile can kaybı sayısı tartışmalı olsa da en az 11 kişinin öldüğü kabul edilen, anlatılardaysa tecavüzlerin 200'e ulaştığı belirtilen pogrom sırasında "koruyan" bekçi ya da komşu anıları da yer bulmakta. 1929 doğumlu Hrant Torunyan'ın hatıraları da bu yönde. Torunyan'ın anlatısı Kemal Yalçın'ın "Anadolu'nun Evlatları Yüz Yılın Tanıkları" kitabında bulunuyor:
"Korkunç sesler geliyordu. Şaşkın bir halde etrafımıza bakıyorduk ki, bizim caddedeki Halk Bankası ile Ziraat Bankası'nın bekçilerini gördüm. Ellerindeki tabancaları, kırıp yakmaya gelen kalabalığa çevirmiş, 'Bu caddede gavur yok! Bu caddede sizin aradıklarınızdan yok! Dokunmayın! Gidin buradan!' diye bağırıyorlardı."
6 Eylül 1955 akşamı, eğer o banka bekçileri olmasaydı benim dükkanım da kırılıp yıkılır, belki Erol'la birlikte dükkanımızın içinde öldürülürdük. Bizi banka bekçileri kurtardı."
Hrant Bekçiyan da "koruyan bekçiler" anlatısını 1915 ile birleştirmekteydi. Soykırım sırasında Ermenilere yardım eden az, çok az sayıdaki insanı anarak:
"Bu bekçiler gibi insanlar İstanbul'da, Türkiye'de her zaman var olmuştur. 1915 felaketi sırasında bile kendi hayatlarını tehlikeye atıp sürgün edilmiş birçok Ermeni'yi korumuş, melek ruhlu insanlar olmuştur."
Ermeni toplumu içinden bazı anılar kaleme alınabilmiş olsa da soykırım sonrasındaki zorunlu sessizliği ve tedirginliği bazı anlatılar açıkça ortaya koyuyor. Belki de bu ruh halini en iyi anlatan, Samatya'da kızkardeşi Hıripsime ile yaşayan 1938 doğumlu Ağavni Tantig'in (teyze), Aris Nalcı'nın Agos için 2009 yılında yaptığı haberindeki sözleri: "Bak bizim ailemiz aksor'dan (sürgünden) önce ne kadar zenginmiş, ne kadar özgürmüş. Ne oldu şimdi, hepsi öldü, kimse kalmadı. Yazma sen beni dinle!" (SK/AÖ)